Fransız Art Rock'dan Arap Synth Pop'una açılan tünel: Ahmed Fakroun

Dünyanın doğu tarafından ritmi algılamak çok kolay. Çünkü bu topraklarda ritim, hayatın kendisine fon müziği olmaktan çok bireylerin yaşadığı hayatın bir anlatım biçimi olarak yerleşmiş durumda. Bu ayrıcalığın en özel ispatlarından bir tanesi de şüphesiz ki Ahmed Fakroun.

Yazı: Haluk Damar – İllüstrasyon: Berkay Dağlar

Doğduğu ülke olan Libya’nın kendi kültürünü özümsemiş ama varmak istediği müzikal hedefin, hayallerinin ve belki de en önemlisi daimi arzularının peşinden koşmayı da ihmal etmemiş bir karakter. Müziği hayallerinin ritmine ayak uydurmuş, gitmek istediği yere varmaya çabalarken kendisi olmaktan hiç vazgeçmeyen Fakroun’un müzikal kariyeri de miraslarını keşfetmenin peşine düştüğü kadar geniş bir alana dağılmış durumda. 

Awedny ve Nisyan gibi iki funk harikası yaratmış, İngiltere’nin saygıdeğer prodüktörlerinden birisi olan Tommy Vance ile birlikte kayıtlar yapmış, Madonna’dan David Bowie’ye birçok etkileyici isimle beraber çalışmış olan Jean-Baptiste Mondino’nun hayranlığını kazanmış, kariyerine bir süre jön olarak devam etmiş ve artık herkesçe bilinen “Arap dünyasının Talking Heads’i” lakabını kazanmış bir sanatçı olan Fakroun’un global bir dinleyici kitlesini etkisi altına almış olduğu aşikâr. 

Özellikle Balearic müzik koleksiyoncularının diskografisini 2000’li yılların başında yeniden keşfetmesiyle tekrar hatırlanmaya başlanan Fakroun’un ilk grubunu 1970 yılında Bingazi’de kurduğunu hatırlatmakta fayda var. Daha global macerasına başlamadan bile enstrümanlara olan merakı kendisinin en büyük yaratım kaynağı olan Fakroun’un dönemsel müzikal üretimleri arasında en çok dikkati çekense Fransız Art Rock akımından etkilendiği yıllar. Ancak Fakroun’un en önemli özelliği hiçbir zaman bir janra bağlı kalmamış olması. Funk, disko, pop ve hatta synth gibi birçok müzik türünü karşılaştığı her yerde özümsemiş bir karakter olan Fakroun’un eserlerinde Fransız Art Rock’a duyduğu yakınlıkla birlikte kazandığı yaratıcı özgürlük hep belirgin bir rol oynuyor. Peki böyle bir özgürlükten ödün vermemek bir avangart olarak anılmanıza yol açmaz mı? 

Buna yanıt vermek için Fakroun’un 1977 yılında yayımladığı “Nojoum Al Layl” parçasının harika bir denek olduğunu düşünüyorum. James Brown-vari bir funk vokaliyle başladığı parça aslında basit bir reggae ritmini takip ediyor. Sonrasında perküsyonun parçanın mimarisine hâkim olmasıyla birden bu basit ritim keskin bir funk’a evriliyor. Bu funk ateşi Fakroun’un vokalinin kesilmesiyle adeta bir Zamrock sertliğinde Afrika paternli bir gitar solosuyla daha da alevleniyor. Nefeslilerin de bu aleve har vermesiyle parça üçüncü kez ritim değiştirerek zamansız bir funk baladına dönüşüyor. 

Ahmed Fakroun bu örneğe benzer duygusal dalgalanmaları bir parça şablonu içerisinde çok başarılı ifade edebildiği için bu kadar farklı janrda seyahat etme lüksüne sahip olmuş bir müzisyen. Funk zaman zaman trendlere yenik düşebilir. Kimi zaman da müzisyenlerin personalarını yüceltmek için kullandıkları bir araç kimliği kazanabilir. Ancak funk’ın asla kaybolmayacak tek özelliği, bir müzikal yaratımın özüne bürüneceği ruhani tarafıdır. Ahmed Fakroun’un funk janrının bu yönünü çok iyi içselleştirdiğini ve kariyerinde yolculuk yaptığı her türe bu anlayışı aşıladığını düşünüyorum. Aksi geçerli olsaydı melodik yapısı bu kadar farklı parçanın müzikal bir skalada değerlendirilebilir olması mümkün olmazdı. 

Disko’dan rock müziğe, Paris’ten Kahire’ye kadar, zaman algısından bağımsız olarak var olan kültürlerin arkalarında bıraktıkları mirası incelemenin ve bu mirastan beslenmenin peşine düşmesi de farklı ifade biçimlerini keşfetme açlığından geliyor. Bugünlerdeyse hem plak koleksiyoncuları hem de dans pistlerinin olağan şüphelileri onun arkasında bıraktığı mirasa açlık duyuyor. Mots D’Amor albümünde kaydettiği “Love Words” parçasında dört farklı dilde yaptığı vokaller, 1983 yılında yayınladığı ve en büyük global başarısı olan “Soleil Soleil” parçasının şimdilerde bile hayranlık uyandıran ilerici ve avangart tavrı, 1977 yılında Fakroun’un gelişinin sinyallerini veren “Nisyan” parçasının bir Balearic şaheseri olarak kabul görmesi, müzisyenin mirasına bakıldığında ilk akla gelenler. 

Yazının tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:60’a ulaşabilirsiniz.