En çok neyi özlediler?: Meriç Aral ve Efe Tunçer’in çilingir sofrası muhabbeti

İllüstratör ve grafik tasarımcı Beril Ateş, fiziksel mesafelenmenin yaşamın bir zorunluluğu hâline geldiği bu dönemde mesafe tanımayan duygulara, özlem duyulanlara yoğunlaştı ve yeni bir şişe tasarladı. Konduğu masayı güzelleştiren bu şişe, dostlarla kurulan, müzikli, muhabbetli, zamansız ve mekânsız çilingir sofralarının değerinin ve bu sofralara duyulan özlemin renkli bir ifadesi.

Beril Ateş’in şişeyi tasarlama sürecinde çevresine yönelttiği “En çok neyi özledin?” sorusundan yola çıktık ve Meriç Aral ile Efe Tunçer’i meyhaneler kapıları kapatmadan hemen önce bir çilingir sofrasında bir araya getirdik. Acaba en çok neleri özlemişlerdi?

2020’de Biz Böyleyiz filmi ve Kırmızı Oda dizisinde rol alan Meriç Aral, son yıllarda ses getiren birçok yapımda kamera karşısındaydı. Efe Tunçer ise Kral Lear, İstila! ve 24. İstanbul Tiyatro Festivali programında yer alan kOmik gibi dikkat çekici oyunlarla tiyatro sahnesinde adından övgüyle söz ettirmeye devam ediyor. 2018’de terapilerden sonraki sohbetlerinden aldıkları ilhamla start verdikleri podcast serisi Teras Noir’ın yeni bölümünü de geçtiğimiz günlerde paylaşan Aral ve Tunçer ikilisinin muhabbetine buyurun.

Efe Tunçer: Uzun süredir görüşmeyip yasağa birkaç saat kala Moda’da öğle rakısında buluşmak da ayrı bir güzel oldu ha Mero!

Meriç Aral: Bayağıdır görüşemiyoruz, gerçekten çok özledim seni. O zaman artık bana bir servis yaparsın Efe’ciğim.

Efe Tunçer: Zevkle, bu arada şu an bulunduğumuz masanın bir replikasının şişenin üstünde de olması… Beril Ateş çizmiş ki kendisi de iki arka masamızda Caner Eler’le sohbete dalmış durumda.

Meriç Aral: Evet, aynen öyle. Peki sen bu sürede neler yaptın? Kırmızı Oda’da bir oyunculuk tecrüben oldu bu aralar.

Efe Tunçer: Evet, aynı dizide de oynadık.

Meriç Aral: Ama beraber oynayamadık hiç, karşılıklı.

Efe Tunçer: Aslında karşılıklı oynadık ama o bir filme dönüşmedi. Bir oyunculuk deneyimimiz oldu, film değil audition’dı. Ben çok güzel hatırlıyorum, kampa girmişiz gibiydi. Metni de zaten kısa bir oyun gibiydi, uzun vakitlerimizi aldı.

Meriç Aral: Çok eğlendik, çalışmalarımız bizi mutlu etmeye yetti en azından o an için. Umarım bir gün beraber de oynarız. Bunu hep söylüyoruz zaten; artık buradan yapımcılar mı duyar, kimler duyar…

Efe Tunçer: Söylesek bir şey olmaz herhalde, Nuri Bilge Ceylan’ın audition’ıydı. Orada filmi kesin çekeceğiz gibi hissettim ben zaten, o kafaya girdim o esnada. Setteyiz, Gökhan Tiryaki pan yapıyor, seninle konuşuyoruz. Hatta Cannes’dayız!

