Halil Altındere ve Das Art Project: Welcome to Homeland

Halil Altındere’nin üç kıtaya yayılmış mülteci krizini ele alan üç işini bir arada yerleştiren Welcome to Homeland , 14 Eylül – 21 Ekim tarihleri arasında Cihangir Sadık Paşa Konağı’nda sergilendi. İstanbul’un pek bilinmeyen, metruk binalarını kısıtlı süreler için güncel sanat mekânlarına dönüştüren Das Art Project‘in küratörlüğünü yaptığı Welcome to Homeland hakkında Halil Altındere ve Das Art Project üyeleriyle söyleştik.

Röportaj: Mehmet Ekinci – Sergi fotoğrafları: Rıdvan Bayrakoğlu

Halil Altındere ile Das Art Project’in (DAP) yolları nasıl kesişti? İsterseniz oradan başlayalım.

Halil Altındere: Geçen yıl, Haydarpaşa’nın arka tarafındaki Muhacir Misafirhanesi’nde iki günlük bir sergi vardı. Bir arkadaşım ısrarla bu sergiye gitmemi tavsiye etti ve ben her şeyi bırakıp akşamüzeri gittim. Tabii hava kararmıştı ve atıl bir bina, elektrik sınırlı, böyle karanlıkta tanıştık.

Bu hangi serginiz? “Genetiğiyle Oynanmış” mı?

Alper Turan: Yok, o değil. Burada bahsettiğimiz sergi “Oksitosin: Güven üzerine Denemeler”, ilk sergimizdi, daha önceydi. Mimar Kemaleddin’in inşa ettiği Muhacir Misafirhanesi’nde düzenledik Ekim 2016’da.

H.A.: Cilalı alanlarda, güzel kokteyllerde, bol parlak granit zeminli beyaz galerilerin olduğu bir dönemde, böyle atıl ve alternatif bir mekânda, kısa süreli ve düşük bütçeli, düşük teknolojili bir sergi olması ilgimi çekmişti. DAP’ın kendi platformunu yaratıp, kendi jenerasyonundan no-name isimleri alıp, onlarla birlikte bir gündem yaratması hoşuma gitmişti. Bunlardan da önemlisi, sanatçı ve küratoryal diktanın hâkim olduğu bir dönemde, isimlerini geriye çekip, kolektif biraradalığı öne çıkarmaları ilgimi çekmişti. Bir kolektif olarak birlikte var olmaları, ayrı bir şey. O gün çok sıcak bir karşılaşma ve tanışma oldu. Ve hemen ardından, kısa bir süre sonra, Mercan’da benim atölyemin olduğu bir yerde karşılaştık, bir açılışta. İleride bir sergi yaparsam sizinle çalışmak isterim, dedim onlara. Onlar da düşünüp, bir ay sonra bana geri döndüler.

Peki DAP açısından nasıl gelişti olaylar?

A.T.: İşte önce tanıştık. Sonra bir akşam aniden Halil’den bir telefon aldık. Oğulcan’ı aramıştı sanırım. Çok heyecanlanmıştık. Sonra apar topar ne oluyor derken, sergiyi düzenleme süreci başladı.

Berlin’de sergilenmiş işlerden haberiniz var mıydı? 2016 Eylül ve sonrasındaki işler.

Çisem Asya Albaş: Vardı ama görme şansımız olmamıştı.

Halil_Altndere_-_Homeland-11
Halil_Homeland_Sergileme-6

Homeland videosunun prodüksiyon aşaması hakkında konuşmak istiyorum biraz daha.

