Kocaman kalpler ve kalp kırıklıklarıyla, elveda Killing Eve

Günümüzün en büyük yeteneklerinden Phoebe Waller-Bridge’in yaratıcılığında hayata geçen ve başlangıcından bu yana hem seyirci hem de eleştirmen cephesinde büyük ilgi gören Killing Eve, kısa bir süre önce yayımlanan “Hello, Losers” bölümüyle büyük finalini gerçekleştirdi. Dört senelik ekran yolcuğunda yaşanan senarist ve showrunner değişiklikleri zaten diziye ciddi bir kan kaybettirmişti fakat son sezon, özellikle de final bölümü, Killing Eve takipçileri arasında büyük ölçüde hayal kırıklığı yaratmışa benziyor.

Beklentileri karşılamayarak veda eden ilk yapım Killing Eve değil, son da olmayacak elbet ama dizinin klişeleşmiş erkek bakışına geçit vermeden bulunduğu janrın kodlarıyla oynayışındaki vizyonerliği, Villanelle ile Eve arasındaki tarifi zor bağın eşsizliği ve yarattığı kültürel etkinin özellikle kadın ve LGBTİ+ seyircideki karşılığı göz önüne alındığında, oluşan bu hayal kırıklığının kapsamı da istemsizce büyümekte. Konu hakkında sosyal medyada en çok paylaşılan yazılardan birinin sahibi, Them yazarı Sara Clements, kuir bir Killing Eve hayranı olarak “ihanete uğramış” hissettiğini söylüyor örneğin. Finalde gördüklerinin diziyi lekelediğinden, inşa edilen her şeyi bir kalemde sildiğini düşündüğünden dert yanıyor.

Bölüm üzerine yazılıp çizilmeye devam edilirken biz de bu sohbete dâhil olalım istedik; Killing Eve ile gönül bağlarını bildiğimiz Binnaz Saktanber, Esin Çalışkan, Fulya Turhan, Gamze Akyol ve Zeynep Naz Günsal’ın kapısını çaldık. Dizinin ekran macerasının düşünürdükleri, son sezona olan bakışları, finalin yarattığı intiba ve bu vedanın tatmin edicilikten uzak bulunmasının olası nedenlerini sorduk; hislerine ortak olduk.

Son bir not olarak, bu dosyanın elbette ki final bölümü “Hello, Losers” hakkında sürprizbozan içerdiğini ekleyelim.

Binnaz Saktanber (@loonybinsblog) yazdı:

Killing Eve ilk başladığında birisi bana “Dizi dört sene sonra final yapacak ve umrunda bile olmayacak” dese, “Ne diyorsun sen?” diye olay çıkarırdım. Oysa tam da bu oldu. Killing Eve ben neredeyse öyle bir dizi bile olduğunu unuttuktan iki sezon sonra varlığını Twitter’dan –o da berbatlığı yüzünden– öğrendiğim bir finalle ekranlardan silindi. Oysa ilk sezon muhteşemdi. 

Killing Eve en iyi olduğu anlarda hem av hem de avcının kadın olduğu nadir casus hikâyelerinden biri ve arzunun adrenalinini çok iyi veren, “Will they, won’t they?” romantizminin en elimiz böğrümüzde örneklerindendi. Üstelik komikti de. Ancak zaman içinde o showrunnerdan öbürüne savrula savrula özgünlüğünü, dilini kaybetti ve çok iyi oyuncuların kötü bir senaryonun boşluklarını doldurmaya çalıştığı bir “var işte” dizisine dönüştü. Sanırım bunda sadece beyaz yazarlardan oluşan ekibin sınırlı bakış açısı da etkili oldu. Neyse ne. Ben Killing Eve’i her daim o “psikopatlar da sever”li ilk sezonuyla ve istemekten korkmayan iki kadının cesaretiyle hatırlayacağım. 

Eve ve Villanelle forever.

Esin Çalışkan (Bant Mag.) yazdı:

Dört mevsimi barındıran, hülyalara dadanan, karanlık ve aydınlık başta didiklediği her ikiliğe kan sıçratmayı, bozmayı, yıkmayı ama her daim temizlemeyi bilen, son yılların en sahici dizilerindi benim için Killing Eve. Finalin geldiğini öğrendiğimde biraz beklettim, yaşanabilecekleri ertelemek adına. 

