Uyanıklar ve uyku hâlindekiler: Güneşin Öldüğü Gün üzerine

İthaki Yayınları’ndan Erdem Kurtuldu’nun çevirisiyle çıkan Yan Lianke romanı Güneşin Öldüğü Gün; çöken geceyle birlikte uyku hâlindeki insanların güneş sanki batmamış gibi günlük işlerine devam ettiği, en derindeki arzuların bu vesileyle gün yüzüne çıktığı bir gerçekliği konu alıyor.

Zaman dilimi ve mekân: 

Yaz mevsimi, Çin’in güneyindeki Gaotian kasabası.

Ne hakkında? Hikâye ne?

Haziran ayı başında, gerçekte de var olan Gaotian’dayız. 14 yaşındaki Li Niannian, ailesinin cenaze malzemeleri sattığı dükkânlarında onlara yardım ediyor. Boş vakitlerinde komşuları Yan Lianke’nin romanlarını tekrar tekrar okurken buluyor kendini. 

Hikâyenin geçtiği gün bütün kasaba halkı uykularında gezmeye, konuşmaya ya da tarlalarını sürmeye başlıyor. Kaos ve şiddet büyürken, güneşin bile doğmayı bıraktığı o gece, ülkenin geçmişi de halkın yakasına yapışıyor. Bilinçaltı ve sırlar bir bir açığa çıkarken, ışığı geri getirme görevini Li ve babası üstleniyor.

Okumadan önce bilmemiz gerekenler

Roman aslında 2013’te devlet başkanı Xi Pinjing’in gündeme getirdiği Çin Rüyası isimli ideolojiye dayanıyor. Yazarın diğer kitaplarının tonunu belirleyen politik hiciv ve eleştiri, burada da kendine oldukça büyük bir yer bulmuş. Kimi Yan Lianke eserlerinin bu sebeple Çin hükümeti tarafından sansürlendiğini ekleyelim.

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Romana dair sevdiğim ilk şey; insan doğasına dair dikkate değer çıkarımlar yapıyor olması, hangi koşullar altında birbirimize nasıl davrandığımızın portresini başarıyla çizmesi. Uyanıklık ve uyku hâli arasındaki farklar oldukça çarpıcı örneklerle sunulmuş. Rüya ve kabus çok ince bir çizgidir, diyor Lianke. 

Sevdiğim diğer bir detay ise yazarın romanda bir karakter olarak kendisine yer vermesi. Yan Lianke baş kahraman Li’nin komşusu ve uyurgezer kasaba halkından biri. Li elinden düşürmediği kitaplarından bol bol alıntı yaparken, bazen de onun ağzından kendini acımasızca yeriyor yazar.

En az neyi sevdin?

Sevmediğim tek şey cümle tekrarları oldu. Belli ki bu, bir stil olarak belirlenmiş ve romanın kendine ait tonunu oluşturmuş fakat bazı yerlerde akıcılığı zorladı.

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

İlk bölümler oldukça sürükleyiciydi fakat sonrasında tempo bir tık yavaşlıyor. Yine de merak ettiren, bir çırpıda okunabilen bir roman.

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Çin Rüyası’nı arattım.

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Tüm hikâyeyi şekillendiren, güzel bir metafor. Güneş ölürse sadece yeryüzü değil, tüm insanlık karanlığa gömülür.

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu? 

Sansürün ve yasakların bitmediği, bağnazlığın ve körü körüne bağlılığın hüküm sürdüğü, güneşin öldüğü ülkelerde ışığı nasıl geri getiririz?

Formu dolduran: Elif Acun