Daha stratejik, daha acımasız, daha fevri: Invincible 3. sezon

Yazı: Meltem Demiraran

Prime Video’nun en sert, en kanlı ve en çarpıcı süper kahraman serisi Invincible, üçüncü sezonuyla sahalara indi. Robert Kirkman’ın aynı adlı grafik romanından uyarlanan animasyon serisi, ilk iki sezonuyla bizi şaşırtmayı başarmıştı; yeni sezon ilk üç bölümüyle şimdiden işleri ileri taşıyor.

Mark Grayson artık sadece hayatta kalmaya çalışan bir süper kahraman değil; bir savaşın eşiğinde. Viltrum İmparatorluğu’nun gözü Dünya’da ve Mark’ın önündeki soru ise şu: Dünya’yı kurtarmak için ne kadar ileri gitmeye hazır? Güç arttıkça yalnızca sorumluluk değil, şüpheler de büyüyor. Babasının yolundan gitmeyeceğine emin mi? 

Ve tabii ki… Bu yazı, 7 Şubat’ta yayımlanan Invincible 3. sezonunun ilk üç bölümüne dair sürprizleri bozabilir. 


Nerede kalmıştık?

Mark Grayson’ın sadece terapiye değil; haftada iki seans travma çözümleme, nefes egzersizleri, bir bardak papatya çayı ve belki de üç yıllık inzivaya ihtiyacı var. Ama ne yazık ki Viltrumlu kanı taşımak, sigorta kapsamına girmiyor. İlk sezonu, “Baba – oğul ilişkileri zordur.” cümlesine yepyeni bir boyut kazandırarak kapatmıştık. Mark, Omni-Man’in Dünya’yı Viltrum İmparatorluğu için fethetme planlarını öğrenmiş, ardından babasından yediği unutulmaz dayağın üstüne “Seninle işim bitti!” diyerek terk edilmişti. 

İkinci sezon ise Mark’ın bu travmayı sindirmeye vakit bulamadan süper kahramanlık, okul ve kişisel hayat arasında âdeta bir akıl tutulması yaşamasıyla başlamıştı. Fakat büyük resim epey korkutucu: Viltrum İmparatorluğu pes etmedi. Dünya hâlâ radarlarında ve Mark şimdi sadece bir kahraman olmakla kalmayıp, potansiyel bir iş birlikçi olarak görülüyor. 

Gelin görün ki Mark’ın sorunları sadece bir uzaylı totalitarizmi ile sınırlı değil.  Babasının ihanetiyle perişan olan annesi Debbie, hayatını yeniden kurmaya çalışırken; Mark da süper kahraman kimliğiyle, Amber ile ilişkisini ve okulunu dengede tutmaya çabalıyor – ki bu konuda “çabalıyor” kelimesini biraz fazla bonkör kullanıyoruz. 

Öte yandan kozmik güç dengeleri değişiyor: Allen the Alien ölümden dönüyor, Angstrom Levy çoklu evrenlerin kapısını açıyor, Guardians of the Globe yeniden yapılanıyor ve Omni-Man’in Thraxa’da bir ailesi olduğu ortaya çıkıyor (evet, yeni bir ailesi). Üstelik, Viltrum tehdidi her zamankinden de yakın. Kahraman olmak zordu. Ama ya canavar olmamak daha da zorsa?

İlk intiba?

İlk üç bölüm açıkça gösteriyor ki Mark artık ezilenden ziyade ezebilen taraf. Donald’ın istatistikleri bile dunu doğruluyor: Hızı yüzde 65 arttı, dayanıklılığı yüzde 70. Gücü ise tam yüzde 138 daha fazla. Yani, Usain Bolt’un 100 metreyi 9.58 saniyede koşması gibi bir şey. Fakat konu yalnızca sayılar değil. Mark’ın savaş tarzı da tamamen değişmiş durumda. Daha stratejik, daha acımasız, daha fevri… Rakiplerinin yanı sıra kendini de korkutacak kadar sert. Bir gün aynaya baktığında Omni-Man’i mi görecek?

Mark’ın yumrukları gibi her sezon giderek iç dünyasındaki çatışmaların da ağırlaştığını görüyoruz. Gücünü kontrol etmeyi öğrendi mi? Evet. Peki, kendisini kontrol edebiliyor mu? Çok emin değilim. Viltrum tehdidi artık soyut bir korkudan ziyade, kapıya dayanmış bir gerçeklik. Mark bir yandan Dünya’yı korumaya çalışırken, diğer yandan Cecil’in yöntemleriyle çatışıyor. Oliver’ın nasıl yetişeceği konusunda diken üstünde ve Atom Eve ile olan ilişkisi de tam bir denge oyunu. Fakat bu sezonun asıl bombası, Mark’ın bir süper kahraman olarak sınırlarını gerçekten nerede çizeceğini sorgulamaya başlaması fikrimce.

Güç artınca, sorumluluğun yanı sıra büyük paranoyalar da geliyor. Üstelik Mark’ın etrafı, geçmişte korktuğu kadar zayıf veya güvenilir değil. Darkwing 2 gibi dosta dönüşen eski düşmanlar, Powerplex gibi yeni ve kişisel bir tehdit ve her an alev alabilecek Viltrumite barut fıçısı derken ortalık iyice karışmış durumda. Dolayısıyla üçüncü sezon, hem aksiyon hem de karakter gelişimi açısından yine vites yükseltti diyebiliriz.

En çok neyi sevdin?

Darkwing 2’nin dönüşünü. Resmen “Bakın, ben kötüydüm ama düzeldim” diyerek Guardians’a katıldı. Peki gerçekten değişti mi? Yoksa bir kriz ânında yine gölgelerin içine kaçacak mı? Henüz şüphelerimi koruyorum.

Oliver’ın “küçük kardeş” kontenjanından çıkarak gerçek bir savaşçı olmaya yaklaşmasını izlemek de epey keyifli. Dizi, Mark’la birlikte yan karakterlere de derinlik vererek sezonu sürükleyici hâle getiriyor bana kalırsa.

Hah, bir de Cecil’in geçmişine odaklanmak hoşuma gitti. Mark ile arasındaki çatışma malumunuz. Cecil her zamanki gibi “Sonuçlar önemli!” modunda ve Mark da “Ya yöntemlerin yanlışsa?” diye soruyor. Cecil’in Darkwing 2 ve Dr. Sinclair gibi “eski suçluların” ikinci bir şansı hak ettiğini düşündüğü anlar, Mark için tam bir kırmızı bayrak. Ancak ya Cecil haklıysa? Ya Mark fazla duygusal davranıyorsa? 

En az neyi sevdin?

Üçüncü bölümün başındaki dövüş sekansında bir türlü sonu gelmeyen müziği.

İzleyince kafanda soru işareti yaratan bir şey oldu mu? 

Mark’ın kardeşi Oliver, genetik olarak hem Viltrumlu hem Thraxan. Bu ne anlama geliyor? Şu an bir bebek ama bildiğimiz kadarıyla hızlı büyüyecek. Yani, sezon bitmeden tam teşekküllü bir savaşçıya dönüşebilir. Ama bu savaşta hangi tarafta yer alacak? 

Ek olarak, alternatif evrenlerde Mark’ın babasının yolundan gittiğini biliyoruz. Peki, bizim Mark’ımız gerçekten farklı mı? Ve Angstrom Levy… Eğer ölmediyse, hangi evrenden hangi kâbusu üzerimize sürükleyecek? Alternatif evrenlerde babasının yolundan giden her Mark, gerçekten kaçınılmaz bir geleceğin işareti mi? Eğer öyleyse, bizim Mark’ımızın sonu ne olacak?