Villanelle ve Eve… Bu kadınların kimyaları o kadar baş döndürücüydü, kişilikleri o kadar katmanlıydı ki aralarındaki kıvılcımın aşkla harlanması için tütsü ile el verirdim. Finalde onlarla birlikte bizim de hayata katlanma gücünü keşfetmemize izin verirken, casus anlatısında her karakterin düğümü çözülürken işler epey tıkırındaydı sahiden. Ama temsil biçimi ve vitrinlik oyuncu performansları bir yana, son anda kuir bir aşkı sular altında bıraktıkları, kurbağayı akrebe yem ettikleri için kalbim biraz kırık. Akrepleri kötü kaderlerinden azat etmek istiyorum, masallara öfke doluyum!

Fulya Turhan (221B Dergi) yazdı:

Killing Eve o kadar çok şey ifade ediyor ki hakkında saatlerce konuşabiliriz. Televizyon tarihinde karşılaştığımız en merak uyandırıcı, en özgün, en yaratıcı kiralık katillerden birini, Villanelle’i sundu bize. Eve gibi zeki, sezgileri güçlü ve cesur bir kadın casusla çok karşılaşmamıştık. Konstantin gibi, Carolyn gibi, ana kahramanlardan ayrı tutulması zor, şahane karakterler barındırıyordu. En önemlisi de Killing Eve, karakterleri ve temsil ettikleriyle erkek egemen bir tür olan casusiyenin normlarını iki kadını, hem de iki kuir kadını odağa alarak tersyüz etmişti. Bu nedenle polisiye türünde de ayrı bir yerde konumlanır.

Killing Eve aslında Luke Jennings’in Kod Adı Villanelle romanlarından uyarlama fakat dizinin başarısı romanlarda yatmıyor. Romanlarda Eve ve Villanelle iki beyaz kadındır, erkekler tarafından domine edilmiş bir evrende faaliyet göstermeye çalışırlar ve erkeklerin gözü sürekli üzerlerindedir. Dizinin olmazsa olmaz karakterlerinden Carolyn, romanlarda karşılaşmadığımız, dizi için yaratılan bir karakterdir ve şahane Konstantin de romanlarda dizideki kadar derin bir yerde konumlanmamıştır. İki kadının maskülen ve sert bir dünyada faaliyet gösterdiği ve casusiye türünün gelenekleriyle böylesine harmanlanmış bir romanı alıp Killing Eve’e dönüştürmek ilk sezon senaryosunu kaleme alan Phoebe Waller-Bridge’in meziyeti. Kadınları çok iyi anlayan ve anlatan bir senaristin elinden çıktı Killing Eve.

Peki, bu dört senede Killing Eve neye dönüştü? Kendini ne denli ileriye taşıyabildi? Dizi, harika ilk sezonunu şahane bir finalle tamamlamıştı. Villanelle ağır yaralanmıştı, hatta öldüğünü bile düşündük. Eve, intikam isteğini yerine getirmiş ancak yaşadığı kayıpla baş edememişti. Konstantin’in gidici olduğunu düşündük ve Carolyn ortalarda yoktu. Dizi hemen o anda bitse bile yeterince tatmin edici bir finaldi bu. Şimdi, dördüncü sezonun sonunda, bu finalin tekrarını izliyor gibiyiz.

Dört sezon boyunca zamanının ve enerjisinin çoğunu casusiye normlarını altüst etmeye ve izleyicileri şaşırtan seçimler yapmaya harcayan Killing Eve‘in final sezonunda ne yazık ki karakterlerin gerçekçi bir dönüşüme uğradığını göremedik. Dizinin hayal kırıklığı yaratan finali de cabası. Villanelle ve Eve nihayet cinsel gerilimlerinin aksını tamamlıyor ve The Twelve’i alaşağı ediyor ancak hemen sonrasında, bir anda Eve’in dehşet içindeki bakışları arasında Villanelle’in öldürüldüğünü görüyoruz. Her şey o kadar ani, o kadar sıradan, o kadar orijinallikten yoksundu ki bir anlığına buradan bir ters köşe çıkmasını bekliyorsunuz ama hayır. Peki, böyle klişe bir son seçimine bilerek gidilmiş olabilir mi? Yazarlar, izleyicileri şaşırtmadan şaşırtmak istemiş olabilir mi? Böyle olsa bile Killing Eve ile ilgili bu hamleyi yapmak incelik gerektirir bana kalırsa. Ne var ki izlediğimiz sıradan final, bu incelikten çok uzak. Killing Eve zekice kurgulanmış, seksi ve gerçekten şaşırtıcı bir diziydi. Bir zamanlar canlılıkla parlayan karakterlere ne yazık ki sıkıcı bir sonla veda ettik.

