Oyun oynamanın neresi politik?: guguou - Worlbmon

Yazı: Berk Sayan - İllüstrasyon: Mert Öztekin

İstanbullu deneysel-pop topluluğu guguou yeni albüm Worlbmon’u Shalgam Records etiketiyle yayınladı. “Yürür İnsan Kalbiyle” isimli teklinin ardından, albümden şarkılara yapılmış animasyon videolar da bir bir önümüze düşmeye devam ediyor. Albümün genel hatlarını seslerin manipüle edilerek kullanıldığı, ritmin ön planda olduğu, krautrock ve psikedelik pop gibi estetiklerden etkilenmiş bir ses havuzu şekillendiriyor.

İlk albümleri Pas Matri’de de gördüğümüz çocuk şarkılarını anımsatan şarkı sözleri ve prozodiyi müziklerinin önemli figürlerinden biri hâline getiren stilleri yeni albüm Worlbmon’da altı daha kalın çizilmiş bir biçimde dikkat çekiyor. Yansıma seslerin ve tekerlemelerin kullanımı ve kreş günlerini anımsatan türden “koro vokaller” sayesinde çiziliyor bu kalın çizgi. Bunun yanında çok basit bir felsefeyle kendi idealini yaratmaktan da geri durmuyorlar; çağdaş insana eleştiri getiriyor (“Kedinin Dansı”) ve yalın bir biçimde ama çok derinden hislerle sevgiyi yaymaya gayret ediyor (“Yürür İnsan Kalbiyle”). Bunun dışında kalan anlarda ise gerçeğin üzerinde hayallerin ve sisin arasında adım adım geziyor, dünyadan imajları montajlayarak rüya bir evren yaratıyorlar. Gerçeküstüne olan meyilin, gözümüzün önünden akıp geçen görüntüleri kabul etmemekle doğrudan bir ilişkisi olduğunu da unutmayalım: “Alabildiğine büyüktü yaşama sabırsızlığımız. O oranda da çağdaş denen uygarlığın bütün görünüşlerinden nefret ediyorduk. Bütün dayanaklarından, mantığından, dilinden…”*

guguou için HaZaVuZu deneyiminin damıtılmış en saf hâli demek belki tam olarak doğru değil ama ekibin kolektif üretimiyle doğan pratiklerin yarattığı suretlerden biri olduğu bilinen bir gerçek. Güneş Terkol, Güçlü Öztekin ve Oğuz Erdin’den oluşan guguou’nun deneysel-pop müziğine avangart yakıştırması yapılıyor. Avangart, illa ki kompleks olmak ya da onu öncü kılan fikrini derine gizlemek, ileri seviyede bir sanat okur yazarlığını şart koşmak zorunda değil. Tam tersine bir yol izleyerek de ulaşılabilir öncül pozisyona. guguou’da bu tersineliği gözlemliyoruz. Daha ilkel ve çocuksu olmak, bu sayede aktarılanı basit ve erişilebilir kılmak, hem müzikte bulduğumuz haz duygusunu yoğunlaştırıyor hem de kendi sanatsal mahiyetine bir katma değer ekliyor. Sanatta ve müzikte uzmanlaşmaya atfedilen değerleri alaşağı ederek sitüasyonistlerden yadigar kalan, sanatın yaygın metodlarını kullanarak tasarlanan bozguncu geleneği de bir anlamda sürdürmüş oluyorlar.

İlkellik ve çocuksuluk niteliklerinin desteğiyle sanat ve izleyici arasındaki bariyeri kaldırabilme potansiyeli taşımaları, onları büyülü kılan asıl şey bence. Müziğin üretenler ve dinleyenler / gösteri ve izleyicisi diyalektiğinde yaşadığı sıkışmışlık üzerine düşündüren bir biçime sahipler. HaZaVuZu’nun kolektif üretim biçiminin yarattığı “özgür oyun” zemini guguou’nun varoluşunun taşlarını örmüş vaziyette. Üstelik bu oyun parkında herkese yetecek kadar yer var. Çocukluk zamanlarınızı hatırlayın, kreş ve okul günlerini mesela. Topluca şarkı söylediğimiz, sağa sola vurarak ritim tutturduğumuz zamanları. Bu müzik ister bir kaynaktan gelsin ister bir öğretmen tarafından söylensin, o şarkılara eşliğimiz esnasında öznesiyizdir müziğin. guguou müziğinin de benzer etkiye sahip olduğunu düşünüyorum. Bunu bir temsil olmanın ötesinde ne kadar gerçekleyebiliyorlar belki tartışılır ancak en azından ortaya koydukları müziğin biçimi bize geride bıraktığımız bazı alışkanlıkları hatırlatmasıyla değer kazanıyor. Tartışmayı başlatmak gibi ciddi bir iş görüyor diyelim en azından, dağıtım ve yayım yolları endüstrinin yöntemleri olsa da biçim olarak eleştirel bir yerde durmayı başarıyorlar.

