Sezon boyu festival: Leman Yılmaz’la İO Uluslararası Tiyatro Festivali’ni konuştuk

Röportaj: Yağmur Ruken Kahraman

İO Uluslararası Tiyatro Festivali, tiyatrodan dansa ve performansa, okuma tiyatrosundan üniversite oyunlarına uzanan geniş yelpazeli programıyla bu yıl ilk kez düzenleniyor. Yönetmenliğini Milo Rau‘nun üstlendiği La Reprise’in 9-10 Eylül’de DasDas’ta gerçekşelen temsilleriyle yaptığı açılışın ardından Mesut Arslan imzalı Gılgamış‘ı ağırlayan festival, 3 – 4 Kasım’da Theodoros Terzopoulos’un IO’sunu, ilerleyen haftalarda da Hanane Hajj Ali’nin Jogging başlıklı performansını sunmaya hazırlanıyor. Programın detayları burada.

Sahne sanatları seyircilerine yeni karşılaşma alanları yaratan İO Uluslararası Tiyatro Festivali’ne dair merak ettiklerimizi, festival direktörü Leman Yılmaz‘a sorduk.

IO

“Bence içine düştüğümüz en büyük hata: ‘Seyirci’nin bir dinamiği var. Durağan değil. Sürekli değişiyor, farklılaşıyor.”

Uzun yıllar İstanbul ve tiyatro ekseninde çalışmış biri olarak şehre yeni bir festival kazandırmış olmak sizin için ne ifade ediyor?

Tiyatro festivaliyle, uluslararası yapımlarla üniversitenin ilk yıllarında tanıştım. Büyük bir heyecan ve merakla takip etmeye başladık festivali, gelen yapımları. Üniversite sonrası iş hayatımda Fransız Kültür Merkezi olsun, İsviçre olsun ve tabii ki İstanbul Tiyatro Festivali olsun, hem bizde yapılan çalışmalar hem de yurt dışında yapılanlar sürekli odağımda oldu. Her Paris’e, Berlin’e gidişimde için için hayıflanırdım. İstanbul’un da bir gün sadece festival tarihlerinde değil tüm yıl boyunca uluslararası yapımlara ev sahipliği yapacağı bir şehir hâline dönüşmesinin hayalini kurardım. 

İstanbul Tiyatro Festivali direktörü olduğum yıllarda Edinburgh’da, Avignon’da olduğu gibi bir “fringe ya da off” festivali düzenleme önerileri geldi. İKSV olarak siz yapın dediler ama bunun olamayacağını ve fringe / off festivallerinin yapısına aykırı olduğunu da hep söyledim. Ve genç arkadaşlarımın girişimiyle Uluslararası Fringe Festivali doğdu. Bu arada uzun yıllar dans ve performans konusunda uluslararası alanda bir buluşma noktası olan iDANS’ı da unutmamak gerekiyor. İstanbul çok büyük bir kent ama aynı zamanda kültürlerin buluşma noktası. Coğrafi olarak da. Bu nedenle uluslararası boyutta tek bir festivalin yetmediğini daha önce de söylüyordum. İşte İO Uluslararası Tiyatro Festivali fikri ve tüm sezona yayılması düşüncesi tüm bu deneyimlerin sonucunda ortaya çıktı. 

Festival nasıl bir ekiple hayata geçti? Hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ortaya çıktı? İlk fikir parçacıklarından son hâline nasıl şeklini nasıl buldu? 

