Ian McKellen’a göre “Homofobiyle mücadele sürecinde küçücük bir rol oynayabilmek bile bir ayrıcalık”

Çoğumuzun The Lord Of The Rings, The Hobbit ve X-Men serilerinden de tanıdığı oyuncu ve LGBTİ aktivisti Ian McKellen’ın 36. İstanbul Film Festivali’nde Onur Konuğu ödülünü almak üzere yaptığı konuşmanın Türkçe’ye tam çevirisi şöyle gidiyor…

“Burada olduğum için çok mutluyum. Festival ekibine beni İstanbul’a ve Türkiye’ye ilk kez davet ettikleri için çok teşekkür ediyorum. Kendimi tanıtarak başlamak isterim. 78 yaşındayım. Oyuncuyum. Hem tiyatro sahnesinde hem filmlerde hem televizyonda hem de radyoda rol alıyorum. İngiltere’de doğdum. Kendime Britanyalı diyorum. Sanırım aynı zamanda Avrupalıyım. Ve açık bir gey olarak kesinlikle bir enternasyonalistim.

Sinema bizleri tek başımıza asla gidemeyeceğimiz yerlere götürür, başka türlü tanışamayacağımız insanlarla tanıştırır. Kendimizin dışına çıkan deneyimleri paylaşmamıza olanak sağlar. Aslında sinema hepimizi enternasyonalist kılar. Buradan hareketle şunu söylemek isterim ki bu güzel ülkenizin tarihi ve geçmişi dünyanın geri kalanı için çok şey ifade ediyor. Bu festival boyunca ve özellikle de Pazar günü lütfen başınızı dik tutun.”

Festival kapsamında gösterilecek Richard III’nin Beyoğlu ve Kadıköy’deki gösterimlerine katılacak aktör, 7 Nisan’da da Boğaziçi Üniversitesi’nde bir sohbet gerçekleştiriyor. Bu ziyaret Bant Mag. No: 56’da McKellen’ın oyunculuk kariyerinin yanısıra LGBTİ hareketine verdiği desteğe daha yakından bakmamıza vesile oldu.

Yazı: Zeynep Naz İnansal – İllüstrasyon: Berkay Dağlar

Tiyatro yılları ve Shakespeare

İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıcından hemen önce İngiltere’de doğan Ian Murray McKellen, savaşın etkisinin hissedildiği bir çocukluk geçiriyor. Tüm lüks harcamalardan kaçınsalar dahi her hafta tiyatroya gitmeyi ihmal etmeyen bir aile McKellen ailesi. İlk sahne deneyimini şimdilerde de destekçisi olduğu Bolton Little Theatre’da kazanan aktör, üniversite yıllarını da Cambridge Üniversitesi’nin tiyatro topluluğu Marlowe Society’le üç yılda yirmi üç farklı oyun sahneye koyarak değerlendiriyor.

1970’li ve 1980’li yıllar boyunca Royal Shakespeare Company ve Royal National Theatre bünyesinde aralarında Othello ve Macbeth’in de bulunduğu unutulmaz performanslara imza atan McKellen, ülkesinin en tanınan aktörlerinden biri haline geliyor. Çoğu meslektaşına göre uzun sayılabilecek bir süre (birkaç istisna haricinde) sinemaya bulaşmayan oyuncunun beyaz perdeye asıl geçişi de oldukça anlamlı bir şekilde, Shakespeare’le oluyor.

1995 yapımı Richard III, klasik oyunun modern bir uyarlaması. Filmin hem senaryo sürecine katkıda bulunan hem de ortak yapımcılığını üstlenen Ian McKellen, filmden kazandığı parayı da pahalı sahnelerin çekimine harcamayı tercih ediyor. Tüm oyun yazarlarının en zoru, ama en tatminkârı olarak tanımladığı Shakespeare’in izleyicinin ve oyuncunun hayatını değiştirme gücüne sahip olduğunu söyleyen aktör, aslında kendi hayatından da bahsetmiş oluyor. Zira bu filmden sonra kariyeri bir daha düşmemek üzere yükselişe geçiyor.