Ayrıca gösteri ve izleyici ikiliği adına belki henüz sadece fikir (ya da sadece duygu) seviyesinde olsa da bir çıkış yolunu aydınlattıklarını söyleyebiliriz. Onların müziğine ritim tutarak katılmak, sesler çıkarmak, belki bir düdükle eşlik etmek, müziğin gerçekten parçası olmak anlamına gelebilir. guguou dinlerken kaynaktan gelene karşı edilgen durumumuzun sona ermesi bir ütopya olarak konumlanmıyor zihinde, erişim yollarının açık olduğu bir ideal oluveriyor sanki. Bu imkânın en büyük besleyicisi, eseri, işi ortaya koyarken giriştikleri eylemi oyuna çevirmiş olmak becerisiyse; uzmanlık ve profesyonellik ile açık bir ilişki içinde olmamaları da bir o kadar katkı sağlıyor. Bu sayede bireyselliğe hapsolmaktan kurtarıyorlar müziklerini. Yetenek, eğitim ve becerinin reddi, profesyonelliğin kibrini ortadan kaldırıyor, otoriterleşmeye mesafe almamızı sağlıyor. Tüm bu sebeplerle yaptıkları işin politik olduğunu söyleyebiliyoruz. Tabii canlı performansların çağın kamusal alanlarında, konser salonlarında, galerilerde sergilenmesi itibarıyla gösterinin parçası olma, bir temsile dönüşerek şeyleşme gibi eleştirilere açık olsa da guguou’nun ayin-vari sahnesi, maskeleri, kostümleri, en azından oyun oynamayı erişkinlere hatırlatması adına anlamlı görünüyor. Aynı zamanda bu sembolleri kullanarak karşımızda bir gösterinin sahnelendiğini tekrar tekrar hatırlatmaları da gösteriye karşı bir taarruz olarak adlandırılabilir.

FezGez performans videosundan

guguou müziğinin sanat karşısında rollerimize dair yarattığı hislerin ve sebep olduğu sorgunun neden bir önem atfettiğini son olarak Gündüz Vassaf’tan sufle alarak belki biraz daha berraklaştırabiliriz**. Cemaatten topluma geçerken bireyler olarak yaşamın bazı ifade biçimlerine ilişkin faaliyetlerden uzaklaştık. Bunların başında da müzik geliyor. Evlerdeki müzik aletlerinin yerini kasetçalarlar aldı ve birey edilgen bir pozisyona geçti. İcracılığa devam edenler de bunu profesyonellik ve hobi başlıkları altında devam ettirdiler. Müzik endüstrileşirken giderek bireyselleşti ve bu durum doğal olarak müzisyen ve izleyici arasındaki uçurumu derinleştirdi. Uzmanlaşma arttı, kolektif üretim azaldı, sanatın sosyal zemini kayboldu. Bunun müziği giderek totaliterleştirdiğini söylüyor Vassaf. Buradan yola çıkarak guguou’nun müziğinde üretim aşamasında ve biçimsel olarak otoriterleşmeye bir karşı duruş gözlemliyoruz. Endüstrileşme yolunda müzik ya hayatın ikamesi olarak bir pozisyon edindi kendine ya da kriterleri epey muğlak bir değer yarışının atletliğine soyundu. Ancak guguou bu eğilimlere mesafeli durma ve onların yöntemlerini kullanarak sorular sorma, eleştiri getirme konusunda ısrarcı. Bu sebeple de çölde bir vaha niteliği taşıyorlar.

*Tristan Tzara
**Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü