Nasıl Yapılır?: Oğuz Öner

Kendisini ses dokumacısı olarak tanımlayan Oğuz Öner; sesin kent, doğa, tarih, mekân ve insanla kurduğu ilişkileri inceliyor. Apple Bağdat Caddesi’nin açılışına özel hazırlanan interaktif artırılmış gerçeklik sergisi “Speaking Vessel” ya da Ankara Rahmi Koç Müzesi’ne geçici olarak getirilen bir 18. yüzyıl tablosu için ürettiği işitsel peyzaj tasarımı, Öner’in yakın zamanda hayata geçirdiği heyecan verici işlerden. 

Akademik çalışmalarının yanı sıra uzun zamandır birlikte müzik yaptığı Nu Park adlı bir grubu da var çok yönlü sanatçının. Pandemi sürecinde yayımladığı “Silence Wide” ise ilk solo teklisi.

Nasıl yapılır? serimizin bu haftaki konuğu olan Oğuz Öner, hem üretme motivasyonunun zaman içinde nasıl şekil değiştirdiğini hem de bu süreçte takip ettiği metotları anlattı.

oğuz öner

Son dönemde çalışmalarına yön ve ilham veren başlıca unsurlar / temalar neler?

En üst odağım ses ve ses algısı tabii. Bir mekânın kullanıcıları farklı noktalarda oraya özgü farklı ses katmanlarını ne şekilde duyuyor, bunlara nasıl tepki veriyor, nasıl algılayıp nasıl hissediyor? Genel anlamda bunlar üzerinde çalışıyorum. Bu alanın adı İngilizce’de soundscape, Türkçe’de ise işitsel peyzaj veya ses peyzajı olarak literatüre geçmiş durumda. Son dönemde üzerinde çalıştığım projelerden bazıları; Hollanda Ulusal Müzesi Rijksmuseum’dan ülkemize gelen, 18. yüzyıldan günümüze ulaşmış bir şehir manzarası tablosunun ses peyzajı çalışması, Apple ile yaptığım artırılmış gerçeklik projesi için ses tasarımı, psikocoğrafi bir proje olarak Kadıköy’ün dönüşmekte olan ses algı haritası. Tüm bunlarda olduğu gibi sesin kent, doğa, tarih ve insan-mekân iletişimi ile olan güçlü bağı çalışmalarıma yön ve ilham veriyor.

Seni en çok neler bir şeyler üretmeye itiyor / yönlendiriyor? 

Mekânlar ve hareket içinde yakaladığım detay sesler beni çok hızlı harekete geçiriyor. Bir mekâna dair, oranın kimliğini belirleyen bir sembol ses veya sadece o an tesadüfi olarak yakalayarak kendimi şanslı hissettiğim anlık bir ses beni üretime yönlendiriyor. Sanırım burada insanların etrafındaki seslere yeterince kulak vermeyişi, dolayısıyla etrafını dinlemeyişi üzerimde yaratıcı bir karşı tepki oluşturuyor. Hem bir cevher bulmuş gibi o sesi kayıt altına almak hem de onu insanlara duyurmak istiyorum. Herkesin daha çok dinlemeye ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Etrafı, birbirlerini, ve en özünde iç seslerini…

Hayatının son dönemlerinde üretimlerin ve çalışma pratiklerin üzerine seni yeniden düşündüren ya da dönüştüren neler oldu? Hangi açılardan?