Meriç Aral: Bu film olmaz belki sonraki filmi olur, belki çok kıymetli başka bir yönetmenin filmi olur. Ama seninle arthouse sinemamızdan bir filmde oynamayı çok isterim. Anadolu’dan değil de daha şehirli karakterlerin olduğu bir oyuncu kadrosunda mesela…

Efe Tunçer: Bence biz seninle La La Land tarzı bir şeyi kıvırırız. Benim şöyle bir hayalim var, son derece nostaljik: 1986 yılından bir çiftiz mesela, öykü Kara Kitap’taki gibi bir dönemde geçiyor. Şu aralar Kara Kitap’ı okuyorum da. Romanın başında bir pasaj var. Boğazın sularının çekildiği, bütün İstanbul’un salgında kırıldığı dönemde Celal, kara bir Cadillac arıyor. Cadillac’ı ve ölmüş çiftin iskeletini görünce en iyi ölüm şeklinin bu olduğuna karar kılıp rahat bir nefes alıyor. O pasaj benim hayatımda okuduğum en iyi üç-beş şeyden biri.

Meriç Aral: Ne kadar şanslısın! Mükemmel bir roman. Orhan Pamuk’un çoğu kitabında hissediyorum bunu ama özellikle Kara Kitap’ta çok aldım şu hissi, “Nasıl ya, nasıl böyle bir şey yazabildiniz beyefendi?” diyerek okumuştum romanı.

Efe Tunçer: Evet, kime bahsetsem keşke okumamış olsaydım diyor. Eve her gidişimde direkt onu açıyorum, öyle söyleyeyim. Eski İstanbul’da geçen bir şeyleri çok iyi kıvırırız gibi geliyor.

Meriç Aral: Olabilir evet, neden olmasın. Ne olursa olsun ben şunu anladım, arthouse sinemada bize daha şehirli roller gidecek! Bugün buraya gelirken, önceden yapabildiğimiz ve şu anki pandemi sürecinde yapamadığımız neleri özlediğimi, mesafesiz duyguları nasıl tanımladığımı düşündüm. Artık 20.00’de mekânlar kapanacak mesela, hafta sonları belirli saatlerde sokağa çıkma yasağı olacak. Kaygısız zamanlarımı özlediğimi fark ettim. Hastalık kapma kaygısı olmadan, maske takmadan yaşadığım zamanları.

Efe Tunçer: Alıştığımızdan geyiğini yapıyoruz ama insanlık olarak çok zor bir şey yaşıyoruz aslında. Bizim “normal” addettiğimiz ve yaparken çok da kıymet vermediğimiz hemen her şeyi özledim ben. Kalabalığı özledim, konserleri mesela.

Meriç Aral: Özellikle maske çok zorlayıcı bir şey. Nefesi alıp verdiğinde karbondioksiti tekrar çekmiş oluyorsun gibi bir durum var. Yazın Harbiye’de konserler oldu, konser hasretimi Duman’a giderek dindirmeye çalıştım. Maskenin içinden bağıra bağıra şarkı söyledim ama öyle konser izlemek gerçekten zulümmüş, ertesi gün başım çok ağrıdı. Sürekli kendi nefesimi içime çekmiştim çünkü. Çok iyi bir konser olsa da maalesef berbat bir deneyimdi.

Efe Tunçer: Bir şeylerin tadını fütursuzca, yabancıların regardless dediği cinsten çıkarmayı çok özledim ben. Bir de bizler mesleki olarak da öyleyiz, kendini bir deneyime bırakmak üzere çalışıyor beynimiz. Şu aralar kendimi bir şeylere bırakamıyorum, hele tiyatroda çok zor oluyor. Haziranda ilk çıktığımızda sorun yoktu, o özlemle ve vaka sayısının az olmasının bilinciyle rahattım. Ama ikisi çok farklıymış; biri hayatta kalmak, biri üretim üzerine ruh hâlleri sonuçta.

Meriç Aral: Peki sence daha iyi üretmek için kafa rahatlığı mı gerekir, yoksa baskı altında olmak mı? Bu dönem büyük bir üretim sürecine de gebe olabilir aslında.

Efe Tunçer: İkisinden de bir doz gerekir bence. Bana göre bir yönüyle üretime sebep olacak zaten, ileride göreceğiz bunu. Hemen görebilmemiz biraz zor sadece.

Meriç Aral: Bu süreçte çok kendi kendine kalıyorsun. Üç-beş insan görüyorsun, asla eski sosyal düzenin olmuyor. Çok kısıtlı bir sosyalleşme alanın var. Bence şu andan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak ve bu duruma teslim olmaktan başka çaremiz de yok.

