“Kültürel hayata erişimin eşit bir şekilde sağlanması gerek”: Engelsiz Filmler Festivali ile söyleştik

Bu yıl 8. kez düzenlenen Engelsiz Filmler Festivali 12 Ekim’de başladı ve “Normali Ararken” teması altında pandemi öncesi ve sonrasında normalin ne ifade ettiğine odaklanan çarpıcı içeriğiyle, çevrimiçi olarak, 18 Ekim’e dek sürüyor. Festival ekibinden Ezgi Yalınalp sorularımızı yanıtladı. 

Röportaj: İpek Temizkan

Bu seneki festivalin çevrimiçi olması, her ne kadar tercih edilir bir seçenek olmasa da, erişilebilirlik açısından yeni imkânlar yarattı gibi görünüyor. Bundan sonraki Engelsiz Filmler Festivallerini de çevrimiçi düzenlemeyi değerlendirmek var mı planlarınızda?

Bu sene her zamanki gibi İstanbul, Eskişehir ve Ankara’da seyircilerimizle salonlarda buluşmanın hazırlığını yaparken salgının birdenbire gündemimize düşmesiyle festivali çebvrim içine taşımaya karar verdik. Festival tarihinin ekim ayı olması ve dünyada da Oberhausen, Selanik, Krakow gibi önemli festivallerin çevrimiçi ortamda gerçekleşmesi bize hem dijital bir festival hazırlığı için zaman tanıdı, hem de diğer festivallerin nasıl organize olduklarını gözlemlemek için olanak yarattı. Hiçbir film festivalinin çevrimiçi bir festivali salonlarda bir arada film izleme deneyimine tercih edeceğini düşünmüyoruz, ancak içinde bulunduğumuz koşullar bizi buna zorladı ve sizin de bahsettiğiniz gibi bu durum beklenmedik bir şekilde bazı imkanları da beraberinde getirdi. Örneğin festivalin bu sene tüm Türkiye’den takip edilebilecek olması gibi. Böylece daha önce gitmek istediğimiz fakat gidemediğimiz şehirlerdeki seyircilere de ulaşmış olacağız. Özellikle toplu taşıma ya da diğer fiziksel engeller nedeniyle erişim sorunu yaşayan ya da sesli betimleme, ayrıntılı altyazı gibi düzenlemeler yapılmadığı için sinemaya gidemeyen kişiler için güncel sinema örneklerini takip edebilmek adına bu seneki festival önemli bir fırsat oldu. Bunun yanı sıra şehir koşturması içinde festivale gelmek için vakit yaratamayan kişiler de durumdan epey memnun anladığımız kadarıyla. Coğrafi uzaklık vb. nedenlerle festivale davet edemediğimiz yönetmenlerle çevrimiçi söyleşilerde buluşmak durumun yarattığı bir diğer avantaj oldu. Salgın döneminde Zoom, Skype gibi araçların kullanımı gündelik bir hal aldığı için, yönetmenlerle bu platformlar üzerinden kolaylıkla bir araya geldik. Bütün bu artılarına rağmen isteğimiz filmleri sinema salonlarında seyircilerimizle buluşturmak. Yani koşullar normale döndüğünde bizler de sinemalara dönmüş olacağız diye umuyoruz, tabii açık sinema salonu bulabilirsek. Buna karşılık film ekipleriyle çevrimiçi sohbetler gibi dijitalde edindiğimiz bazı pratiklerin de devam edeceğini öngörüyoruz. 

Festivalin temel motivasyonunun, engelli bireylerin kültür sanat hayatına erişimlerini sağlamak olduğunu biliyoruz. COVID-19 pandemisi sürecinde birçok konser, gösterim ve festival iptal edildi veya ertelendi, erteleniyor. İnsanların evlerinden çıkamayıp, toplu yerlerde bulunamamasıyla da, artık hemen hemen kimsenin kültürel etkinliklere erişim imkânı kalmadı. Bu anlamda, erişilebilirliği merkezine alan Engelsiz Filmler Festivali’nin, özellikle bu sene, bir anlam daha kazandığını düşünüyorum. Neredeyse kimsenin kültür sanat aktivitelerine erişemediği bu günler için siz neler düşünüyorsunuz?

Çok doğru, salgın döneminde tüm dünyada insanlar sinemaya, tiyatroya gidemez, konser izleyemez oldular, yani hepimizin kültürel hayata katılma hakkımız elimizden alınmış oldu. Engelli bireyler için gündelik hayatlarının bir parçası olan bu mesele, birdenbire tüm dünya nüfusunun meselesi haline geldi. Engelsiz Filmler Festivali olarak, ilk kez seyircilerle buluştuğumuz 2013 yılından beri, kültürel hayata erişimin eşit bir şekilde sağlanması gerektiğini söylüyoruz. Festivalin bu misyonu halihazırdaki koşullar altında daha da anlam kazandı. Belki de bu, birbirimizi daha iyi anlamamız ve kültür-sanata erişimdeki sorunlar üzerine beraberce düşünerek koşulları iyileştirmemiz için bir fırsattır.