Uzun zamandır benim için kısmi bir konfor alanı olan, çocukluk arkadaşım Uran Apak ile birlikte kurucusu olduğum Nu Park grubu sayesinde müzik anlamında prodüksiyon ve performans çerçevesinin dışına pek fazla çıkmıyordum. Yaklaşık 15 yıldır sakince devam eden, çok zevk alarak üretim yaptığımız bir oluşum Nu Park ancak bir yandan hem yakın zamanda tamamladığım doktora çalışmam hem globaldeki hızlı dönüşüm hem de dünyanın ses ve “dinleme” ile ilişkisinin artması gerektiğine inancım doğrultusunda akustik ekoloji çalışmaları, çocuklarla ses algısı üzerine atölyeler (ses yürüyüşleri, ses haritaları vb.), yeni medya teknolojileri için ses tasarımı gibi farklı alanlardaki projelerimi hızlandırdım. Pandemi döneminde belki birçok insan gibi iç dünyamı ve etrafımı daha çok dinlemeye yöneldim. Duygularımla, dünyanın bu garip hâli ile daha çok iletişime geçmek için meditasyon yapmaya çalıştım. Bu süreç bir anlamda özgürleştirici oldu çünkü içimi dışarıya dökebilmek için daha çok araç arayışına girdim. Daha çok üretme fırsatı da buldum. Pandemi ile ilgili ilk solo teklim  “Silence Wide”ı tüm platformlarda yayınlama gücünü buldum. Doktoramı bitirdim ve birçok projeye dâhil oldum. Konfor alanımın sarsılması sanırım biraz iyi geldi bana. 

oğuz öner

Son dönemde üzerinde çalıştığın ve bizimle en çok paylaşmak istediğin projen / çalışman nedir?

Son dönemde aynı zamanda gerçekleşen iki proje de beni çok heyecanlandırdı. Bu sene Today at Apple programının sanatçısı seçildim ve Bağdat Caddesi mağazası açılışına özel ses deneyim atölyeleri yaptım. Ayrıca New Yorklu sanatçılar Tin & Ed ile birlikte çalışarak mekânsal ses tasarımını yaptığım “Speaking Vessel” adlı interaktif artırılmış gerçeklik sergisini açılışa özel olarak mağazada ve şimdi tüm dünyada -uygulama üzerinden- başlattık. Sergi, seramik vazoların katmanlı tarihine bakıyor ve sanat pratiğini bugünün teknolojisi ile yeniden kurguluyor. Her vazo, Today at Apple etkinliğinin bir parçası olan bu ülkedeki sanatçıları ifade edecek şekilde tasarlandı; sesler de her vazoya ve sanatçılara özel olarak işlendi. Vazolarda sanatçıların çizimlerinden ya da yüzlerinin profilinden esinlenen formlarla karşılaşabiliyorsunuz. Bu artırılmış gerçeklik sergisi hâlâ Apple Bağdat Caddesi’nde. İşleri her yerde deneyimleyebilmek için LiDAR destekli bir iPhone veya iPad ve App Store’dan indirilebilen “Speaking Vessel” adlı aplikasyona ihtiyacınız var.

Yine aynı derecede beni heyecanlandıran bir proje, şu anda sergilenmeye devam eden Hollanda Ulusal Müzesi Rijksmuseum’dan Ankara’daki Rahmi Koç Müzesi’ne geçici olarak getirilen, 18. yüzyıldan günümüze ulaşmış “The View of Ankara” tablosunun işitsel peyzaj tasarımı çalışmam. Uzun bir araştırma süreci de gerektirmesi bu işi daha heyecanlı kıldı çünkü dönemin çok değerli Ankara Keçisi’nden üretilen “Sof” kumaşının dokuma süreçlerini ve Ankara’ya dair kentsel / sosyolojik / ticari katmanları anlatan çok değerli bir tablo bu. Hakkında uzun süredir akademik araştırmalar ve konferanslar yapılıyor. Tablonun içinde geçen bütün ses elementlerini ortaya çıkarmak, dokuma aletlerini tek tek müzeden güvenlik görevlisi ve müze ekibi ile birlikte dışarıya çıkarıp stüdyoda kaydetmek, belli sesleri yeniden canlandırmak, elektro-akustik manipülasyonlarla işlemek ve aynı mekânlara ait günümüz sesleriyle tarihsel sesleri konuşturmak inanılmaz bir deneyimdi. Performans sanatçısı sevgili Deniz Atlı ve görsel sanatçı Umut Kambak ile birlikte gerçekleştirdiğimiz “TAKT” adlı performansın dokümantasyon sergisi Ankara Rahmi Koç Müzesi’nde gerçekleşti.

oğuz öner

Bu projeyi üretirken eskizden / taslaktan / fikirden “son” hâle gelene kadar nasıl bir süreç işledi senin için? Aşamalar neler? Bu aşamaların farklılık gösterdiği durumlar oluyor mu? Aşamaları belirleyen ne oluyor? 

