Hissettirdikleri ve öğrettikleriyle The Velvet Underground

Kimi ikonik gruplar, ortaya çıktıkları dönemin müziğini şekillendirmişlerdir. Onları ait oldukları on yıldan, zamandan bağımsız düşünmek kolay olmaz. Bir zamanın kültürel ve toplumsal kırıntıları yayılmıştır çıkardıkları seslere. Evet, tabuları da yıkmışlardır. Ama bu tabular, sonraları geçerliliğini yitirmiştir; büyük oranda o gruplar sayesinde. Bir de türünün çok nadir örneği olan gruplar var, The Velvet Underground gibi.

Açtığı kapılarla sadece parçası oldukları zaman dilimini değil; müziğin geleceğini de biçimlendiren bir ekipten bahsediyoruz. Oyunun kurallarını yeniden yazmakla ya da tabuları yıkmakla ilgilenmiyor. Zaten hiçbir kural ya da sınırı tanımıyor. Grubu oluşturan her dişlinin, kendi temposunda dönmesine izin verilen bir alan yaratıyor. Replikasını yapmanın mümkün olmaması ya da dinlerken zaman, mekân ve tekniğin önemsizleşmesi bundan olsa gerek.  

Avangart ve klasik müziğe ilgi duyan Lou Reed ve John Cale tarafından 1960’ların ortalarında temelleri atılan grubun aktif olduğu kısa zaman diliminde yaptığı müziği herhangi zorlama janr tamlamalarıyla özetlemek mümkün değil. The Velvet Underground titreşimlerinin köklerinden filizlenen müzik akımlarının haritasını çıkarmak da bir o kadar zor. Genel hatlarıyla 70’lerde punk ve new wave, 80’lerde post-punk ve alternatif rock, 90’larda grunge ve Brit rock gibi yeraltından ana akıma sızmış müzik trendlerinin ilham havuzlarının kesiştiği yerde konumlandıklarını söylenebilir.

Bir ilham kaynağı olarak The Velvet Underground

The Velvet Underground’un kendinden sonraki jenerasyonları ne yönde etkilediğine dair en yerinde yorumlardan birini Brian Eno, 1982 yılında Los Angeles Times’a verdiği röportajda yapmış: “Geçenlerde Lou Reed’le konuşuyorduk, ilk The Velvet Underground albümünün beş yılda yalnızca 30 bin kopya sattığını söyledi. […] O albümü satın alan herkesin sonradan bir grup kurduğunu düşünüyorum.” 

I’m Not There, Velvet Goldmine ve Carol gibi filmleriyle tanınan Todd Haynes’in yönetmenliğini üstlendiği The Velvet Underground belgeseli, prömiyerini Cannes’da yaptıktan sonra AppleTV+ kataloğunda yerini aldı. Grubun temellerinin atıldığı yıllarda New York’un sanat dünyasına da bir bakış getiren belgesel, tabii ki The Velvet Underground mirasının nasıl genişleyerek günümüze kadar uzandığına da kafa yoruyor. Belgeselle eş zamanlı olarak hazırlanan bir The Velvet Underground saygı albümü de var. İsmini Lou Reed’in ilk albümdeki favori şarkısından alan I’ll Be Your Mirror derlemesinde Kurt Vile, Michael Stipe, Sharon Van Etten, Iggy Pop ve St. Vincent gibi müzisyenlerin The Velvet Underground coverları bir arada.

2021 sonbaharına hâkim olan The Velvet Underground nostaljisinden hareketle, bugünlerde yeni albümlerini yayımlamış üç müzisyenden; grubun kendileri için ne ifade ettiğini, müziklerini nasıl etkilediğine dair düşünce ve hislerini kelimelere dökmelerini istedik. İlk kez The Velvet Underground dinlediklerinde nasıl duygular uyanmıştı? Grubun müziğinden neler öğrendiler? Kendi müziklerinde grubun etkisi ne kadar görülür? İlk kez dinleyecek biri hangi parçadan başlamalı?

Phil MFU’nun (Vanishing Twin) The Velvet Undergound mektubu

Mistik parçalarla dolu, bir ayini andıran 3. uzunçaları Ookii Gekkouyu 15 Ekim’de Fire Records aracılığıyla yayımlayan Vanishing Twin’in “tuhaf sesler sorumlusu” Phil MFU yazdı:

1980’lerin ortalarında, 20’li yaşlarımın başlarındaydım ve Avustralyalı kız arkadaşım The Velvet Underground’a tutulmuştu. O ot içiyordu, ben içmiyordum ve onları anlamamıştım. Saf olduğumu ve müzikteki kavramsal farkındalığın en önemli parçalarını kaçırdığımı düşünüyordu. Birkaç yıl sonra ilk sigaralığımı içtim ve bahsettiği şeyi duydum. Sinematik olarak açılıverdi her şey. Müzikleri, yüzeyi kirli ve atonal olsa bile fazlasıyla sinematikti. Bunu görmek de derin bir dinleyiş ve insanların algısını gerektiriyor.

Kendimi akıllı hissetmiştim. Sokaktan biri gibi de. Geri dönmek ve eski sevgilime Velvet’a ilgi duyduğumu söylemek, albümlerden bahsetmek istedim. Hatta ona bu yazıyı göstermek. Muhtemelen söyleyeceği şey, “Uza bakalım, başka bir müzikle ilgileniyorum artık.” olurdu.

“ABD’de bir dağın üstüne suratlarının kazınması lazım, ülke tarihinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyorlar.”