Gamze Akyol (Dadanizm) yazdı:

Killing Eve, bundan dört sene önce hayranlık duyulası bir başka Phoebe Waller-Bridge fikriyle hayatımıza girmiş ve ilk iki sezonuyla televizyon dünyasında epey ses getirmiş bir diziydi. Luke Jennings’in aynı adlı romanından ekranlara uyarlanan diziyi ta en başından beri tanımlamakta, bir kalıba sığdırmakta zorlandık; birbirinden orijinal karakterleriyle, kara mizah soslu yüksek gerilimiyle ve de yarını düşünmeden attığı cesur adımlarla “normal olmak” gibi bir derdi hiç olmadı. Jodie Comer’ın eşsiz performansıyla hayat bulan ikonik psikopat Villanelle ile hiç tereddüt edilmeden Sandra Oh’a teslim edilmiş Eve’in bir acayip ilişkisine kendimizi kaptırıp sezonlar boyu bu imkansız aşkın nereye varacağını merak ettik. Çünkü Waller-Bridge’in de dediği gibi bu dizideki her an, sonunda bu iki kadın bir odada yalnız kalabilsin diye vardı. Ayrıca dizinin merkezindeki gizemli örgütü yani The Twelve’i de yeni iş teklifiyle Eve’in hayatını geri dönülmez bir şekilde değiştiren Carolyn’i de çaresizce Villanelle’i hizada tutmaya çabalayan Konstantin’i de her zaman ilgiyle takip ettik. İlk iki sezonda bu dört karakteri birtakım tuhaf şartlar altında, çeşitli kombinasyonlarla bir araya getiren senaryo olabilecek en absürt şekillerde son buldu. Tam gardımızı indirdiğimiz anlarda ya bir bıçak darbesiyle ya da bir silah sesiyle neye uğradığımızı şaşırdık.

Üçüncü sezonda başyazarlık Emerald Fennell’den Suzanne Heathcote’a geçti ve konu daha dramatik ve de yumuşak bir yerden ele alındı. Alışık olmadığımız durgun ve de üzgün bir Villanelle izlerken Eve’in hikâyesine, gelişime, dönüşümüne yeterince süre tanınmadı ve eksik kaldı. Nihayetinde, sezon sonuna geldiğimizde ise Villaneve ilişkisinin en duygusal anlarından birine tanık olduk. Köprü sahnesinde artık ikilinin duygularına ve birbirlerine açıkça teslim oluşunu izledik. Ya da biz öyle sandık… Çünkü geçtiğimiz günlerde sona eren dördüncü sezon boyunca o köprü sahnesinin ardından neler yaşandığını hiçbir zaman anlayamadık. Öfke ve hırs dolu bir Eve, kayıp ve çaresiz bir Villanelle, sürgün edilmiş bir Carolyn ve de yine dört ayak üzerine düşen bir Konstantin karşıladı bizi final sezonunda. Bu defa başyazarlık koltuğunu Laura Neal’in teslim aldığı yeni yazar kadrosu bize bolca göndermelerle dolu, metaforik bir anlatım sundu. Ve Villanelle’le Eve’i yine, yeniden sezon boyunca ayrı tutmayı tercih etti. Bu defa seyircinin pek de samimiyet kuramadığı yan karakterlerle, zayıf ve tembel diyaloglarla, eski ihtişamından uzak ve anlamsız cinayetlerle final bölümüne kadar geldik. Ve ne yazık ki finalde ne sabrımızın karşılığını ne de hak ettiğimiz sonu alabildik.

