Fatboy Slim ve gönlünce parti yapma hakkı: Right Here Right Now

Yazı: Utkan Çınar

2002 yazında Brighton’da gerçekleşen bir Fatboy Slim konserini konu ediyor Right Here Right Now belgeseli. Jak Hutchcraft’ın yönetmenliğini üstlendiği ilk uzun metraj, beklenenin yaklaşık dört katı insan kalabalığı ile kentin ev sahipliği yaptığı en kalabalık rave deneyimlerinden birine dönüşen geceyi hem arşiv görüntüleri hem de ilgi çekici röportajlar ile anlatıyor.

Ne hakkında?

Fatboy Slim, ya da gerçek ismiyle Norman Cook’un şöhretinin doruğundayken memleketi Brighton’da sahilde bedava bir konser yapma çabası. Ama beklenen 60-80 bin kişi yerine sahili 250 bin kişi doldurunca neler olacaktır?

Zaman dilimi ve mekân

Yer Brighton, sene 2002.

İlk intiba?

Yapımın fragmanında da başlarında da hep kötü bir şeyler olacakmış hissi var. Evet, çok kolay kotarılmış bir akşam olmadığı belli ama son yıllarda hep trajedilerle dolu yapımlar izlemenin zihnimizde böyle refleksler yarattığını da fark etmiş oldum.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

O dönemler Fatboy Slim’in ne kadar popüler olduğunu hatırlamak lazım. Özellikle 1998 tarihli You’ve Come a Long Way, Baby ve 2000 çıkışlı Halfway Between the Gutter and the Stars albümleri bir DJ tarafından yayımlanmış ve sample mantığıyla üretilmiş, tarihteki en popüler albümler olsa gerek. Yani belgeselde de öğrendiğimiz gibi gecesi 500 bin dolara iş ayarlayabilen birinden bahsediyoruz. 

En çok neyi sevdin?

Konserle ilgili bolca arşiv videosu ve fotoğraf var ki bu işi zenginleştiriyor. Konsere katılan sıradan insanlar, etkinliği takip eden basın mensupları ve yine dinleyiciler arasında olan Simon Pegg, Nick Frost, John Simm gibi görece ünlü aktörlerin akşamla ilgili hatıralarını dinliyoruz. Genel montaj, müzik kullanımı ise gayet kıvrak, ritmi yerli yerinde. Setinden örnekler duyduğumuz Fatboy Slim’in de ne kadar yetenekli olduğunu da tekrar tecrübe etmek güzel. Ustaca iş çıkarılmış. Belli bir draması olmayan olayı ilgi çekici kılabilmiş ilk işini izlediğimiz yönetmen Jak Hutchcraft. Bir de söylemeden duramayacağım; çok sıkıcı olacağına eminim ama Thom Yorke’un hayatıyla ilgili bir film yapılsa herhâlde onu canlandıracak kişi John Simm’den başkası olamazdı.

En az neyi sevdin?

Belgeselle ilgili sevmediğim bir şey olmadı. Belki Cook’un setinden daha çok müzik dinleyebilirdik. Bir de katılımcıların sahilde arkada bıraktıkları çöp yığını hakikaten sıkıcıydı. 

Modunu nasıl etkiledi?

Rahatlıkla iyi etkilediğini söyleyebilirim. 2002 yılında Türkiye’de de H2000’le katıldığım festival furyasını yaşayıp tecrübe edebilmiş olduğum için kendimi çok mutlu ve şanslı hissettim. O zamanlar bu etkinliklere katılanlarla aşinalık, tanış olma, o topluluk, kuşak hissini ne kadar değerli olduğunu tekrar düşündüm. 

Kimler sever?

Etkinliklerle arası olan herkes için bir şeyler var. DJ’lik işiyle uğraşan, uğraşmak isteyenler için tüyo olabilecek anlar; etkinlik düzenleme ve yönetimi üzerine çalışan, çalışmak isteyenler için de özellikle bolca done var. Hatta belediyecilikle ilgili bile fikir edinme şansı olduğunu düşünüyorum. 

Bunu seven şunları da sever 

Festivallerle ilgili son yıllardaki en dikkat çekici işlerden, 2021 çıkışlı Woodstock 99: Peace, Love, and Rage ve aynı konuyu daha geniş ele alan Trainwreck: Woodstock ’99 geliyor ilk akla. Tabii bunun kadar keyifli bir tecrübeyi anlatmıyorlar. Ayrıca festival düzenleme işinin nasıl sarpa sarabildiğini anlatan Fyre ve Fyre Fraud’dan da bahsetmeli. Aralarından Fyre’ın daha iyi eleştiriler aldığını hatırlatalım. Bir de müzik belgeselleri konusunda en sevdiğim abilerden Julien Temple’ın 2006 tarihli Glastonbury’sini de es geçmeyeyim. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar…

İzlerken son on yılda özellikle bizdeki genç kuşağın bu tarz pozitif bir araya gelme hâlinden nasıl mahrum bırakıldığını düşününce çok canım sıkıldı tabi. Gezi’den beri sadece protestolar, negatifliklerle bir aradalık hissi sağlanabildi sadece. Son 20 yılda tamamen sterilleşen ve yine tamamen ticarileşen festivallerin ruhlarını kaybettiği kesin ama yine de hiç olmamalarından daha iyidir.