Şubat 2022’de İKSV İstanbul Tiyatro Festivali direktörlüğü görevimden ayrıldım. Bu ayrılış yeni bir başlangıcın da tetikleyicisi oldu. Sevgili DasDas ekibi; Mert Fırat, İlksen Başarır ve Belfu Kaba onlarla çalışmam için beni DasDas’a devet etti. Bir festival düzenleme istekleri vardı. Fikir onlardan çıktı. Böylelikle ben de onlara katıldım. Önce belirli bir tarih içinde festivali düzenlemek üzerine konuştuk, çalıştık ve hatta uluslararası ekiplerle de yazıştık. Tabii kendi sahnelerimizin olması çok önemli bir avantajdı. Gerektiğinde prodüksiyonların ihtiyaçlarına göre başka sahneleri de kullanabilecektik. Ama ekonomik krizin giderek keskin bir şekilde kendini hissettirmesi, seyircimizin alım gücünün düşmesi, tiyatro salonlarının doluluk oranları derken, festivali sezona yaymak fikri doğdu. Hepimizin içine de sindi. Programı da buna göre yeniden elden geçirdik. 

Sezon boyunca düzenlenen bir festivalin bir diğer artısı da çalışmak istediğimiz yabancı toplulukların takvimine göre hareket edebilmemizdi. Böylelikle kısıtlı bir tarih içinde öneri sunmayacaktık ya da o tarihlerde müsait olan işleri programlamayacaktık sadece. Bu önemli bir özgürlük alanı yarattı. Festivali ve programı resmî olarak duyurmak bu yılın eylül ayında gerçekleşti. Bizim ilk belirlediğimiz Tarih 7 Şubat’tı ama hepimizi sarsan deprem nedeniyle tüm enerjimizi deprem çalışmalarına verdik. Bu nedenle de eylül ayına kadar beklettik festivali duyurmayı. Bu arada sponsor arayışımız devam ediyordu. Açık söylemek gerekirse hâlâ da devam ediyor. Şu an sadece bilet satışlarıyla ilerliyoruz. 

Hem festival seçkisini hem de aylara ve farklı mekânlara yayılan festival kurgusunu oluştururken hangi dinamikleri göz önünde bulundurdunuz?

Öncelikle seyircimize yeni deneyimleri sunmak çok önemli ama şunu da unutmamak gerekiyor ki bence içine düştüğümüz en büyük hata: “Seyirci”nin bir dinamiği var. Durağan değil. Sürekli değişiyor, farklılaşıyor; genç seyirci, yeni kuşak seyirci… Biz bile farklı kavramları kullanıyoruz tanımlamak için. Bu nedenle bizim için çok bilindik bir topluluk ya da yönetmen, “Yine mi?” dediğimiz bir isim bizden sonraki seyirci kuşağı için yepyeni bir isim olabilir. Tanımaması çok doğal. Dolayısıyla aslında dönem dönem bazı isimlerin, toplulukların yapımlarını programa alırken, tabii ki bizlerin de yeni yeni keşfettiği isimlerle seyircimizi buluşturmanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. 

La Reprise.

“Bir festival programının öncü olması çok önemli. İO Uluslararası Tiyatro Festivali programını kurgularken de bu vizyonla hareket ediyoruz.”

Festivalin seyircisine yarattığı karşılaşma alanı, diğer festival deneyimlerinizle karşılaştırdığınız zaman hangi açılardan ayrışıyor? 

Kurumlar zaman içinde vizyonlarını ve uygulamalarını farklılaştırabiliyor. Kimi zaman bilet gelirleri ve salonları doldurmak çok daha ön plana geçiyor. Hâlbuki bir festivalin hedefi seyircisini ileriye taşıyabilmek, farklı deneyimler sunabilmek. Milo Rau’nun Nefret Radyosu’nu Avignon’da izlediğimde çok etkilenmiştim. Sonra İstanbul Tiyatro Festivali’ne davet ettim. Kimse bilmiyordu, tanımıyordu ama bu oyunu izleyenler artık bir Milo Rau hayranı oldu ve onun çalışmaları üzerine araştırmalar yapılmaya, tezler yazılmaya başlandı. 

