Hatay Akademi Orkestrası Şefi Ali Uğur: “Hatay kimsesizlikten öldü”
Röportaj: Binnaz Saktanber
Hatay Akademi Orkestrası, Hatay’ın ilk senfonik orkestrası. Bünyesinde çok sesli bir koro ve bir çocuk orkestrası da var. Sınavla seçilen öğrenciler bu çatı altında müzik eğitimi alıyor. Depremden önce sayıları 100’ü buluyordu. Depremde dört sanatçılarını kaybettiler. Prova salonları yıkıldı, enstrümanları enkaz altında kaldı. Kalanlar ülkenin dört bir yanına dağıldı. Evleri, işleri, sevdikleri olmadan…
Orkestranın Hatay’da kalan tek üyesi, şefi Ali Uğur. İlk günden bu yana arama kurtarma çalışmalarında yer almış. Hayatını kaybeden koro sanatçısı Cansu Çilingir’in kurtarılmasını enkaz başında 36 saat beklemiş. “Arkadaşlarımız geç müdahaleler yüzünden öldü” dediğinde utançtan yüzüne bakamadım. Uğur’la yaşadığı çadır kentten Zoom bağlantısıyla bir araya geldik. Kaybedilen kültür mirasını, ihmaller yüzünden yitirdikleri canları, şehrin nasıl ayağa kalkacağını, orkestranın nasıl bir araya geleceğini, ve müziğin tekrar ne zaman başlayacağını konuştuk.
Ali Bey merhaba. Öncelikle başınız sağ olsun, çok geçmiş olsun. Siz Hatay Akademi Orkestrası ‘nın şefisiniz. Okuyucularımıza kendinizi ve orkestranızı tanıtır mısınız?
Orkestramız 2019’da kuruldu. Konservatuar mezunları, öğrencileri ve müzik öğretmenlerinden oluşuyor. Çok sesli ve çok dilli bir koromuz, bir de Çocuk ve Gençlik orkestra ve koromuz var. Seçilen çocuk ve gençlere müzik eğitimi veriyoruz. Depremden önce sayımız 100’ü buluyordu. Hiçbir kuruma ait olmayan, sivil inisiyatifle bir araya gelmiş bir orkestrayız. Hem klasik müzik yapıyoruz hem de birçok halkın müziğini senfonik formda seslendiriyoruz. Bizden Beethoven da, senfonik formda Aşık Veysel de dinleyebilirsiniz. Orkestramızda Batı müziği çalgıları da var kanun, ud, bağlama da. Bizi bir arada tutan ideal, kendi coğrafyamızda kültür sanat alanında bir dönüşüm yaratmak. Ben Antakyalıyım. 9 Eylül Üniversitesi Müzik Ana Bilim Dalı’nı birincilikle bitirdim ve bu dönüşüm hayaliyle Antakya’ya geri dönüp orkestramızı kurdum.
Hatay birçok medeniyete ev sahipliği yapan çok kültürlü bir şehir. Depremden önce nasıl bir müzik ve sanat ortamı vardı?
Hatay haftanın yedi günü müzik bulabileceğiniz bir coğrafyaydı. Hatay halkı sanat duyarlılığı üst düzey bir halk. Entelektüel, okumuş insan sayısı çok fazla, çok kültürlü bir şehir. Özellikle Antakya’da çok aktif bir sanat hayatı vardı. Canlı müzikler, konserler… Ama Hatay Akademi Orkestrası, Hatay’ın ilk senfonik orkestrası ve tek profesyonel orkestrası. Bizimle birlikte bir orkestra farkındalığı, klasik müzik kitlesi oluştu. Bir kültür merkezimiz yoktu örneğin. Bir konser sahnemiz, orkestramızın sığacağı bir salon yoktu. Yani “Kültürlerin beşiği” diyorlar ya, bir kültür merkezi bile yoktu. Biz her konserimizde bundan yakınıyorken…
Üstüne deprem oldu. Nasıl bir kayıp yaşadı orkestranız?