H.A.: Homeland ’i Berlin Bienali istemişti. Yaşanmış olayları yeniden kurgulamam gerekiyordu. Çok sayıda insana ihtiyacım vardı ve zor olan kısmı, videoyu figüran ya da cast edilmiş insanlarla çekmek istemiyordum. Mülteci diyorsak, mültecilerle birlikte çalışmalıydım. Tabii bürokratik birtakım işler, o insanları bulma, onları ikna etme söz konusu oluyor. İki üç sahnede profesyonel dublörlerle çalıştık. Akrobatik hareketlerle sınırdan geçen, tellerden atlayan insanlar için. Hem Homeland hem de Köfte Airlines için Göç İdaresi ile işbirliği yaptık. İkisinde yer alan insanların bir kısmı aynı grup zaten. Video çekimini Çanakkale’de gerçekleştirdik. Köfte Airlines çekimini Tekirdağ’da yaptık. Oradan oraya otobüsle insanları taşımak durumundaydık. 45 tane oyuncu var zaten, 20 kişi de prodüksiyon ekibi derken sette 80 kişi oluyorduk. Çok kolay bir çekim değildi ama Çanakkale Bienali bize destek oldu. Alınacak izinler açısından da kolaylık oldu çünkü başka ülkede düzenlenen bir bienal için o izinleri almamız daha uzun sürerdi. Normal koşullar altında Yerebatan Sarnıcı’nda çekim yapmak için izin almak kolay değil ama orada çekim yapabildik. Zamanında başka çekimler yapılmış, insanlar zarar vermiş, ondan sonra da bir yasak gelmiş. Bu tür kâğıt işleri, izinler… Çanakkale’de, denizin ortasında çekim yapıyorduk ama bir yandan bir gemi trafiği akışı vardı. Çanakkale Boğazı’ndaki askerî komutanlıktan, emniyet müdürlüğünden izinler almak gerekti. Çünkü izin almazsanız, iki dakikada Sahil Güvenlik yanı başınızda beliriveriyor ve izin belgelerinizi soruyor. Prodüksiyondan çok, öncesinde alınan izinler, toplanan belgeler, o hazırlık süreci çok vakit aldı. Bu detaylar açısından büyük sorumluluk aldığım bir iş oldu ama sonucundan memnunum. Zaten benim elimden çıktı biraz da, kendi yolunda devam ediyor, birçok yerde gösteriliyor aynı anda.

Space Refugee kapsamında gösterilen Muhammed Farsi hakkındaki videoda da büyük bir emek var. NASA’dan insanlarla Skype görüşmeleri yapıldı. Farsi’nin çocukluğundan bugüne hayat hikâyesini toplamak adına yapılmış bir araştırma var, aile fotoğrafları, Rus arşivlerinden toplanan belgeler ve fotoğraflar… Çünkü adam sınırdan geçip Türkiye’ye gelirken yanında hiçbir şey getirememiş, nasılsa kısa süre sonra dönerim, savaş biter diye düşünmüş.

İki videoyu hazırlamak için de bazı zorluklar karşımıza çıktı ama Space Refugee ’deki belgesel ve Homeland birbirleriyle paslaşıyorlar da. Filmlerdeki baş karakterlerin ikisinin ismi de Muhammed, ikisi de filmlerin sonunda “hiçbir kültürün yardımına, baskısına ve bizim için bir şey üretmesine gerek yok” diyor. O iki Muhammed’i bir araya getirip tanıştırmıştım Fatih’te. Aslında Homeland ’deki şarkıyı söyleyen Muhammed Abu Hajar Berlin’de yaşıyor ama videonun İstanbul’da geçen sahneleri için buraya gelmişti, o ara tanıştılar. Umut veren iki tane mültecilik hikâyesi. Birçok ülkede gösterildiğinde insanlar bir yumruk yemiş gibi dışarı çıkıyorlar sergi alanından. Genelde bu tür konular acıma, yardım etme hisleriyle ilişkilendirilir. Öncelikle burada umut hissi üzerinden alınan bir pozisyon var.

Sırf umut mu yoksa başka duygular da var mı?

A.T.: Agresyon da var bence. Özellikle Homeland ’de şarkının sözlerine dikkat edince. Eklemek istediğim bir şey daha var. Daha önce Berlin’deki “Space Refugee” sergisi hakkındaki yazılan yazılardan birinde şey denmiş: VR videosundaki o Mars’a gitme anı ve oradaki yabancılık ve tedirginlik hali aslında tam olarak mültecilerin buraya geldikleri ya da başka yerlere gittikleri zaman hissettiklerini andırıyor. Benim için Mars’a gitme deneyimi bu açıdan önemli.

Ç.A.A.: Evet, benzer bir tekinsiz yolculuk deneyimi. O noktada artık bizim mültecileri yolda görünce duyacağımız sempati ya da empatiye evriliyor.

H.A.: Ya da klasik anlamda, denizde botun üstünde bilinmezliğe doğru gidiş olarak da düşünülebilir. Bir tür journey (seyahat).

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:60’a ulaşabilirsiniz.