Karakter galerisi: Céline Sciamma

Yazı: Zelal Buldan

Hayatlarımıza ilk uzun metrajı Naissance des pieuvres / Nilüferler ile giren; girdiği günden bu yana içinde yer aldığı bütün projelerde görevi fark etmeksizin varlığını fazlasıyla hissettiğimiz bir isim Céline Sciamma. Kalbimizin derinliklerinde unutulmuş duygulara dokunmaya, çocukluğun masum bakışlarını sunmaya ve üzeri örtülü dertlerle buluşturmaya devam ediyor. 

Céline Sciamma filmleri denince herkes farklı duyguları ve karakterleri anımsayabilir şüphesiz fakat film arşivinin tamamı üst üste konunca bangır bangır bağıran bir tema var: Yalnızlık. Yalnızları merkezine alan Sciamma, yarattığı dünyalarda seyircisini, karakterlerinin kimi zaman renkli, kimi zaman masalsı, kimi zaman da oldukça sıradan hayatlarında buluşturuyor. Filmin sonunda umut verme gibi kaygıları da genellikle olmuyor. Mutlu son beklentisine girmeden izlediğimiz filmleri, belki de bu yüzden oldukça gerçek hissettiriyor. 

Sciamma, dertlerini çoğunlukla çocukların dünyasından anlatırken, bunun sebebini şu sözlerle açıklıyor: “Özellikle çocukların bakış açılarıyla, bir şeylerle olan ilişkilerini nasıl da umursadıklarıyla ilgileniyorum. Yaşamı çok ama çok ciddiye almaları mükemmel. ”

Senaristliğini üstlendiği 2016 yapımı Ma vie de Courgette / Kabakçığın Hayatı’nın yakın zamanda MUBI kataloğuna eklenmesi vesilesiyle yaşamı çok ciddiye alan karakterleri arasında bir gezintiye çıktık.

Marie

Film: Naissance des pieuvres (2007)
Oynayan: Pauline Acquart

Bir senkronize yüzme takımı antremanında karşımıza çıkıyor Marie. Antrenmanda izleyici olarak tanıştığımız karakter, uzun bir süre hem kendi hayatında hem de başkalarının hayatında izleyici olarak yer alıyor. İlgi duymaya başladığı takım kaptanı Floriane’ın başarılı spor hayatını, erkekler ile olan ilişkisini, özgüvenini yakından izliyor. Bu seyir hâli uzun bir süre devam ederken, Marie ile Floriane’in yakınlaşması kaçınılmaz oluyor. 

Elleri ilk kez birbirlerine değdiğinde, Floriane ona taciz hikâyelerinden bahsettiğinde, duygusal ve fiziksel ilk gerçek temaslar gerçekleştiğinde Marie için izleyici rolünden çıkma fırsatı doğuyor. Marie oldukça utangaç, içe dönük ve duygularından çekinir vaziyetine rağmen Floriane’in bir adamla öpüşmesine engel olarak ilk kez ipleri eline alıyor. İplerin yavaş yavaş eline dolanmasına engel olamasa da izleyici olarak başladığı filmi başrol olarak sonlandırıyor. Sciamma ilk filmiyle mutlu son derdi olmadığını da kanıtlıyor böylece. 

Mutsuzluğa cesareti olanlar için yazmaya ve çekmeye devam ediyor:

Laure – Michaël

Film: Tomboy (2011)
Oynayan: Zoe Heran

Kimsenin sizi tanımadığı bir yerde, bambaşka bir hayata başlamak gibi bir şansınız olsa neleri değiştirirdiniz? Nelerden vazgeçer veya nelere sıkıca tutunurdunuz? Olduğunuz kişiden kaçar mıydınız yoksa olmak istediğinizi mi yaşardınız? Céline Sciamma, yazıp yönettiği Tomboy ile Laure’a kendi kimliğini yaşama fırsatı yaratarak onu yepyeni bir mahalleye taşıyor. Yeni ev, yeni okul ve yeni arkadaşlar… Annesi, babası ve küçük kız kardeşiyle paylaştığı yeni evinden dışarı ilk adımını attığı andan itibaren Laure, kendisini yeni arkadaşlarına Michaël olarak tanıtıyor. Kimliğinin hapsedildiği evden çıkıp özgürlüğüne kavuşmak üzere dışarıya sımsıkı tutunuyor Michaël. 