Psikedelik rock müzik tarihinin yaratılışına dair bir referans noktası olduklarını düşünüyorum. Müziğin alaycı, düşük tempolu, gevşek çalınmış ama yine de akılda kalıcı ve yükseltici olabileceğini onlardan öğrendim. Çekici bir şekilde birbirine zıt ses ve ritimleri bir araya getirmeyi de onlardan öğrendim. Bu sonraları Sun Ra ve Stockhausen ile derinlerine daldığım bir şey. Nitekim John Cale de The Velvet Underground paletine bu şekilde adım atmıştır.

The Velvet Underground, yarı-tehlikeli gitar çalış stilime bütünüyle ilham vermiş bir grup. Vanishing Twin konserlerindeki gürültülü ve serbest kısımlarda kendini gösteriyor. En sevdiğim Velvet şarkısı da “Can’t Stand It”. Çünkü harika bir punk dans şarkısı. Ama ilk kez dinleyecek birini daha iyi fikir edinmesi için doğrudan ilk albüme yönlendirirdim.

Birlikte fazlasıyla seksi ve kendilerine özgü şekilde ikoniklerdi. Bir arada iyi çalıştılar, tek başlarına olduklarından çok daha iyilerdi. ABD’de bir dağın üstüne suratlarının kazınması lazım, ülke tarihinin çok önemli bir bölümünü oluşturuyorlar.

Anika’nın The Velvet Undergound mektubu

11 yıl aranın ardından bünyede kalıcı etkiler bırakan yeni albümü Change’i 23 Temmuz’da yayımlayan Anika yazdı:

The Velvet Underground dinlediğimde kendimi space cake yemiş gibi hissediyorum ve bir telaş başlıyor. Düşünce özgürlüğü, deneysellik, Galler aksanının güzel tınısı ve kelimelerin birer araç, akan nehirler ya da bir enstrüman olabilmesini çağrıştırıyorlar. New York’un çiğliğini ve sertliğini de.

“Dinleyen herkesi afallattılar!”

Onlardan öğrendiğim şey “bırak gitarlar ses çıkarsın.” Her şeyi sınırlar ya da kılavuzlar içinde tutmak konusunda çok endişelenmemek. Garip akort düzenleriyle şarkılar yazdılar ve dinleyen herkesi afallattılar! 

İlk kez The Velvet Underground dinleyecek birine “White Light / White Heat”i önerirdim. Dokularla oynayan deneysel bir parça. Her biri gerçek anlamda sanatçıydı. Müzikle resim yapıyor, deneyler yapıyor, sınırları keşfediyor ve kuralları çiğniyorlardı. Çok güçlü bir karakter grubu, hiç boş yok ve hepsi kendine özgü bir alan yaratıyor.

Shannon Lay’in The Velvet Underground mektubu

2020’ye kadar üyesi olduğu Los Angeles çıkışlı punk rock grubu FEELS ve Ty Segall’s Freedom Band ile tanınan Shannon Lay, solo kariyerinin 4. stüdyo albümü Geist’ı 8 Ekim’de yayımladı. The Velvet Underground’u en büyük ilham kaynaklarından biri olarak gösteren Lay yazdı:

The Velvet Underground’u ilk kez 13 yaşlarındayken dinledim. Tüm saçmalıkların bir anlam kazanmasını sağlayan türde bir müzikti bu. İçimdeki tuhaflıkları benimseyerek kendimi daha rahat hissetmemi sağladı, hatta bana kendimi delicesine havalı bile hissettirdi. Benim için en baştan öne çıkan şeylerden biri müziğin dinlerken hissettirdikleriydi. Tonlar her zaman inanılmaz şekilde tatmin ediciydi, bazen bunları sizin de ele geçirmeniz gerekirdi. “Oh Sweet Nothin”, “I Found a Reason” ve “Pale Blue Eyes” gibi parçalar, aynı anda yatıştırma ve dalgalandırma gücüyle aklıma gelir hep.

Sonra tabii ki grubun görsel boyutu vardı ki aman tanrım, bakması muhteşem işler. Sade ama provokatif bir sanat. Müzik ve sanatı öyle harika bir şekilde birleştirdiler ki yaptıkları şey “müzik sanatı” oldu.

“Çizgilerin dışını da renklendirmek konusunda hiçbir zaman sınıfta kalmadılar ve bu kendi müziğimde de başarmak istediğim bir şey.”

Bir de gruptaki herkesin solo müzikleri var. Nico, Lou Reed, John Cale… Hepsini keşfetmek inanılmazdı. The Velvet Underground konseri, bir şekilde geçmişe gidip deneyimlemek istediğim üç konserden biri olmuştur her zaman. Onların çalarak eşlik ettiği 24 saatlik Andy Warhol filmindeki ortamın havasını hayal etmek harika. Yaptıkları her şey ve geride bıraktıkları miras için minnettarım. 

Eğer hiç The Velvet Underground dinlemediyseniz en baştan başlayın ve sonrasında kendinizi kaybedin. Çok hoşunuza gidecek. Çizgilerin dışını da renklendirmek konusunda hiçbir zaman sınıfta kalmadılar ve bu kendi müziğimde de başarmak istediğim bir şey. Hayatımı kökten değiştirmiş ve istediğim gibi farklı olmama izin vermiş bir grup. Hiçbir kural yok, yalnızca dünyayı değiştiren bir yaratıcılık var. Tüm güzel gürültüler için hepinize teşekkürler!

Hazırlayan: Cem Kayıran – İllüstrasyon: Sadi Güran

Bant Mag. Kasım-Aralık 2021 sayısı No:76’ya buradan ulaşabilirsiniz.