Efe Tunçer: Ben bu süreçte İstanbul’a bir kere daha âşık oldum yalnız. Yaşadığımız şehre biraz daha dikkat etsek, ne kadar güzel bir alternatif yaratabileceğimizi gördüm. Çok konuşuldu ama benzer bir duyguyu Bir Başkadır’ı izleyince de hissettim ben. Türkiye’deki oyuncuların, yönetmenlerin, yazarların, hikâye anlatıcılarının ne kadar büyük bir potansiyeli olduğunu ve bir tık daha iyi şartlarda neler izletebilirlerdi hissini yaşattı bana.

Meriç Aral: Katılıyorum ama Bir Başkadır’ı izlemeden önce de bu potansiyelin farkındaydık sanki. Büyük aralıklarla da olsa görüyoruz aslında bunları, gösterilebilmesi için daha geniş bir ifade alanı gerekiyor sadece.

Efe Tunçer: Christopher Nolan bir röportajında, 5-6 senedir dünyada organizasyon kavramına bir inançsızlığın hâkim olduğunu söylüyor. Önceden iyi kötü şöyle bir bakış açısı vardı: “Organizasyonu iyi kur, doğru insanları topla, doğru şekilde ilerle ve ortaya güzel bir şeyler çıkartalım.” Üretim bu şekilde ilerliyordu ama son birkaç senede evrildi, artık her şey birey üzerinden dönüyor. “Meriç yapar.” diyorlar mesela. Bilmiyorum, bir şeyleri yaparken doğru organize etmek gerekiyor sanki.

Meriç Aral: Bu son dönemlerde ortaya çıkmış bir alışkanlık. Bahsettiğin şeyi daha çok Türkiye üzerinden düşünmüştüm ben, bu bilinç tüm dünyada varmış demek. Zaten görev ayrımı diye bir şey çok yok bizde. İnsanın ayağına dolanan bir şey aslında bir yandan da; herkesin bir şeylerin ucundan tutma refleksi…

Efe Tunçer: Bunu çok iyi yönetmek lazım, sonra herkes birbirinin işini yapmaya çalışıyor.

Meriç Aral: Bir noktada insanlar başkasının işini yaparken kendi işini yapmayı unutuyor.

Efe Tunçer: Herkes gol atmaya çalışıyor. Bunu yönetmeyi becerebilsek, sanki tadından yenmez bir şeyler çıkacak gibi hissetmeye başladım son zamanlarda.

Meriç Aral: Biraz da iş disiplini ve iş ahlakı konusunu da hatırlamak gerekiyor, oralarda kaybettiğimiz şeyler olabilir.

Efe Tunçer: Başka neleri özlüyorsun bu aralar peki?

Meriç Aral: Aslında ben çok seyahat düşkünü biri değilim, evciyimdir ama bugün yurtdışı seyahatlerini özledim mesela. Ben bile özlediysem bu kadar, gezen insanlar ne yapsın?

Efe Tunçer: “Oitheblog”u biliyor musun? Gezginler, delirmek üzereler şu anda. İyi ki öyle bir mesleğimiz yok. Ben bir de açık söyleyeyim, müzisyenlere çok üzülüyorum. Hep aklımın bir köşesindeler. Sağlık çalışanları, kuryeler, ekonomik sıkıntı yaşayanlar hakkında yorum yapmak haddime değil tabii. Benim çevremdeki insanlar olduğundan bunlara örnek veriyorum.

