Her oynandığında dönüşen bir oyun: “Ama”

Taraf tutmadan İstanbul sanat sahnesine ve yaratıcı mesleklere has düşünme biçimlerinin yönettiği ilişkiler ağına laflarını eden “Ama”da Öner Erkan, Esme Madra, İlda Özgürel ve oyunun hem yazarı hem de yönetmeni Nadir Sönmez yer alıyor. 17 Ocak Cuma akşamı Kadir Has Sahnesi’nde izlenebilecek olan oyunu ekiple konuştuk.

Röportaj: Hande Sönmez – Fotoğraf: Emre Mollaoğlu

Bu sektörle ve içindekilerle ilgili, günümüzle ilgili rahatsız olduklarını bu metinde (“Ama”da) toplamış gibisin. Öyle mi? Hikâyesini senden dinleyebilir miyiz?

Nadir Sönmez: Bir tiyatro eleştirmeniysen İstanbul tiyatro sahnesiyle ilgili düşüncelerini bir yerde yazıp dile getirebiliyorsun. Ben de aynı alana oyun yazarı olarak sahip olmak istedim aslında. Sanat dünyasına odaklanarak cinsiyet rolleri, meslekler ve yaşam tarzı ilişkisi gibi beni meşgul eden meselelere dair yaklaşımımı açığa çıkardım. Oyun; İstanbul’un güncel tiyatro ve sanat dünyasından karakterlerin iş ortamlarındaki hallerini inceliyor.

Peki ismi neden “Ama”?

Nadir Sönmez: Seyircilerin oyunla ve karakterlerle ilgili edindikleri fikirlerin, oyun boyunca ve sonrasında değişebileceğini farz ettiğim için ismi “Ama”. Oyunun seyirciye düşündürdüklerinin sık sık çelişeceğine inanıyorum.

Oyunu yazış amacına dönecek olursak; aslında salt bir sektör eleştirisi değil de, o eleştirenleri de eleştiren bir metin var. “Biz bu sektördeyiz ve durum bu” mu demek istiyorsun?

Nadir Sönmez: Ben kendi içimde tartışarak düşünüyorum ve Ama oyunu içimdeki görüşleri karakterlere dağıtarak tartışmamı sağladı. Karakterlerin konuşmalarına ayrı ayrı odaklandığınızda kendinizi bir tanesiyle sürekli yakın hissederken de bulabilirsiniz, çok benzer yaklaşımlarda olduğunuz bir tanesinin yeni bir lafıyla tamamen onla zıt da düşebilirsiniz. Bu karakterlerin kendi içlerindeki tutarsızlıkları ve çelişkileri bence oyunculuklar için cazibeli. Hepsinin bir arada kendilerini ifade etmelerinin yarattığı sürekli yön değiştiren düşünce akışı ise benim zihnimi bir tiyatro oyununa tercüme etme biçimim. Oyun çoğunlukla yaratıcı mesleklerin icra edilmesinin insanların yaşamlarına ve düşünce biçimlerine etkisi, bu meslekteki insanların kurdukları ideolojilerle nasıl çeliştikleri gibi konularla ilgileniyor.

Siz metni okuduğunuzda size oyuna dahil olmayı isteten sebepler neydi?

Esme Madra: Her şeyden önce ben Nadir’i çok seviyorum. Aslında Ama’nın ilk bölümünü (casting bölümünü) daha önce yazmıştı ve biz de onu ikimiz Bomontiada’da “a corner in the world” kapsamında oynamıştık. Oradaki seçkideki kısa oyunlardan biriydi. Sonra ikinci bölüm de geldi. Metni okuduğumda da kendi yaşadıklarıma çok yakın şeyler olduğunu görüp çok gülmüştüm. 

Öner Erkan: Benim de oyuna dahil olmam Esme sayesinde oldu; o ön ayak oldu buluşmamıza. Oyunu okuduğumda çok heyecanlandım ve çok hoşuma gitti; ortada incelikli ve kıvrak bir metin vardı. Bir de Nadir yönetmen olarak da metindeki kıvraklığı ve zarafeti gösterince oynaması da gayet keyifli oldu. Daha sık oynadığımızda daha da iyi şekilleneceğine inanıyorum. Oyun, her oynadığımızda bir önceki referansla ya da mekânsal değişikliklerle başka bir hale geliyor ve dönüşüyor. Çalıştığımız şeylerin üzerinde ekleme çıkarma yapma imânı sunduğu için daha zevkli bir hale geliyor.

“Şimdi biz sektörden insanları eleştireceğiz diye üst akıldan bakmıyoruz.”

Peki metin olarak mı yöntem olarak mı gerçekleşiyor bu değişiklikler?

Öner Erkan: Metin zaten çok değişti. İlk okuduğumuz metinle şu anki arasında çok ciddi bir fark var. Provalar sırasında farklı istikametlere giden çalışmalar yapıyoruz ve sonrasında tam olarak metnin o çalıştığımız halini oynamasak bile öncesinde cebimize koyduklarımız mutlaka işimize yarıyor.