Finalin ilk yarım saati seyircinin yıllardır görmeyi beklediği ve Neal’in “son şansı” olduğunu düşündüğü için çekmeye karar verdiği Villaneve sahneleriyle geçti. Comer ve Oh ikilisi sözlü olsun olmasın tüm anlarında yıllardır büyüttükleri Villaneve aşkını ne kadar iyi anladıklarını bize gösterdi. Geçtiğimiz sezonlarda Eve’i her düşündüğünde onun bıçak darbesiyle edindiği yara izine dokunan Villanelle, Eve’in sırtında açtığı yaraya dokunup aşkını kendi tarzıyla ilan etti. Ardından da ikilinin eğlenceli yolculuklarına, birbirlerini konuşmadan affettikleri anlara, ilk gerçek öpüşmelerine şahit olduk. İki katile ait olsa da bu sahnelerin hepsinde romantik hislerle dolduk taştık. The Twelve’in gizli toplantısını basmaya giderken yaşadıkları bu anların sonunun tatsız biteceğini de biliyorduk elbette. Aksini Killing Eve’den zaten beklemiyorduk. Ve maalesef oldukça aceleye getirilmiş bir son izledik. Biz ne olduğunu anlamadan Neal çoktan Villanelle’e acımasız bir ölüm, Twelve üyelerine anlamsız bir son yazmıştı bile. Ve bu kuir çiftin kavuşmasının böylesine basit bir sonla harcanması, arkasında Killing Eve’in de “Bury Your Gays” klişesine düştüğü ya da “queerbaiting” yaptığı söylentilerinin yanı sıra koca bir kalp kırıklığı ve de öfke dolu bir seyirci bıraktı.

Üstelik Neal’in ekranda izlediğimiz ilk gerçek ve tutkulu Villaneve öpüşmesinin romantik olmadığını, Eve’in sondaki çığlığının bir “yeniden doğuş”u temsil ettiğini söylemesi ya da son ana kadar mümkün olduğunca bu ikilinin temasından bile isteye kaçınması gibi detaylar da en az final kadar acımasızdı. Evet, gelen her başyazar ister istemez Killing Eve’i kendince okudu, yazdı, çizdi. Ama belki de kimse Killing Eve’i, Villaneve’i Neal kadar yanlış anlamadı. Diziye, karakterlere en büyük hasarı da senaryo ekibindeki bu çok seslilik verdi. Finalde ardında cevaplanmamış sorular bırakan Neal, topu geliştirilmekte olan spin-off’a atsa da bu elbette seçtiği sonun, bıraktığı boşlukların bir mazereti olamaz; olmamalı. Sonuç olarak Killing Eve’in finali Comer ve Oh’ın tüm çabalarına rağmen eksik kalmış, seyircisine bir nevi ihanet etmiş, oldubittiye getirilmiş bir sondu. Ve kendisinden geriye tekrar tekrar izlenesi birçok ikonik karakterin, sahnenin yanı sıra maalesef hafızalarımızdan silmek istediğimiz, anlamsız bir final kaldı.

Zeynep Naz Günsal (Bant Mag.) yazdı:

Finale iki üç bölüm kala diziyi durdurup durdurup YouTube’dan “Carolyn’in en iyi replikleri”, “Vilanelle’in en iyi kombinleri”, “Konstantin’le Vilanelle’in en komik anları” gibi derlemeler açıyordum, sürekli. Fanatiği miydim bilmiyorum ama dizinin bitmesini hiç istememişim belli ki. 

Yakın vakte kadar eril figürlere tahsis edilmiş bir janra kadınların bilfiil dâhil olmalarını sağlamasının yanı sıra, kaçma kovalama odaklı bir öyküye duygusal merkez kazandırdığı, böyle öykülerin kapsamındaki tüm karakterlerin derinliğinin ne kadar fazla olabileceğini fark ettirmesiyle de bence önemli bir konuma sahip Killing Eve.

Kedi fare oyunun bilindik formatın ötesine taşındığı, Eve ve Villanelle’in birbirlerine dönüşebildikleri, kimin kimin karşısında kırılgan kalacağından asla emin olmadığımız bir dengesi vardı dizinin. Yalnızca bir kuir aşk temsili olmaktan, cinsel çekimden öte birbirlerine hem profesyonel bağlamda hayranlık duyup hem de sandıklarından çok daha fazla benziyor olmaları, ikisinin de bu durumla ne yapacaklarına şaşırdıkları hâlleri pek özeldi. 

Finali her ne kadar yetersiz bulsam; son sahnenin çok daha başarılı biçimde kotarılabileceğine, favori karakterlerimden Carolyn’in de hakkı yenmeden ele alınmış olabileceğine inansam da her şeye rağmen Killing Eve’i daima devrimsel bir  yapım olarak, Villanelle’i de televizyonun en enteresan, en hayranlık uyandırıcı ve gariptir ki en bağ kurulabilen psikopatı olarak hatırlayacağım.

Giriş görseli: Beyza Durmuş