Meriç Aral: Haklısın. Bence asıl kaygı verici olan şey belirsizlik. Durumumuza dair ciddi bir belirsizlik var ve kimse önünü göremiyor şu anda. Bugünü yaşar atlatırsın bir şekilde ama belirsizlik biraz kaygıyla bağdaşıyor benim kafamda, paradoksal bir durumu var. Türkiye’de yaşıyor olmamızın getirdiği bir şeydir belki de, maalesef. Bir de ben son 20 yılda değer sisteminin çok sarsıldığını ve tam olarak değişmese de sallandığını düşünüyorum. Eskiden “mahalle baskısı” lafı çok kullanılırdı ya… Şimdi o kadar çok kullanılmıyor ama ben gerçekten her birimizin büyük bir mahallede ve büyük bir mahalle baskısıyla yaşadığımızı düşünüyorum. Kolektif bir şekilde hepimize bir şeyler yaşatılıyor sanki. Şu an Türkiye’nin 90’lardaki gibi olmadığını çok net bir şekilde kabul edebiliriz, bunu iyi ya da kötü bir yerden söylemiyorum. Bir şeyler değişti, dönüştü. Yeni renkler, motifler eklenirken bazı şeyler kaybolup gitti. Yaşadığımız yıllar krizlere gebe olmuş, bir sürü insanı üzmüş, yaralamış ya da bazılarını çok mutlu etmiş olsa da ancak bittikten sonra kalıcı etkilerini görebileceğimiz bir süreç. Bu mevzuyu kadınlar ekseninde konuşmak çok zor, homojen bir durum yok ortada. Elbette kim olursa olsun bütün kadınların yaşadığı sıkıntılar, kimliksel açmazlar var ama ben kadınlarla ilgili meselelerin kolayca çözümlenebileceğini düşünmüyorum. Çok farklı bir sürü etmen var çünkü.

Efe Tunçer: Peki en sevdiğin Sezen Aksu şarkısı nedir? Ben net bir cevap buldum da geçenlerde, o yüzden soruyorum bunu.

Meriç Aral: Çok zor bir soru, çok var benim. “Bu Gece”yi çok seviyorum, Ağlamak Güzeldir albümündeki bütün şarkıları seviyorum. “Beni Unutma” da çok güzeldir. Düğün ve Cenaze albümünü de çok severim, gerçi müzikleri Goran Bregović’e aittir ama…

Efe Tunçer: Benim net şekilde “Güllerim Soldu”.

Meriç Aral: Çok güzel bir şarkı.

Efe Tunçer: Müthiş bir şarkı, inanılmaz.

Meriç Aral: Hepsi güzel ya, bilemiyorum. “Seni İstiyorum” da çok güzel ona bakarsan. Levent Yüksel’in Medcezir albümündeki tüm Sezen Aksu şarkıları mükemmel mesela. Peki mesafesiz duygular üzerine düşünürken, en son ne zaman âşık oldun Efe? Ya da âşık olmayı özledin mi?

Efe Tunçer: Bayağı oldu, üç sene oluyor. Boku yedim dedim o anda. Âşık oldum ama sevgili olmadık. Sonuçtan bağımsız olarak birine âşık olmak, o kişiye çok orantısız bir güç vermek gibi… O yüzden çok korkutucu.

Meriç Aral: Ama ya karşındaki de aynısını hissediyorsa?

Efe Tunçer: O zaman kapat konuyu zaten, mükemmel bir şey. “Bütün dünya buna inansa…” oluyorsun birden.

Meriç Aral: Peki senin âşık olduğundaki ilk refleksin, karşındakinin duygusunu bilmeden “Boku yedim.” midir yani? Onun da sana âşık olma ihtimali var sonuçta.

Efe Tunçer: Güzel soru… Kırılganlığını fazladan açık etme durumu oluyor ya, “O da bana âşık değilse ne yapacağım ben?” diyorsun. Ama bu 20’li yaşlarımda daha sertti, artık daha sağduyulu âşık olabiliyorum.

Meriç Aral: Evet ya, bu 20’ler ve 30’lar arasında nasıl böyle dev bir kırılma oluyor acaba? İnanılmaz. Bu kadar olabileceğini düşünmemiştim. Benim 20’lerin sonunda terapiye başlayıp, 30’larıma artık üç sene terapi görmüş biri olarak adım atmam fark yaratmıştır diye düşünüyordum. 30’larına yeni girmiş başkalarıyla konuştuğumda fark ettim ki ciddi bir değişiklik oluyor tüm insanlarda. Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde…

Efe Tunçer: Bence şöyle bir şey var, 27-28 yılda psikolojik bir eşik atlıyorsun. Gerçekten bir dönem kapanıp, başka bir dönem başlıyor bazen. Bir de aşk biraz interaksiyonla ilgili bir şey ya… Bir insanı daha çok görürsen, âşık olma ihtimalin artıyor. Böyle bir şey var yani.