İlda Özgürel: Nadir beni Ivanov’da izlemiş ve o şekilde bana ulaştı. Ben de metni okuyup, çok “bizden” olduğu için sevdim. Ama dışarıdan “şimdi biz bu insanları eleştireceğiz” diye bir üst akılla bakacağımız bir proje gibi değil de, tartıştığımız konularla ve yaşadığımız dinamiklerle yakın temasa geçtiğimiz bir iş olarak gördüm. Metnin mizahını ve sonrasında bu ekibi de çok sevdim.

Oyunda karakterlerin karşılaştıkları olayalar karşısında epey tepkisiz kalmaları, söylediklerine gerçekten inanıp inanmadıklarını da sorgulattı bana. Mesela gözünün önünde kendisini aldatan sevgilisine kızmayan bir kadın var. Gerçekten kızmıyor mu? Siz ne dersiniz?

Esme Madra: Aslında bence düşünceler dönüşüyor… Çok savunarak söylediğin bir şeyi bir hafta sonra gerçek anlamda da düşünmeyebiliyorsun. Benim oynadığım kızın söyledikleriyle ilgili hisleri konusunda kesin karar vermemekten dolayı da mutluyum aslında… Onun net olmayan davranışları ya da yönleri heyecanlı tutuyor.

Öner Erkan: Öncelikle kişisel olarak “Ben bu konuda böyle düşünüyorum” dediğin bir konuyla ilgili bir süre sonra fikir değiştirebiliyorsun. Oyunda da karakterler savundukları şeylere ters düşecek söylem ya da davranışlarda bulunabiliyorlar. O bakımdan da zengin bence oyun.

Esme Madra: Yaptıkları eylemle düşündükleri şeylerin neredeyse aynı anda zıt olması ve bunu kabullenmelerindeki kolaylık da başka bir boyut.

İlda Özgürel: O tepkisizlik gibi gözüken tutumda katmanlar olduğunu düşünüyorum. Tırnak içinde sanat dünyasının özellikle son dönemde bize dayattığı ilişkilenme biçimleri var. Mesela sen özgür düşünceli bir insansan, şu şekilde ilişkilenmelisin gibi. Dolayısıyla bize –meli –malı olarak sunulan şeyler bizim inancımızdan çok da ayrışabilir bir noktada değil ve bizim inanarak söylediğimiz şeyler dışarıdan yapay gözükebiliyor.

“Oyunda bekleyen insanlar var ve oyun beklemenin insanların bedenine ne yaptığına bakıyor.” 

Ama’da nasıl bir reji amaçladın?

Nadir Sönmez: Bugün performans sanatıyla özdeşleştirilen pek çok soru aslında tiyatroyu da ilgilendiriyordu ama İstanbul’daki tiyatro yapma şartları, ekipleri öznel sahne dili geliştirmekten alıkoyuyor. Tiyatroculuk bedeni tartışabileceğin bir meslek. Ama’da bekleyen insanlar var. Oyun bizim gördüğümüz ve tepkisiz diye düşündüğümüz insanların neler yaşadığıyla, onların bedenine ne olduğuyla ilgileniyor. Bunu seyirci ayrıntılarıyla gözlemleyebilsin diye hareketi çok sınırlı ve performans sanatından ilham alan bir sahnelemesi var.

Sektörün mecburiyetleri bir süre sonra içindekiler tarafından içselleştiriliyor mu sizce?

İlda Özgürel: Ben kesinlikle zamanında bana zor gelen şeyleri yapıyorum diyebilirim. Örneğin sosyalleşme meselesi… Aslında daha çok evde vakit geçirmekten hoşlanan biriyken daha sosyal olduğum doğru.

Esme Madra: Ben bu konularda negatif olarak çok muhafazakârım sanırım. Arada bir kendimi eleştiriyorum da bunla ilgili ama çok zor adapte oluyorum. Bazen konuşulan konuların ne olduğunu bile anlamayabiliyorum.

Öner Erkan: Her dönem kendi koşullarını beraberinde getiriyor. Ben sektörde de çok dile gelen bir işin uzunluğu-dikkat meselesiyle ilgili bir şey söylemek istiyorum. 10 yaşındaki bir çocuğun dikkatinin artık çok kısa olduğunu biliyoruz. Bu, bir şekilde bu tiyatroda da evrilecek. Seyirci geliyor biz eskiyoruz ve her şey hareket halinde. O değişim kaçınılmaz ama çıkış noktası mutlaka bulunacaktır, biraz arkaik gelebilir ama tiyatro yolunu bulacaktır. 

Metinde tiyatro eleştirmenliğinden bahsedilirken Meltem karakteri tarafından “Türkiye’de öyle bir meslek olduğunu sanıyor herhalde” deniyor. Hem bunu hem de yapılan eleştirinin niteliğinden ziyade sormak isterim; sizce eleştiriye açık mıyız?

Esme Madra: Eleştirmen bir oyun/film hakkında beğenmediğini söyleyecekse bunu mantıklı bir temele dayandırdığında; bu aslında çok kıymetli bir hale geliyor. Görmediğin bir şeyi göstermiş olabiliyor. O nedenle bu şekilde yapılırsa bence açık olunacaktır.

İlda Özgürel: Bence de eleştirinin bir dili de olması gerekiyor. Yapılan işi iyileştirmek üzerine yapıcı bir yerden ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Bu kadar sevindirici bir etkinlik eleştirilerle oyuncu ve izleyicilere zarar verici hale getirilirse, bu üzücü olur.