Mekânlar arasında farklı iki isimle tanısak da film boyunca karakterimizi onun seçtiği isim olan Michaël olarak takip ediyoruz. Sokaktaki erkek arkadaşlarının davranışlarını kopyalayarak, giysi dolabındaki elbiselerden uzak durarak, mayosunun içine hamurdan yapılmış bir penis koyarak olmak isteği kişi oluyor Michaël. Dışarı ile ev arasındaki kapının açılması ile bozuluyor yeni hayatı. Dışarıdan gelen misafirler, evde Michaël isminde bir erkek çocuk değil de Laure’u bulunca mekânlardaki birbirinden ayrışmışlık iç içe geçiyor. Evdeki esaret, dışarıdaki ormana kadar yayılıyor. Özgürce koştuğu ormanda oyun arkadaşları tarafından cinsiyeti kontrol edilmek isteniyor. İlk öpücüğünü aldığı Lisa’dan “Kimsin sen?” sorusunu alıyor ve böylece kendini yeniden tanıtmak zorunda kalıyor:

-Kimsin sen?
-Benim adım Laure.

Icare – Kabak 

Film: Ma Vie De Courgette (2016)
Seslendiren: Gaspard Schlatter

Çocukların gerçekçi dünyalarıyla yakından ilgilenen Sciamma, bu kez dertleri daha gerçeküstü bir evrende anlatmak üzere bir animasyon filminin senaryo ekibinde yer alıyor. Filmdeki her bir karakterin ayrı ayrı ilgi çekici olduğu parantezini açmak gerek. Bu karakterlerle tanışmamıza Icare’ın alkolik annesinin ani ölümü vesile oluyor. Üstelik buna Icare sebep oluyor; kimsesiz kalınca bir yurda yerleştiriliyor. Yazının devamında Icare’dan Kabak ismiyle bahsedilecektir, çünkü kendisi öyle çağrılmak istiyor:

-Seni, senin gibi çocukların yanına götüreceğim. Annesi ve babası olmayan çocukların yanına.
-Benim annem var ki!
-Annen gitti Icare.
-Benim adım Kabak!
-Annen seni böyle mi çağırırdı?

Kabak’ın adapte olmaya çalıştığı yeni yaşam alanında, yalnızlığını paylaşmak üzere başka yalnız karakterlerle tanışıyoruz. Aileleri tarafından sevgiden mahrum bırakılan bu çocukların dayanışmaları eşliğinde Kabak ilkleri yaşıyor. Yurt görevlisi tarafından iyi geceler öpücüğü aldığındaki şaşkınlığından, daha önce aile evinde hiç iyi bir gecesi olmadığını anlıyoruz. Hoşlandığı kızı ilk kez öptüğündeki acemiliğinden, daha önce hiç sevgisini gösterme fırsatı yakalamadığını anlıyoruz. Onu ziyarete gelen polis memurunun bunu mecburiyetten yaptığını düşünmesinden, daha önce hiç karşılıksız sevilmediğini anlıyoruz. Kabak, yurt arkadaşının “Hepimiz aynıyız, bizi sevecek kimse kalmadı.” cümlesini yerle bir edercesine seviyor yurt arkadaşlarını. Sevmeyi ve sevilmeyi öğrenirken bizlere de öğretiyor: Seni seviyoruz Kabakçık!

Nelly

Film: Petite Maman (2021)
Oynayan: Josephine Sanz

Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Uzak diyarların birinde, sihirli bir ormana Nelly adında küçük bir kız uğramış.
Bu sihirli ormanda uçan bitkiler, konuşan hayvanlar, devasa yaratıklar bulunmazmış.
Bu ormanın sihri, bizi veda edemediklerimizle buluşturmak, tamamlanamamış yaslarımızı sonlandırmakmış.

-Onunla vedalaşamadım.
-Yanından ayrılırken hep vedalaştın ama.
-Son seferki çok iyi değildi. Çünkü böyle olacağını bilmiyordum.

