Manolya Maya ile hangi film?

Emin Alper’in Kurak Günler’i, Tayfun Pirselimoğlu’nun Kerr’i gibi yapımlarda yönetmen asistanı olarak çalışan Manolya Maya, Belmin Söylemez’in 10 yıl sonra uzun metraja döndüğü Ayna Ayna filminin kamera arkası ekibinde yer alırken, yönetmenin teklifiyle başrollerden birini üstlenmiş ve oyuncu olma hayalinin peşinde, bir Osmanlı dizisindeki cariye rolü için şansını zorlayan Aylin’i canlandırdığı performansıyla 42. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne uzanmıştı. Patriyarka ve giderek muhafazakarlaşan toplum içinde var olmak için direnen üç şehirli kadının yaşamını izlediğimiz Ayna Ayna, prömiyerini yaptığı 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile ayrılmıştı.

Manolya Maya’nın film hafızasını kurcaladık: Önden kendini hazırlamayı gerektiren bir film? Müziğine tutulduğun bir film? İzlerken diyaloglarına eşlik edebildiğin bir film?


İzlerken diyaloglarına eşlik edebildiğin bir film?

The Silence of the Lambs (1991). En önemsiz, en ufak diyaloglarını bile ezbere biliyorum. 12 yaşındayken izleyip hayatımdaki herkese izletmeye çalışmıştım, benim keşfimmiş gibi. Ondan olmalı. Hâlâ her sene izlerim. Artık kimsenin benimle izlemesini tavsiye etmem ama. O diyaloglara eşlik ediyorum çünkü. 

Bugüne dek aklında en çok yer işgal eden film?

Bir filmi sevmemin sebebi aslında bu işgalin kendisi. Ama “izlediğimden beri sürekli kendimi kafamda filmi baştan izlerken bulduğum film” dersem buna mesela, aklıma ilk Manchester by the Sea (2016) gelir herhâlde. Ne zaman kurmaca bir şey yazıyor olsam aklıma gelir ve gitmez. En büyük sebebi bu sanırım, kahramanının yolculuğu yani.

“İzlemekte geç kaldım” dediğin bir film?

Scarecrow (1973). Gene Hackman ile Al Pacino başrolde ve ben 2023’te izledim. Evet; dünyanın en iyi filmi değil ama benim için gizemli derecede yetenekli iki aktörün karşılıklı oyununu en rahat izleyebildiğim filmlerden biri oldu. İyi bir aktör olmanın, her şeye rağmen oyun oynamaktan zevk almak olabileceğini düşündürmesi yetti benim için.

Hiç sevmedim, seveni de sorguladım dediğin film?

The Breakfast Club (1985). Açıklama yapamayacağım kadar korkuyorum bu filmin kalabalık sevenlerinden.

Müziğine tutulduğun bir film?

Çok fazla var ama yeni izlediğim için Profondo Rosso / Deep Red (1975) diyeceğim. Aslında neredeyse tüm giallo türü filmler bu anlamda harika.

Dizisi olmalı dediğin bir film?

Soruyu nasıl anladığıma göre değişir ama Gone Girl (2014) geliyor aklıma. O evliliği merak etmeye devam ettiğim için. Ama yine David Fincher çekerse sevinirim.

Önden kendini hazırlamayı gerektiren bir film?

The Swimmer (1968). Filmin paketiyle içindekinin pek ilgisi yok. Bu harika bir sürpriz de olabilir fakat bambaşka bir film beklerken sıkılıp anlamamak da çok olası. Bana ilki oldu. Hayatım boyunca izlediğim en eşsiz filmlerden biri ve 1968’den bugüne hâlâ aynı derecede özel sinema tarihi için.

İçmiyorsan bile sigara yaktırma potansiyeli taşıyan bir film?

Fa yeung nin wah / In the Mood for Love (2000). 

Hakkı verilmemiş / yeterince anlaşılmamış olduğunu düşündüğün bir film?

Neruda (2016). Her fırsatta “Bu filmin asıl değerini zaman gösterecek…” gibi hadsiz cümleler sarf etmeme rağmen henüz eşimi dostumu bile ikna edebilmiş değilim. Bari buradan bağırmış olayım. 

“Bu bir film değil, bu bir deneyim” dediğin film?

Adından da anlaşıldığı üzere: Idi i smotri / Come and See (1985). Ben bir festival sayesinde perdede izleme fırsatını bulmuştum. Keşke herkes perdede izleyebilse. Ama iyi bir şey deneyimleyeceğinizi düşünmenizi istemem. 

Şu sıralar en çok merak ettiğin film?
Perfect Days (2023). Wim Wenders’in son filmi. Önümüzdeki ay izleyeceğiz gibi görünüyor nihayet.