Bitiş noktasına yolculuk: Forest Swords ile konuştuk

Röportaj: Burcu Teker

Matthew Edward Barnes ya da kendisini tanıdığımız sahne ismiyle Forest Swords, son yıllarda filmler, video oyunları ve baleler için yaptığı kompozisyonların ardından yeni bir stüdyo albümüyle döndü sahalara. Ninja Tune etiketiyle yayımlanan Bolted, 2017 tarihli son albüm Compassion’a kıyasla daha matemli, daha karanlık. Albümün audio+visual turnesinin bu seneki son konseri için 16 Aralık’ta Salon İKSV’ye konuk olacak Forest Swords ile hem elektronik müziğe dair ilk hatıralarını hem de Bolted albümünün ardındakileri konuştuk.

+1 Sunar: Forest Swords konserinin biletlerine buradan ulaşabilirsiniz.


“Müziği yazarken bile devamlı görsel olarak düşünürüm: Şarkılarımdaki seslerin doku olarak nasıl hissettirdiğini, melodilerin belirli bir renk hissi verip vermediğini, ses öğelerinin işitsel bir uzamda konumlandırılma biçimlerini… “

Elektronik müzikle ilk temasın ne zaman ve nasıl gerçekleşti?

Rock, punk ve post rock dinleyerek büyüdüm; elektronik müziğe ilgi duymaya başlamam üniversite yıllarıma denk geliyor. Sanat okuluna gidiyordum ve insanlar stüdyolarda Aphex Twin, Autechre, DJ Shadow ve 2000’lerin başından UK grime çalıyordu. Tümüyle yeni bir ses dilini ve onunla neler yapılabileceğini gösterdi bu bana. Sonraki birkaç yılı işin içine dalarak ve keşfederek, kulüplere giderek, bu konuda neyin özel olduğunu öğrenmeye çalışarak geçirdim. Ardından laptop’umda müzik denemeleri yapmaya başladım ve post rock, punk gibi sevdiğim müzik dokularını keşfettiğim bu yeni dile dâhil ettim.

Bir tarafta elektronik müziğin insan ruhunu gerçek anlamda yansıtmadığını iddia edenler; diğer tarafta enstrüman seçimleri, tasarım gibi süreçler her hâlükarda insan elinden çıktığından türlü duyguyu içinde barındırdığını savunanlar var. Seni ikinci seçeneğe iten ne oldu?

Eğer bir yerde yaratım sürecine dâhil olan bir insan varsa, doğal olarak insanî duygu unsuru da olacaktır diye düşünüyorum. İster çello çalıyor olun, ister bir sampler üzerinde ritim yaratıyor olun fark etmiyor. Bir melodi, doku ya da bir ritim yaratmak için kararlar veriyorsunuz ve bu sürecin önemli bir kısmı tümüyle hissiyata ve duygulara dayanıyor. Kendi adıma, yaptığım müziğin kuyruklu bir piyanoda yazılmadığı için duygusal açıdan daha az güçlü olduğunu düşünmüyorum. Makine ve bilgisayarlar üzerinde de aynı zihinsel ve fiziksel çabayı sergiliyorum.

Bolted önceki çalışmalarına kıyasla çok daha karanlık ve atmosferik bir albüm. Yaratım süreci ve ilham kaynakları diğer albümlerinden nasıl ayrılıyor? 

Liverpool’da eski bir fabrikada konumlanan stüdyomdaydım, yazma sürecinin büyük bir kısmında bacağımda bir sakatlık vardı, doğru düzgün yürüyemiyordum; albümü uzun ve soğuk bir kış döneminde kaydettim. Etkilendiğim sesler önceki çalışmalarıma nazaran daha ağır ve sertti. Kendimi eskisinden çok daha hüzünlü hissediyordum sanırım. Bu süreçte, güçlü ritimleri ve daha deforme, bozuk sesleri gün boyu dinlemenin oldukça rahatlatıcı olduğunu keşfettim. Kulağa coşkulu, olabildiğince güzel ve groovy gelmesini de istedim bir yandan, bu yüzden ilk albümlerimden keyif alan insanların Bolted’a mesafeli kalacaklarını sanmıyorum. Müzik hâlâ aynı DNA’ya ve kalbe sahip, kulağa tanıdık geliyor; yalnızca bir miktar farklı bir çerçevede.