Meriç Aral: Öyle mi dersin?

Efe Tunçer: Ya da âşık oldun, iki ay görme, geçer aşk.

Meriç Aral: Ama bu dediğin romantik dönemlerde aşkından veba olup, yataklara düşüp, mum ışığında terleyerek ölen insanların acılarını pek açıklamıyor Efe!

Efe Tunçer: O zaman şimdiki gibi WhatsApp falan yok tabii. Adam, Belinda’yı görmeye at arabasıyla gidiyor, mum ışığında görüp dönüyor. Bir de bakıyorsun iki ay sonra veba olmuş.

Meriç Aral: Bu senin aşk yorumun bence.

Efe Tunçer: Bir de sizin aşk yorumunuzu duyalım Meriç Aral. Sen daha romantik bakıyorsun, birbirini gerçekten seven iki insanın mutlaka bir arada kalabileceğine inanan, iflah olmaz bir romantik var içinde.

Meriç Aral: Evet, içimde iflah olmaz bir romantik var ama biriyle ne olursa olsun bir arada kalabileceğimi de düşünmüyorum. Eskiden düşünürdüm ama 30’lardan sonra öyle bir geçiş oldu. Geçmişte bu uğurda çok üzüldüm, çok direttim çünkü. Olmuyorsa olmuyordur, olmayınca insan çok daha mutlu oluyor bir kere. Bende senden farklı olarak, âşık olduğumda boku yedim hissi olmuyor. Yoğun bir duygu harmanı dışında çok bir şey hissedemiyorum, o yüzden hiçbir şeyi sorgulayamıyorum. Karnımda uçuşan kelebekler, havada yürüyormuşum da sadece onu gördüğümde ayaklarım yere basıyormuş hissi… Çok uzun süre idare ediyorum zaten bu şekilde. Aşkın o heyecanlı tarafını diri tutmak mutlu ediyor beni.

Efe Tunçer: İki tip hoşlanma var bende. Kalabalıkta, arkadaş ortamında vs. biri ilgimi çekiyor ama çok da kopmuyorum. “Aramızda bir şeyler olabilir ve bunu isterim.” diyorum kendi kendime. Bazen de görüyorum, 10 saniye geçiyor, diyorum ki “Bu!”. “Benim şu an onun yanında olmam lazım, bana çok iyi geliyor.” diyorum. Karşı koyamadığım bir çekim yaşıyorum yani. Sende de var mı böyle bir fark?

Meriç Aral: Bende daha keskin bir şekilde şöyle oluyor; çok kısa bir süre içinde o kişiyle olmak isteyip istemediğimi anlayabiliyorum. Gerçekten emin olup tüm varoluşumla başlıyorum ilişkiye, öbür türlüsünü sürdüremiyorum. “Hmm tatlı biri mi aslında?” dediğim durumlar çok kötü sonuçlandı genelde.

Efe Tunçer: O bahsettiğimiz his ne acaba? Aşk, karşı konulmaz bir çekim hissetme midir acaba? Ama bu çekim karşılıksız da olabiliyor; böylesine güçlü bir şeyi nasıl yanlış anlayabilir ki insan?

Meriç Aral: Sen kendi hislerini yanlış anlamıyorsun ki… Karşındakinin hissini de kontrol edemezsin sonuçta. Çarpılıyorsun ve “Ben bu insanı görmeden yaşayamam, onsuz bir hayat olamaz.” kafasına giriyorsun. Öbür türlüsünde ise çok yoğun bir şey hissetmediğin için umursama seviyen değişiyor zaten.

Efe Tunçer: Bir taraftan şunu istiyorum, sen bu kadar büyük bir şey hissediyorsan, hissedilen kişi de anlıyor olmalı.

Meriç Aral: Anlıyordur mutlaka, bunlar güçlü duygular Efe. Karşılığı olmayabilir işte. Böyle düşününce bu kadar çok insanın birbirine aynı anda âşık olması ne kadar zor bir şey geliyor… Ama oldu mu da oluyor.