Dört arkadaşımızı kaybettik; Viola sanatçısı Büşra Kırkıcı, soprano Cansu Çilingir, vurmalı sazlar sanatçımız Abdo Düzgün ve kontrbas sanatçımız Ali Yılmaz. Arkadaşlarımızı çok ağır bir şekilde kaybettik. Cansu ile enkaz altında 36 saat konuştum. Ama yardım gelmedi ve Cansu’yu kurtaramadık. Kalan arkadaşlarımız en yakınlarını, yuvalarını kaybettiler ve hepimiz kentimizi kaybettik. Prova salonumuz ve dernek binamız yıkıldı, enstrümanlarımız enkaz altında kaldı. Ben ilk günden beri Hatay’dan ayrılmadım. Ama diğer üyelerimiz ülkenin dört bir yanına dağıldılar. İş arıyorlar, ev arıyorlar.
Hatay resmî makamların en son ulaştığı nokta mı oldu?
Arkadaşlarımız geç müdahaleler yüzünden öldü, binlerce insan bu yüzden öldü. Yardımlar çok geç ulaştı ve yetersizdi, organizasyon yoktu. Hatay kimsesizlikten ve ıssızlıktan, yalnızlıktan öldü. Deprem ânında evet, çok canımızı kaybettik ama depremin öldürmediği binlerce insan vardı ve yardım beklediler. Gelmedi yardım, yardım gelmeyince dayanamadılar ve öldüler. İlk iki gün kıyamet gibiydi. Hiç dinmeyen depremler…
Nasıl bir mücadele verdiniz ilk hafta?
Elektrikler kesik, telefonlar çekmiyor. Telefon operatörlerinden de hesap sorulması gerekiyor. Trafik tıkalı ilerleyemiyorsun, yakıt yok, zifiri karanlık. Yağmur ve dolu iki gün boyunca dinmedi ve enkaz altında çığlıklar, imdat çığlıkları. Enkaz dışında insanlar kendi tırnaklarıyla betonu kaldırıp sevdiklerine ulaşmaya çalışıyor, öyle bir tablo düşünün. Yedi günün sonunda gönüllülerin sahaya inmesiyle kıyamet görüntüsü biraz hafifledi ama yedi gün boyunca çok keskin şeyler yaşadık.
Depremden sonra bir enstrümanı elinize alabildiniz mi, hiç müzik dinleyebildiniz mi?
O günden bu yana elime enstrüman alamadım, müzik dinleyemedim. Ama kafamın içinde hiç susmadı müzik, hatta daha çok çalmaya başladı. Yaşadığımız travmanın sonunda bir dışavurum gerçekleşecek biz sanatçılarda. Notalara dökülecek bu travma, sadece bende değil yüzlerce müzisyende olacak bu. Bertolt Brecht’in bir lafı var “Karanlık zamanlarda da şarkılar söylenecek mi? Elbette söylenecek, belgeleyen kara günleri.” diye. Ben de orkestramla birlikte bu dönemleri anlatan müzikler yapacağım.
Depremden sonra öyle ya da böyle herkes işinin başına döndü, müzisyenler hariç. Müziğin eğlence olduğuna dair de bir toplum baskısı var. Sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Bir müzisyen ve bir sanat eğitimcisi olarak sanatın kesinlikle durmaması gerektiğini düşünüyorum. Müzik sadece bir eğlence biçimi değildir. Müzik yaraları sarmak içindir, duyguların dışavurumu içindir. Sanatçılar da kira ödüyor, ekmek yiyor, su içiyor, onların da çocuğu var. Örneğin bizim orkestramız, ülkenin dört bir yanına dağıldı. Hiçbir şey kazanamıyorlar, iş arıyorlar, evsizler. Bu insanlar nasıl ayakta duracak? O yüzden sanat devam etmeli, müzik devam etmeli ve farkındalık yaratmalı.
Sizler şehrin tekrar ayağa kalkması için bir dayanışma ağı kurmak istiyorsunuz. Neler planlıyorsunuz?
Antakya bir sanayi kenti değil, bir tarım kenti de değil. Antakya bir kültür turizm kenti. Biz burayı beton bir şehre, TOKİ kentine dönüştürürsek Antakya o zaman ölmüş olur. Biz Hatay Senfoni Orkestrası Derneği’nin kurucu üyesi olduğu bir platform kurduk, adı Hatay Yeniden Ayakta Platformu (HAYAP). İçinde arkeologların, bilim insanlarının, üniversite temsilcilerinin, meslek odalarının olduğu bir platform. Hatay Ortak Meselemiz adlı bir platform da kuruldu. Bu platformlar kurulacak yeni şehrin Hatay’ın ruhuna, tarihine, kültürüne uygun olmasını amaçlıyor. “Roma Antakya’sı” dediğimiz Eski Antakya bölgesinin özgün mimarisine uygun restore edilmesini, geri kalan kısmında da bir arkeolojik kazı çalışmasının başlamasını istiyoruz. Roma Antakya’sının ortaya çıkarılmasını ve Antakya’nın bir müze kente dönüşmesini istiyoruz. Bu anlamda hem hükümeti, bakanlıkları hem halkı destek olmaya çağırıyoruz.