Ghosts of Sugar Land, The Machine Air gibi filmlerin soundtrackleri, Emma Portner’ın Norveç Ulusal Balesi’ndeki performans parçası ve son olarak Microsoft video oyunu As Dusk Falls’un müzikleri sana emanetti. Bolted bu formatlardan birine uyarlanacak olsaydı, sence en uygunu hangisi olurdu?

Bu güzel bir soru. Bence dans performansı ya da filmden ziyâde bir video oyunu olurdu. Her şarkı başlı başına ayrı bir video oyunu bölümü gibi hissettiriyor ve parça listesi, “bitiş noktasına yolculuk” hissi verecek şekilde yapılandırılmış durumda. Belki biraz DOOM ya da Half Life‘a benzetilebilir: tuhaf yerler keşfettiğiniz, zifiri karanlıkta lazerlerle ateş ettiğiniz klasik retro tek kişilik oyunlardan biri…

Albümün kapak görseli de senin ellerinden çıkma. Grafik tasarım geçmişin Forest Swords müziğiyle nasıl paslaşıyor?

Kullandığım sesler de dâhil olmak üzere yaptığım her seçimin özünde bu var aslında. Müziği yazarken bile devamlı görsel olarak düşünürüm: Şarkılarımdaki seslerin doku olarak nasıl hissettirdiğini, melodilerin belirli bir renk hissi verip vermediğini, ses öğelerinin işitsel bir uzamda konumlandırılma biçimlerini… Bir albüm, plak kapağı, dergi ya da kitap tasarlarken de aynı şeyleri düşünüyorum; sadece farklı bir formatta.

İstanbul konserin çok yakın ve seni yeniden canlı dinlemeyi heyecanla bekleyen bir kalabalık var burada. Peki sence hangisi daha tatmin edici: Yaratım sürecinde zihninde canlandırdıklarının kayıt aşamasında yerli yerine oturması mı yoksa canlı performanstan alınan haz mı?

İkisi de harika ve birbirinden farklı deneyimler. Stüdyoda sesleri, ritimleri ya da melodileri yaratmaktan; onları, olması gerektiğini düşündüğüm şekilde mükemmel hâle getirmekten büyük keyif alıyorum. Hele ki bunları canlı bir ortama taşımak ve kalabalıklarla paylaşmak… Bu gerçekten minnettar olduğum bir olgu; özellikle de bunu bir daha asla yapamayacağımı düşündüğüm pandemi sürecinden sonra. Konserlerin; “sahnede performans sergileyen biri var” fikrinin ötesinde, gerçek manada paylaşılan bir deneyim gibi hissedilmesinden, mekândaki herkesi aynı frekansa getirmeye çalışmaktan zevk duyuyorum. Bu anlar çoğunlukla spontane gelişiyor ve muhteşem hissettiriyor, şehirden şehre de farklılık gösterebiliyor.

Bolted dışında 2023’ü hangi albümle hatırlayacaksın? Bu yıl en çok ne dinledin? Okurlarımıza önerebileceğin yeni keşiflerin var mı?

Bu yıl kendi müziğimle o kadar meşguldüm ki yeni çıkanların çoğunu dinleme fırsatım olmadı. Epey gerideyim. 2023’te en çok dinlediğim albümün Seefeel – Quique olduğunu söyleyebilirim ama. 90’ların başından, şahane, hipnotik, hafif bir electronica. Bu yıl benim için oldukça yoğun geçti ve kendimi stresli veya endişeli hissettiğimde beynim ile bedenimi aynı anda rahatlatabilen yegâne gruplardan biri Seefeel’dı kesinlikle. Müzik üzerine sürekli olarak kafa yorduğum için en yeniyi aramak yerine gerçekten bağ kurduğum albümleri bulmakla daha çok ilgileniyorum bugünlerde.