Türler-üstü bir seyirlik: Leonor Will Never Die üzerine

Filipinli yönetmen Martika Ramirez Escobar, geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nin öne çıkan yapımları arasında gösterilip Jüri Özel Ödülü’ne (Yenilikçi Ruh) uzanan ilk uzun metrajı Ang Pagbabalik ng Kwago / Leonor Will Never Die’ı çekmeden önceki 10 yıl içinde birçok bağımsız projede kamera operatörlüğü ve görüntü yönetmenliği yapmış, Pusong Bato (2014) ve Living Things (2020) gibi özgün kısalara imza atmış, genç ve çok yönlü bir isim. Hayaletlerin, 70’ler ile 80’lerden çarpıcı aksiyon sekanslarının ve hüznün birbirine karıştığı sihirsel gerçekçi bir evrende geçen melodraması Leonor Will Never Die, yönetmenin yeteneklerinin daha nelere kadir olduğu konusunda merak uyandıran cinsten. Türkiye prömiyerini 41. İstanbul Film Festivali’nde yaptı, vizyonu için henüz netleşmiş bir tarih yok.

Zaman dilimi ve mekân

Günümüz. Filipinler banliyöleri ve Leonor’un zihninde yazmakta olduğu senaryoyu mesken edinmiş hayal dünyası.

Konu nedir?

Emekli senarist Leonor, oğlunun zamansız ölümünden sonra kendini artık bir parçası olmadığı aksiyon filmlerinin dünyasına kapatmış, öteki oğlu Rudie’yle iniş çıkışlı bir ev hayatı sürdürmekte olan bir kadın. Kimliği belirsiz kız arkadaşıyla beraber bir an evvel ayrı eve çıkmak için can atan Rudie, annesinin dünyadan kopukluğundan, hayata olan ilgisizliğinden, sorumsuzluğundan bıkıp usanmış olsa da Leonor’la hâlâ ilgilenmekte, onun için endişelenmekte. 

Yıllar önce yarıda bıraktığı senaryosunu kaldığı yerden yazmaya niyetlendiği gün, üst kat komşularının bir öfke ânında pencereden dışarı fırlattığı televizyon, evinin önünde sigarasını yakmaya hazırlanan Leonor’un başına düşer. Komaya giren Leonor hayat ve ölüm arasında sıkışıp kalır; kendini hayal dünyasına hapsolmuş bir hâlde, yarım bıraktığı senaryonun ortasında bulur. Zihninin sınırları içerisinde aynı anda hem yazmakta hem de deneyimlemekte olduğu bu film onu oğlunun ölümüyle, Rudie’yle olan ilişkisiyle ve yaşamının sonuyla yüzleştirecek.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Yönetmenin, 70’lerde ünlü bir film yıldızı olduğu günleri yeniden yaşamaya çalışan bir karakteri konu aldığı ilk kısa metrajı Pusong Bato, Leonor Will Never Die’a benzer biçimde film-içinde-film konseptinde anlatılmış bir hikâyeydi. Bir demecinde oyuncuların, özellikle de aksiyon yıldızlarının halkın gözünde “süper kahramanlaştıklarını” anlatan Escobar, Filipinler’de şimdiye kadar üç aksiyon film yıldızının halk tarafından başbakan seçildiğinden ve toplumdaki imajlarından ötürü gerçek hayatta da bir kurtarıcı olarak algılandıklarından bahsetmişti. İki filmi de zaten bu durumdan mütevellit: Kurmacayla gerçekliğin birbirine geçişi ve bu birleşimin kendi içinde yarattığı absürtlük.