Efe Tunçer: Darısı başıma diyelim Mero.

Meriç Aral: İnşallah Efe’ciğim.

Efe Tunçer: Türkiye’den çok canlandırmak istediğin, popüler bir figür? Mesela Nejat İşler, Kaybedenler Kulübü’nün çekileceğini duyunca “Pekâlâ, Kaan’ı ben oynuyorum. Kadroya almazsanız gelir seti basar, zorluk çıkarırım.” demiş (!) Sana bunu yaptıracak bir rol var mı?

Meriç Aral: Sanırım öyle biri yok ya, seçilmezsem kapı bacayı yıkarım diyebileceğim. Geçenlerde çok oynamak isteyeceğim birini buldum, şu an adını hatırlayamasam da. Popüler değil ama tarihî bir figürdü. Bir de benim iyi bir polisiyede oynama isteğim var çok fazla. O kadar çok istiyorum ki…

Efe Tunçer: Şöyle bir şey yapabilir miyiz? Orhan Pamuk’tan uyarlansın, Berkun Oya uyarlasın, biz oynayalım.

Meriç Aral: O zaman kapı baca kırabilirim işte. Peki senin var mı hiç “Rauf Denktaş’ı canlandırmak isterdim.” gibi düşüncelerin?

Efe Tunçer: Gerçekten diyorum, Onno Tunç. O dönemi biri çekecek bence zaten.

Meriç Aral: Yalnız senden Onno Tunç olur hakikaten. Sezen Aksu zor ama benden de Yıldız Tilbe olur bu arada. The Crown izliyorum ya ben… İlk iki sezon kraliçeyi Claire Foy oynadı, şu aralar Olivia Colman oynuyor. Aslında baktığında ikisi birbirinden çok farklı tipte insanlar, oyuncular. Ama ikisinden de kraliçe oluyor. Colman dünyada II. Elizabeth’e en benzeyen insan değil muhtemelen ama “o” olabiliyor yani. Türkiye’de de Tarkan’ın, Sezen Aksu’nun enerjisini verecek oyuncular vardır mutlaka.

Efe Tunçer: 30’larımıza falan kafayı çok takıyoruz ya, biraz sebebi de şu bence, bizim kişisel tarihimiz de yeni yeni şekilleniyor. Biz 24-25 yaşında çocuklardık bundan birkaç yıl önce, öyle çok da geriye dönüp bakabileceğimiz bir külliyat yoktu. Şimdi yeni yeni anlıyoruz ki bizler de bir geçmiş yaşamışız. Çocukluğumuzda bir şey duymuşuz, kulağımıza bir şeyler çalınmış, belirli figürlerle büyümüşüz. İnsanlar şu dönemlerimizi nasıl hatırlayacak, bizim jenerasyonumuz ileride nasıl hatırlanacak, çok merak ediyorum.

Meriç Aral: Bizim jenerasyonumuz çok tuhaf bir jenerasyon, çok fazla geçişe tanık olduk çünkü. Ben şu an büyüyen çocukları daha da merak ediyorum. 90’larda, biz çocukken, 70’ler çok eskiymiş gibi değildi. 70’lerde aktif olan şarkıcılar, müzisyenler, sinemacılar hâlâ aktifti. Hatta 60’lardakiler bile az çok biliniyordu, fi tarihi gibi konuşulmuyordu. Ben o yüzden çok şanslı buluyorum bizleri, çok kıymetli bir dönemi gördük ya da en azından birinci ağızdan duyduk. Şimdi büyüyenler kültürel olarak ne görüyorlar, nereden besleniyorlar bilmiyoruz. Daha kötüsü bizden besleniyor da olabilirler! Öyle ya da böyle kültür sanat hayatını şekillendiren insanlarsak bununla ilgili bir şey yapmamız gerekiyor da yapmıyor muyuz acaba, bilemiyorum. Çünkü birilerinin büyüğüyüz hakikaten. Medcezir izleyen çocuklar büyüdüler şimdi örneğin ve bu bana çok tuhaf geliyor.