Orkestrayı ayağa kaldırmak için neler yapılmalı?
Yitirdiğimiz arkadaşların anısı için bu orkestranın ayakta durması lazım. Sanatçılar ve eğitimciler olarak kendi coğrafyamızı tekrar güzele dönüştürmek bizim sorumluluğumuz. Ama bunu yapmak için önce bizim iyileşmemiz gerekiyor. Orkestrayı ayakta tutacak tek şey şu an için motivasyon. O motivasyon da orkestranın üretmesi, bir araya gelip müzik yapması, konser vermesi. Bunun için de bizimle bir dayanışma ağı örülmesi gerekiyor. Kurumlar, sanatçılar, belediyeler, destek olmak isteyen herkes bizimle iletişime geçebilir. Bize proje odaklı kampanyalarla destek olabilirler, konserlere davet ederek, projelere bizi dâhil ederek…
Şu anda planlanan bir konser, organizasyon, var mı?
1 Nisan’da Cemal Reşit Rey’de Dayanışmanın Müziği konserlerinin ilkini vereceğiz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Orkestralar Müdürlüğü ve Antakya Medeniyetler Korosu ile birlikte. Bu konserler yıl boyunca devam edecek. Bizim için şu anda en önemlisi konser etkinlikleri. Çünkü konserle birlikte gelir elde edilebilir, enstrüman bağışı yapılabilir.
Enkaz altında kalan enstrümanlarınızın yerine konmasının önemi büyük. Bunun için kimler destek oluyor?
Bir müzisyenin enstrümanı bir organı, bir kolu gibi, bir kardeşi, anne-babası gibi ayrılmaz bir parçasıdır. Enkaz altında kalan enstrümanların yerine konulması müzisyenleri iyileştirecektir. Bu şekilde sanat üretiminin de devamı sağlanacaktır. Bizim yakın zamanda alamayacağımız, çok bütçeli enstrümanlarımız var timpani gibi, bas davul gibi, gong gibi. Onların yerine konması da çok önemli. İKSV şöyle bir dayanışma ağı başlattı: Deprem bölgesindeki güzel sanatlar lisesi ve konservatuar öğrenci ve öğretmenlerine kaybettikleri enstrümanlar anlamında destek sunacağını söyledi. Biz de tek tek ulaşarak bir liste çıkardık ve bunu ilettik. Bu çok anlamlı bir destek. Ama orkestra ayakta durmadıktan sonra enstrümanın olup olmaması çok önemli değil. Çünkü orkestra toplu yapılan bir eylemdir. O yüzden bizim önce bir araya gelmemiz, ayakta durmamız lazım.
Hatay için nasıl bir gelecek hayal ediyorsunuz?
Şöyle bir hayalim var: Orkestramın Antakya’ya dönmesi, kendi prova salonuna kavuşması ve buradaki sevenleriyle bir araya gelmesi. Sokaklarda, çadır kentlerde sanat üretip, yeni yaşamın örülmesinde rol alması. Hatay’a dair de: Mimariye, sanata, estetiğe önem veren, eskisinden de güzel bir yeni kent. Bizim ve başka orkestraların gelip sanatlarını icra edeceği bir kültür merkezi… Bunun için valilikler ve belediyeler adım atmalı.
Antakyalılara bir çağrınız var mı?
IV. yy’da Antakya’da yaşamış filozof Libanios “Melekler bir daha dünyaya inmeye karar verirlerse Antakya’ya inecekler.” diyor. Antakya’ya dönün ve o melekler siz olun. Antakya’mız bizim limanımız. Şu an bu limandan çıktınız ve okyanuslarda boğuşuyorsunuz. Ama her insan dönecek bir limana, bir yuvaya ihtiyaç duyar. Eğer Antakya’ya şu anda dönüp yeni yaşamın örülmesinde görev almazlarsa dönecekleri bir Antakya kalmayabilir. İşte Antakya o zaman ölür. Antakya şu an yaşıyor ve çağırıyor. Lütfen dönün.