Maddenin Halleri
Küçük Şeyler

Festival temasındaki beş alt başlık; Beden, Mekan, Hayvan, Şehir ve Sanal Benlik nasıl belirlendi? 

Bu sene festivali ilk kez bir tema ile düzenliyoruz: “Normali Ararken”. Salgın döneminde eski normal, yeni normal gibi kavramlar ve “Normale ne zaman döneceğiz?” gibi sorular gündemimizden düşmedi. Bu dönemde David Harvey, Agamben, Berardi, Zizek gibi çağımızın önde gelen sosyal bilimcileri ve düşünürleri bunun önemli bir kırılma anı olduğuna işaret ettiler; biz de bu süreçte tıpkı onlar gibi eskiden “normal” kabul ettiğimiz düzenin “normalliği” üzerine bol bol düşündük. Yaşadığımız şehirler, mekanlar bu eski normalde nasıldı? Bedenlerimizle, benliklerimizle, aynı gezegeni paylaştığımız hayvanlarla nasıl ilişkiler kurmuştuk? Normali Ararken teması çerçevesinde oluşturduğumuz 5 film seçkisinin başlıklarını bu sorular şekillendirdi.

Dillerimizden düşmeyen bu eski normali, eğrisiyle doğrusuyla sorgulayan tema beni çok heyecanlandırdı. Gerçekten de, kendi normallerini özleyen bizler; kimleri, neleri normallerinden ediyorduk (ve ediyoruz)?

“Normal”; önceki yıllarda da -özellikle bedenlerimiz üzerinden- sorguladığımız, hep radarımızda olan bir kavram. Genel olarak normal olarak kabul edilen ideal bir beden var ve engelli kişiler bu idealden uzak kişiler olarak algılanıyor. Peki hangi beden normal, hangisi değil? Kime göre, neye göre? Gösterdiğimiz filmlerle seyircilerimizin bu sorular üzerine düşünmelerini istiyoruz. Bu sene de gündelik hayatlarımızın salgın tarafından kontrol edildiği bir dönemde normal olarak kabul ettiklerimizi daha geniş kapsamlı bir şekilde sorgulamış olacağız. Bu gezegeni paylaştığımız hayvanlarla kurduğumuz ilişkiler bağlamında bakalım mesela. Biliyorsunuz bazı bilim adamları COVID-19 virüsünün ortaya çıkış nedeninin, vahşi hayvanların yaşam alanına fazla yaklaşmamız olduğunu söylüyor. Şehirlerimizi vahşi hayvanların yaşam alanlarına kadar genişleterek bazı virüslerle karşılaşmamızı da kaçınılmaz hale getiriyoruz aslında. “Eski normal”de vahşi hayvanların yaşam alanlarını istila etmekle kalmadık, evcilleştirdiğimiz hayvanları da adeta birer ürün haline getirdik, inşa ettiğimiz mezbaha, fabrika, pet shop gibi mekanlarda onları tutsak edip özgür yaşama haklarını ellerinden aldık. “Eski normal”de aynı şeyi aslında kendimiz için de yaptık; bizi tutsak eden bir hayata gönüllü olarak razı olduk. Yaşadığımız şehirlerde 9’dan 5’e mesai yaptığımız ve yalnızca hafta sonları kendimizi dinleyebildiğimiz (hatta bazen onu da yapamadığımız), kendimizi performans özneleri haline getirdiğimiz, bir takım dijital araçlarla kendimizi oyalayıp uyuşturduğumuz bir “normal”de, bu anlamda kendimizi de doğal olandan uzaklaştırmış olduk. Normali Ararken seçkisindeki 23 filmle, bütün bu meseleler üzerine birlikte düşünelim istedik.

Son olarak, bir önceki soruyla da ilişkili düşünerek; sosyal ve ekonomik adaletsizlikler, imkân eşitsizlikleri, tüketim, hayvanlar ve iklim gibi konular üzerine Engelsiz Filmler Festivali, izleyicilerine neler söylemeyi istiyor?

İnsanların gezegen üzerinde kurduğu mevcut düzenin sürdürülebilirliğinin olmadığı bizce çok açıktı; salgın döneminde bu durum daha da netleşti. Yemek, barınma gibi temel ihtiyaçlarımızın ne kadar önemli olduğunu belki bu dönemde daha iyi anladık. Virüs kapma endişesiyle marketlere gidemedik mesela, oysa ki daha kendi kendine yeten bir üretim pratiğimiz olsa, bazı temel gıdaları kendimiz üretebiliyor olsak buna gerek kalmayacaktı. Ya da salgın tedbirleri nedeniyle vaktimizin çoğunu geçirmek zorunda kaldığımız barınma alanlarımıza, evlerimize bakalım. “Modern” dediğimiz şehirlerin çoğunda insanlar küçücük, güneş bile görmeyen apartman dairelerinde, sıkış tıkış yaşıyorlar. Bütün bu resme geri çekilip baktığımızda, her anlamda daha farklı bir örgütlenmenin gerekliliği anlaşılıyor. Bunu yapmadığımız ve halihazırdaki koşulları devam ettirdiğimiz durumda, tür olarak fazla zamanımız yok diye düşünüyorum.