Efe Tunçer: İçinde çok büyük bir boşluk duygusu olmayan kişi, ortaya çok iyi bir sanat eseri koyabilir mi sence? Bence koyamaz, gerek duymaz.

Meriç Aral: Boşluk duygusunu iyi tanımlamamız lazım. Onu tetikleyen şeyin neyle ilgili olduğu önemli, boşluk duygusundan değil de başka bir şeyden tetikleniyor da olabilir.

Efe Tunçer: Nereye gitse hep bir boşluk, hep bir eksiklik hisseden biri… Bence gerekli bu.

Meriç Aral: Gerekli olan şeylerden biri olduğuna katılıyorum ama bence yalnız o değil. Önceden şöyle düşünürdüm; bir şey ortaya koymak için gereken şey içindeki boşluk ve biriktirdiğin tüm duygulardır, bir anda hepsi hücum eder ve seni üretmeye iter. Öyle bir şey yok bence, artık buna eminim. Bir şeylerin başına oturmadan gerçekten yazmış olmuyorsun ya da çalışmadan iyi bir resim yapamıyorsun. Çok büyük bir deha değilsen bunlar kendi kendine gelişen süreçler değil.

Efe Tunçer: Bir laf duymuştum; “Yaratıcılık doğru alınmış kararlardır.” Senin o çatıyı kurman lazım, içine ilham dolarsa dolar.

Meriç Aral: Kesinlikle. Doğru alınmış kararlar çok önemli bir etken. Çatıyı kurman için de yaratıcı mı olman lazım acaba?

Efe Tunçer: Biraz döngüsel bir şey, evet. Döngüselliğe sokan şey ne olabilir, onu çok merak ediyorum ben.

Meriç Aral: Birçok şey var içinde, tek bir şey değil yani. “Bir gün bir şeyler oldu ve yazdım.” gibi bir durum yok yani, seni o zamana kadar getirenler tarafından bir noktaya itiliyorsun. Tuhaf bir şekilde, babamı kaybettikten sonra, beynimin o kısımları daha çok çalışmaya başladı. Yazmaya, oynamaya, oynamakla ilgili düşünmeye, yaratmaya teşvik etti beni. Yas süreci bir mana arayışına sokuyor insanı. O arayış içinde de yaratıcı bir taraf tetikleniyor. Hayata bakışım, “Teras Noir”a bakışım bile değişti. Bunların hepsi yaşamsal bir şeyin tezahürü gibi geliyor bana. Sadece içteki dev boşluk değil yani.

Efe Tunçer: Hepimizin başına er ya da geç gelecek bir şey yaşadın. Tanıdığım en dirayetli insanlardan birisin, bu özelliğine çok da hayranlık duyarak bir şey sormak istiyorum. Eminim ki her yere taşıyorsun ona olan özlemini. Ne yapıyorsun bu duyguyla?

Meriç Aral: Bu duygunun tabii ki dönemleri var. Bir noktada, ki o nokta tam olarak neresi bilmiyorum, “Ben artık böyle biriyim, hep bir özlemle yaşayacağım, bu geçip gitmeyecek.” deniyor. Bu kaybı yaşamış biri olarak var olacağını ve bununla yaşamını sürdüreceğini kabulleniyorsun. İlk başlarda çok korkutucu oluyor bu his, “Böyle nasıl yaşanır ki?” diye soruyorsun. Ama içselleştiriyorsun bir yerden sonra. Dediğin gibi herkesin başına geliyor; ben bu şekilde, başkası farklı türlü deneyimlemiştir. Hayatıma ve kimliğime katarak, hücrelerime işleyerek yaşadım, yaşıyorum bu hissi. Yas, birini kaybetmek çok dönüştürücü, çok tuhaf bir şeymiş. Yaşamadan bilemezsin denir ya, gerçekten öyleymiş.

Efe Tunçer: Çok teşekkür ederim bu şekilde cevapladığın için.

Meriç Aral: Ne demek Efe, biz beraber atlattık zaten bu süreci. Sen hep oradaydın.

Fotoğraflar: Deniz Bankal – Deşifre: Merdan Çaba Geçer