Aynı durum Robert Wilson için de söz konusu. Sevgili Dikmen Gürün, festivalin direktörü iken Robert Wilson ile tanıştırdı bizi. Önce kimse algılayamadı, çok eleştirildi ama şu anda Robert Wilson bir virtüöz. Aynı şekilde Pina Bausch ile tanışmamız da öyle. Ya da Thomas Ostermeier ile… Festival seyircisinin tanımadığı, bilmediği isimler. Sonra keşfettiklerinde ise takibi bırakamadıkları “usta” isimler. Bu nedenle bir festival programının öncü olması çok önemli. İO Uluslararası Tiyatro Festivali programını kurgularken de bu vizyonla hareket ediyoruz. 

Biraz da festival programından bahsedelim. 9-10 Eylül’de Dasdas’ta sahnelenen festivalin açılış oyunu Milo Rau imzalı La Reprise çok ilgi gördü. La Reprise ile açılış yapmak sizin için nasıl bir deneyimdi?

Festivalin açılış oyunu önemlidir. Bu nedenle biz de heyecan yaratacak bir isimle açmayı planladık. İlk festival olması açısından da tabii çok daha önemli oluyor. Ama az önce de dediğim gibi kimi zaman tarihler uymayabiliyor. La Reprise’in festivalin açılış oyunu olarak gelebilmesi bizi de çok heyecanlandırdı. Milo Rau’nun “Histoire du Théatre” serisinin ilk oyunuydu ve çok değerliydi. Seyircimiz de uzun zamandır bekliyordu. Biliyorsunuz şubatta geleceklerdi ama deprem nedeniyle erteledik. Kimi zaman bu ertelemelerin bir hayal kırıklığı yarattığının da farkındayız. Bir anlamda umutların, beklentilerin kırılması anlamına da geliyor. Ama eylülde La Reprise geldi eve; biz de açılışımızı bu oyunla yaptık. 

Gılgamış

Ardından Mesut Aslan’ın çok dilli ve seyirciyi mekânda oyuncuların peşi sıra konumlandıran Gılgamış‘ı, İO kapsamında Türkiye prömiyerini yaptı ve festivalin sahnelenen ilk yerli oyunu oldu. Gılgamış‘ın festivale dâhiliyeti nasıl gelişti? 

Mesut Arslan ile birçok kez İstanbul Tiyatro Festivali’nde çalıştık. Güzel ortaklıklarımız da oldu. Beni arayıp da Gılgamış’tan bahsedince çok heyecanlandım. Ara ara oyun üzerine konuştuk. Mesut nasıl bir kurgu ile ilerleyeceğini paylaştı benimle. Sonra Brüksel’e giderek oyunun prömiyerine katıldım. Layla Önlen’i Tut Bırak! oyunundan tanıyordum. Bu arada Tut Bırak!, Bodrum Tiyatro Festivali’nde ve daha sonra İstanbul’da oynayacak. Kaçırılmayacak bir oyun. 

Gılgamış’ın çok dilli yapısı, farklı bir izleme deneyimi sunması ve kutuların içindeki “anlatıcı seyirci” ile geçmiş ve bugün arasında kurduğu bağlantı beni çok etkiledi. Samimiyetimize de güvenerek Mesut’tan bu oyunu İO Festivali’ne getirmesini ve başka kimseye söz vermemesini rica ettim. O da kırmadı beni. Bu arada Gılgamış Türkçe versiyonu ile 1 Kasım’da perde açıyor. 

Son olarak gelecek yıllar için festivale dair hayalleriniz nedir? Nasıl bir alan açmasını arzu ediyorsunuz?

Tabii ki sürdürülebilir olmak. Bu nedenle de desteğe ihtiyacımız var. İçinde bulunduğumuz şartlarda çok kolay değil. Bizim yaşadığımız deneyimlerin çok daha fazlasını genç seyircilerimizle paylaşabilmek. Ne kadar farklı işlerle buluşursak, bu deneyimlerin sahnelere de yansıyacağını hepimiz biliyoruz. Bu buluşmalarla burada üretilen işleri de yurt dışına taşıyabilmek ve sahne sanatları alanında İstanbul’u kültürlerin buluşma noktasına dönüştürebilmek.