Beyaz perdeye ve fantastik dünyalara geçiş

Kendisine Oscar adaylığı getiren Gods and Monsters ve Bryan Singer’la ilk işbirliği Apt Pupil’ın ardından yönetmen koltuğunda yine Singer’ın oturduğu X-Men serisi geliyor ve McKellen dünyanın en güçlü mutantlarından biri olarak, metali kontrol edebilen Magneto rolüyle karşımıza çıkıyor. Sette aldığı bir teklifle bir başka efsanevi uyarlamanın kadrosuna daha dahil olan McKellen, 2001 yılında The Lord of the Rings üçlemesinin bilge büyücüsü Gandalf karakterini hayata geçiriyor. Kendisine bir Oscar adaylığı daha getiren Gandalf rolünü yıllar sonra The Hobbit üçlemesinde de tekrar canlandırıyor.

McKellen, bir psikiyatristi canlandırdığı Asylum’da David Mackenzie’yle, The Da Vinci Codeda Ron Howard’la ve kendini canlandırdığı Extras dizisinde Ricky Gervais’le çalışıyor. Daha sonra tiyatroya dönen ve oldukça başarılı bir Waiting for Godot uyarlamasında X-Men’den rol arkadaşı Patrick Stewart’la beraber oynayan aktör, tiyatro sahnesinde kendini evinde hissettiğini ve sahnedeyken her zaman daha güvende ve özgür olabildiğini söylüyor.

Geçtiğimiz ay Beauty and the Beast’teki Cogsworth rolünde izleme şansı bulduğumuz aktörün emekli olmak gibi bir niyetiyse yok. Hâlâ fırsat varken mümkün olduğunca çok çalışma yanlısı. İleride cenazesinin büyük bir tiyatro salonunda yapılmasını isteyen McKellen’ın konuyla ilgili aklındaki tek düşünceyse bu son şovu kaçıracak olmasından duyduğu mutsuzluk.

Aktivizm ve Stonewall

1988 yılında BBC’nin bir radyo programına katılan McKellen, Section 28 olarak da bilinen homofobik yasa tasarısını muhafazakâr bir gazeteciyle tartışırken eşcinsel olduğunu açıklıyor. Daha erken politize olmadığı için pişmanlık duyduğunu belirten aktör, bir yıl sonra arkadaşlarıyla İngiltere’nin en önemli LGBTİ örgütlerinden biri olan, adını Stonewall İsyanı’ndan alan Stonewall’u kuruyor.

“Homofobiyle mücadele sürecinde küçücük bir rol oynayabilmek bile ayrıcalıktır” diyen aktör, aralarında Londra ve Oxford’un da bulunduğu birçok onur yürüyüşünün, LGBTİ hakları için mücadele eden LGBTİ Foundation, FFLAG ve GAY-GLOS gibi örgütlerin de aktif bir destekçisi.ü

Kendisi için hayattaki en önemli şeyin gençlere, ileride çok daha güzel günler yaşayacaklarını fark ettirmek olduğunu söyleyen McKellen, X-Men serisi ve LGBTİ hakları aktivizmi arasında da paralellikler kuruyor. Mutantlarla eşcinsellerin benzediğini çünkü iki grubun da toplumdan sebepsiz yere dışlandığını söylüyor.

Kariyerine hem klasik tiyatro hem de sinema alanında efsanevi performanslar ve tüm büyük oyunculuk ödüllerinde adaylıklar sığdıran Ian McKellen, İngiltere Kraliçesi tarafından da tiyatroya yaptığı katkıları sebebiyle şövalye ilan edilmişti. 2015 yılında verdiği bir röportajda, “Bir aktör asla ölümsüzlüğü hedeflememeli. Biz yalnızca şimdi var olmalıyız. Tiyatroyu bu kadar güzel yapan da sadece şu an ve bizim için yaşanıyor olması” diyor McKellen ve ekliyor, “Zaten hayatın ta kendisi de bu değil mi?”

ian-mckellen-BerkayDağlar_WEB

Bant Mag. No: 56’da yer alan içeriğe buradan ulaşmak mümkün.