En çok neyi özledik?

Gerçekler hayatı gerçeküstü noktalara taşıyor. Kısıtlamalar mesafe kavramının anlamı değiştiriyor. Mesafe tanımayan duyguların teşhisi de belki bir o kadar netleşiyor. Herkes özlem içinde. Herkes özlüyor. Acaba en çok neyi?

İllüstratör ve grafik tasarımcı Beril Ateş, bu duygulardan yola çıktı ve dostlarla kurulan, müzikli ve muhabbetli uzun rakı sofralarına duyulan özlemin ışığında bir şişe tasarladı. Biz de müzisyen, oyuncu, fotoğrafçı, yazar, şef altı konuğa sorduk: En çok neyi özledin? Ceylan Ertem, Ahmet Rıfat Şungar, Ayşegül Karacan, Heja Bozyel, Pınar Taşdemir ve Barış Akpolat cevaplıyor.

Ceylan Ertem en çok neyi özledi?

“Dostlarla çilingir sofrasında buluşup sanki ‘ölmeme günü’ atmosferinde uzun uzun sohbetler edip ilhamlar almayı özledim.”

Ahmet Rıfat Şungar en çok neyi özledi?

“arkadaşlar: abi nerdesin bekliyoruz?
ben:
>”

Ayşegül Karacan en çok neyi özledi?

“Sürpriz ve plansız kalabalıkların buluştuğu sofraları, herkes gittikten sonra masayı toplarken insan seslerinin kafamın içinde tekrar yankılanmasını özledim.“

Heja Bozyel en çok neyi özledi?

“Konserler ve festivaller, sinemalar ve tiyatrolarda önüme hep çok uzun boylu birinin oturması, büyük yemek masalarında kadeh tokuşturmak için uzanmalar, düşünmeden uçağa binmeler, seyahatler, uçaklarda uyuşan bacaklar, yüksek sesle konuşanlara yönelik cık cıklar, daha önce hiç gitmediğim şehirlerde kaybolmalar ve muhtemelen gittiğim yerde unuttuğum bir ceket ya da bere ile çekilen fotoğraflar, yeni restoranlarda yemek tatmalar, yeni insanlarla tanışmalar, yanından geçenin hasta olmasından korkmadan yürümeler… Hepsi hepsi artan bir hızla kalbimin ve beynimin özlem kotasını zorluyor. Özlediklerimin her birini ve günlük hayattaki başka her şeyi ‘korkmadan’, endişelenmeden, tedirgin olmadan yaşama özlemi ise hepsinden ağır basıyor. Üstelik ‘özlem’ duyguların en acımasızlarından biriyken, geleceğe dair belirsizlikle kombo yapınca bir kadeh rakı çok iyi gidiyor be Bant Mag!”

Pınar Taşdemir en çok neyi özledi?

“Mesela Beyoğlu’nda upuzun bir rakı sofrasında sanki hayatımda ‘sosyal mesafe’ kavramı hiç olmamış gibi, bir masada rahatlıkla sıkış pıkış oturabilmeyi özledim. O sofraya insanların plansız programsız dâhil olabilmelerini, masaya iki kişi eklenince ‘gel gel, yer açarız nasıl olsa’ diyebilmeyi özledim. İki duble sonrası her şeyi, herkesi daha fazla sevip, belki o akşam tanıştığım insanlarla yıllardan beri tanışıyormuşuz gibi sohbet etmeyi, hayatıma yeni insanlar katmayı özledim. Saate bakmadan mavra atmayı, eğlenmeyi, gecenin bir yarısı kol kola İstiklal’de yürüyebilmeyi çok özledim. Sanırım en çok, sevdiklerime sıkı sıkı sarılmayı ve öpebilmeyi özledim.”

Barış Akpolat en çok neyi özledi?

“Arkadaşları dostları özlemek, buluşunca sarılmak, hiç olmadı tokalaşmak, omuzdan bir pat pat yapıp ‘naber yahu’ demek en büyük özlem sanırım. Evde birilerini ağırlamak veya kankalarla evin dışında bir yerde buluşup şerefe demek bendeki en büyük hasret şu anda. ‘Selam, nasıl gidiyor?’ ‘Bildiğin gibi hayatta kalmaya çalışıyoruz’ yerine ‘Vaay kimler gelmiş diye kolları açmayı özledim. Eve eş dost tek tek girerken, ‘Abi kaçıncı kattı?’ diye arayanlara son tarifi vermek meğer ne kadar değerliymiş. Kadehler masada, buzlar hazır. Büyük masaya da gerek yok. Bir salata bir haydari bir kadeh ve birkaç arkadaş yeter.”