Başka yapımlarda görüntü yönetmeni olarak çalıştığı sekiz yıl süresince Leonor Will Never Die’ın senaryosunu yazıp tamamladığını, dolayısıyla resmen filmle büyüdüğünü ve filmin “bir sinemacı olarak çocukluğunu” temsil ettiğini söylüyor Martika Ramirez Escobar. Orijinalinde dört farklı sonu olan film, set içinde sık sık doğaçlanarak, deneme yanılmalı bir süreçle tamamlanmış. Post-prodüksiyon kısmında bile senaryo sık sık değişime uğramış. Filmin sonu hakkında oyunculardan ve okul arkadaşları ağırlıklı ekipten tavsiyeler alan Escobar, çekimleri 2019’da bitirip sonrasında eklenen birtakım detaylarla 2021’de projeyi finale erdirmiş.

İlk intiba?

Film janrlarının ve onlar nezdinde birçok görsel stilin birbirine harmanlandığı Leonor Will Never Die fazlasıyla eğlenceli ve yenilikçi bir seyir deneyimi olmasıyla beraber, esasında çözümlenememiş kayıp ve yas duygusu ile ilgilenen ve bunu gayet renkli ve derinlikli bir dille, en önemlisi de olağan dışı biçimde başaran, acayip yaratıcı ve bir o kadar da duygusal bir iş. Ait olduğu janrı “Çok katmanlı bir psikolojik-komedi-drama-post-aksiyon filmi” gibi bir tanımdan başka biçimde açıklayamam, bu da filmin ne denli türler-üstü bir noktada konumlandığını aktarıyordur muhtemelen.

Ölüme referanslarla açılan filmde Leonor’u ilk olarak üst kısmı kadrajla kesilmiş hâlde bir masanın üstünde görüyoruz, akla kaçınılmaz olarak intihar geliyor. Bir sonraki sahnede aslında bir lambanın ampülünü değiştirmeye çalıştığını anlıyoruz. Daha sonra okuduğu gazetenin ölüm ilanlarında yönetmen Martika Ramirez Escobar’ın fotoğrafına rastladığımızda, filmin tonuna dair emareler edinmiş oluyoruz. Filmin kendisi ve kamera arkası, hayat ve ölüm, kurgu ve gerçek arasında çizilmiş incecik bir çizgide yürünüyor hep.  Tam “daha da metalaşmaz herhâlde” dendiği noktada film biraz daha, sonra daha da metalaşıyor. Fakat bunu Charlie Kaufman-vari üslupta hayal etmemek lâzım. “Şurasını kaçırdım, şimdi olan bitenden hiçbir şey anlamıyorum.” türünden bir panik yaşatmıyor, detaylar asıl mesele değil

Sinemaya hayatını adayan Leonor’un rüyaları kapsamında yaşadığı gerçekliğe duyduğu sevgi; kendi hayatı ve acıları üzerine hislerini yeni gerçekliğin süzgecinden geçirdiği bir dissosiyasyona dönüşmüş hâlde. Film süresince bu durumun -bir noktada başka karakterlerin de dâhil olmasıyla- gidebildiği yerler daima şaşırtan bir etken oluyor. Mesleğinin ve uğraşının yaşantısına, zihnine, duygularına, iç dünyasına fersah fersah zerk etmişliği hem inanılmaz buruk hem de çok eğlenceli biçimde aktarılıyor. Vefat eden evladın bıraktığı derin bir yara, karakterin sahip olduğu tek yaratıcı dışavurum aracılığıyla anlamlandırılmaya çalışılıyor. Filmin, Leonor’un bilinçaltına sabitlenmiş “Belki Rawnaldo’yu kurtarabilirdim” gibi tahayyül edilemez bir acıdan türediği de belli oluyor bir noktada. 

Sürpriz bozanlara sebebiyet vermeden daha fazla ne söyleyebilirim, bilmiyorum ama uzundur izlediğim en yenilikçi, en içten, sinema sevgisiyle yapıldığını her saniyesinde hissettiren, insanı ilhamla doldurup taşıran bir filmdi Leonor Will Never Die.

En çok neyi sevdin?