Anneannesini kaybeden Nelly’nin kısa bir süreliğine onun evine taşınması ile geçmişte bir yolculuğa çıktığı Petite Maman, belki de Sciamma’nın yoruma en açık filmi. Evin hemen yanındaki ormanda tanıştığı arkadaşı ve bir kulübenin inşası aracılığıyla Nelly, istediği gibi vedalaşamadığı anneannesi ile ayrılma sürecine giriyor. Bu yası tamamlamak için elbette öncelikle kendi anne ve babasını yakından tanıması gerekiyor. Nelly onların çocukluğunu öğreniyor, eski eşyalarına göz atıyor, gerçek duygularıyla tanışıyor. “Pizzaya bayıldığını biliyorum baba ama esas şeyleri bilmiyorum. Mesela seni korkutan şeyler.” derken, ailesi hakkındaki esas şeyler üzerine düşünmeye başlıyor. 

Anneannesinin evi boşaldıkça vedalaşma ânını tamir etme fırsatı yakalıyor Nelly. Bütün bu ormanda, eski evde ve arkadaşının evinde geçirdiği sürecin sonunda annesine sıkıca sarılıyor. Bu sarılma ânının aslında anneannesi ile içinde kalan veda ânı olduğunu biliyoruz. Nelly istediği vedaya kavuşuyor böylece: 

Bir varmış, bir yokmuş…
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde…
Uzak diyarların birinde, sihirli bir ormanda, Nelly anneannesine sıkıca sarılmış.

Marianne

Film: Portrait de la jeune fille en feu (2019)
Oynayan: Noémie Merlant

Duygulandığın zaman ellerini böyle yapıyorsun.
-Öyle mi?
-Evet, utandığında dudaklarını ısırıyorsun. Sinir olduğunda ise gözlerini kırpmıyorsun.
-Her şeyi biliyorsun.
-Afedersin ama senin yerinde olmak istemezdim.

Marianne, Héloïse’in portresini yapmak üzere görevlendiriliyor. Resim tamamladığı vakit Héloïse’in portresi, Milano’daki onunla evlenmek isteyen asilzadeye gönderilecek. Evlenmek istemeyen Héloïse ise daha önce bir ressama poz vermeyi reddetmiş biri. 

Marianne’in ressam olduğunu bilmiyor; onu yürüyüş arkadaşı sanıyor. Marianne ise resmini çizebilmek adına Héloïse’in bütün mimiklerini, el hareketlerini, duruşunu gözlemlemeye başlıyor. Bu gözlemin bir aşka dönüşeceğinden habersiz… 

Marianne, Héloïse’i tanıdıkça, ona yavaş yavaş bağlanıyor. Portreyi tamamlayıp görevi sonlandığında ise her şeyi itiraf etmekten kendini alamayan biri Marianne. Héloïse ikinci kez resmini yapması üzerine ona şans vermeye karar verip poz verebileceğini söyleyince bir şansı daha oluyor. Bu bir haftalık süreçte, evin hizmetlisinin istenmeyen hamileliği ışığında güçlü bir kadın dayanışması hikâyesinin de öznesi oluyor. Marianne ikinci resmi tamamlamaya yaklaştıkça Héloïse ile yakınlaşma süreci de hızlanıyor. 

Aşklarını yaşamak üzere bir portrenin bitişi kadar süresi olan iki kadın, bu kısacık zamanda birbirlerinin her bir hareketini ezberliyor. Gözlemci konumundaki Marianne, gözlemlendiğinden habersiz dinliyor: “Ne söyleyeceğini bilmediğinde alnına dokunuyorsun. Kontrolü kaybettiğinde kaşlarını kaldırıyorsun. Rahatsız olduğunda ise ağzından nefes alıyorsun.” Portre artık tek kişilik olmaktan çıkıp iki kişilik oluyor fakat Marianne onu bitirmek üzere son dokunuşlarını yaptığında sevdiği kadının Milano’ya gitmesine engel olamıyor. Marianne, Héloïse’i son bir kez görmek üzerine arayışların peşine düşen bir karaktere dönüşürken biz, Sciamma’nın üzerimize doğrulttuğu alevler içindeki portrenin dumanlarını soluyoruz.