Üç ayrı gerçeklik barındıran, manyak mı manyak bir film olmasını. Rudie’nin annesini ekranda görüp yanına gidebilmek için televizyona kafa atışından, finaldeki şarkılı sahneye kadar uzanan sürreel detayların sonunun katiyen gelmemesi. Türler arasındaki geçişlerin ustalığı, 70’ler B-sınıfı aksiyon estetiğinin ne kadar iyi yakalandığı ve daha birçok detayı pek sevdim.

En çok hangi sahneye yükseldin? 

Post prodüksiyon odasının perdede belirdiği an aklımı yitiriyordum sanırım.

Modunu nasıl etkiledi?

Kendi hayatımda bir şeylere başlayamadığım, filmdekine benzer biçimde yapmak istediğim bir sürü şeye nasıl yaklaşacağımı ve neresinden başlayacağımı bilemediğim, bilsem de zaten üşendiğim bir zaman aralığında, uzun zamandır ihtiyacım olan bir şevk aşıladı. Festival seçkisi içerisinde izleyebildiğime en minnettar olduğum filmdi.

Karakterler hakkında ne söyleyebilirsin?

Kahramanın daima hayatta kaldığı, iyilerle kötülerin daima belirgin olduğu, basit kurallara, kolay ulaşılan çözümlere, öngörülebilirliğe sahip aksiyon sineması ile bunun tam aksi olan “gerçek hayat”ın tam orta yerine düşüveriyor Leonor. Oğlunun adını taşıyan baş karakter Rawnaldo’ya yardım etme çabasında direkt olarak görülen şey, aslında nafile bir arzuyla kendi oğlunun ölümünü engelleyebilmiş olma dileği. 

Hem aksiyon filminin sembolik başrolü hem de ruhu özgür kalamayan gerçek Rawnaldo; yaşayanların arasında yarı saydam bir biçimde dolaşan, Leonor’a ve Rudie’ye gerektiği anlarda teselli olan bir hayalet formunda. Leonor’un duyduğu suçluluk, Rudie’nin de favori çocuk olduğu anlaşılan abisine öykündüğü hâlinden dolayı arafta sıkışıp kalmış sanki.

Diğer bir yandan Leonor ve Rudie de benzer bir araftalar aslında. Leonor yası neticesinde kendini gerçekliğe neredeyse tamamen kapatmış ve filmlere sığınmışken, Rudie o ve dünya arasında bir köprü olayım, onunla ilgileneyim derken dilediği hayata bir türlü başlayamıyor.

Kimler sever? 

Eğlenceli, güçlü bir alegoriye ve özgönderimselliğe sahip, katmanlı bir seyir deneyiminden zevk alabilecek herkes.

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

İlginçtir ki bir soru sorma şansım oldu aslında. Film hakkında hiçbir şey bilmeden gittiğim seansta tam film başlayacakken birden ışıklar açıldı ve Martika Ramirez Escobar’ın salonda olduğu ve filmi ikinci kez beyaz perdede izleyeceği söylendi. Kendisine üç katmanlı gerçeklik konseptini nasıl bulduğunu ve filmin sonuna böyle bir “kamera arkası” sahnesini ekleme fikrinin nasıl nasıl geliştiğini sordum.

Bu soruyu cevaplamanın bir hayli zor olduğunu; filmde de gösterdiği sürekli değişim ve yeniden düzenleme hâlinin filmi yazdığı sekiz yıl içinde devam ettiğini ve birçok kez kendini kaybolmuş hissettiğini söyledi Escobar. Kurgu aşamasında senaryodaki sonu filme oturamamış, sonradan eklenen finalin Leonor’un senarist kimliğine ve farklı seçenekler arasında kalışına iyi bir paralel oluşturduğunu düşünmüş: “Film de kendi ‘filmlerimizi’ nasıl yeniden yazdığımız; anlatılarımızı, sorunlarımızı nasıl çözümlediğimiz hakkında olduğu için bunu yapmak mantıklı geldi.”

Formu dolduran: Zeynep Naz Günsal