Çalışma yaklaşımımda genellikle duygusal grafikler üzerinden giderim. Projeye özel kaydettiğim ya da arşivimde olan sesler üzerinden nasıl bir hissel grafik oluşturarak hangi noktada hangi duyguyu parlatmak istediğime karar verir, ona göre bir akış belirlerim. Dolayısıyla burada anahtar sözcükler çok belirleyici oluyor. Çağdaş dans projeleri için müzik yaparken koreograflarla da, artırılmış gerçeklik projelerinde de, az önce bahsettiğim tarihsel bir tabloyu seslendirirken de aynı yöntemle ilerliyorum. Telefonuma veya iPad’ime Sesli Notlar ve Hokusai Pro uygulamaları üzerinden sıklıkla ses kaydederim ve bunları duygusal motivasyonlarına göre sınıflandırmaya çalışırım. Böylece daha sonra projeye özel bir grafik oluşturmak istediğimde kendi ses bankamdan istediğimi seçip rahatlıkla bir kompozisyonda kullanabiliyorum.

Nasıl bir çalışma ortamın var? Çalışma masanda ya da ortamında olmazsa olmazların neler? Seni işe motive eden bir obje var mı mesela?

Evimde tatlı bir stüdyom, bolca ses çıkaran oyuncağım, piyanom, güzel bir masam ve çalışma arası şekerlemeler için bir hamağım var. Ev ortamını sıcak ve motive edici bulmama rağmen daha çok yollarda çalışıyorum ben. En üretken olduğum zamanlar uzun yolculuklar.

Her an, her mekânda, özellikle yollarda çokça işime yarayan profesyonel ve kullanışlı bir kayıt ve üretim aracı olduğu için iPad’i sıklıkla kullanıyorum. Bir süredir yarı zamanlı Büyükada’da yaşıyorum ve vapurda, ses üretimimi destekleyen müthiş uygulamaları birbirine hızlıca bağlayarak / senkronize ederek iPad’de dolgun eskizler hazırlıyorum. Böylece uzun soluklu, kaliteli prodüksiyonlara başlayabiliyorum. Tren seyahatlerini de bu açıdan çok seviyorum. Tablette üretim yaparken yolun kendisi, sesin katmanlı ve sürprizli yolculuğuna eşlik ediyor orada.

Bir şeyler üretmek için işin başına oturmada modun etkili oluyor mu? Ne şekillerde?

Kesinlikle. Modum, havanın durumu, hangi mevsim olduğu, kalabalık, gürültülü veya sessiz bir mekânda oluşum… Hepsi çok etkili. 

Bazen şehrin ve yoğun gündemin yarattığı kaotik, içinden çıkması zor bir hissin içine derinlemesine giriyorum ve bunu fark edip zorla da olsa müziğin başına oturuyorum. Çünkü bu tür durumlarda müzik ve ses, ortaya çıkarabileceğim tek ifade araçları oluyor. Üretimi akışa bırakıp yaratıcı doğaçlama sürecine güvendiğimde benim bile normalde farkına varmayacağım, iç dünyamın garip bir iz düşümü ortaya çıkıyor. Ne olursa olsun, içeride “olan” şey şekillenip karşımda belirince mutlu oluyorum; her şeyden önce açığa çıktığı için. Bir tür terapi sanırım. 

oğuz öner

İşin başında olmadığında da devam eden zihinsel bir süreç var mı? Biraz açar mısın?

Zihinsel ve bilinç dışı süreçler var gerçekten. Bazı kompozisyonlar rüyalarda devam ediyor. Bazılarıysa bilişsel olarak günlük koşuşturma içinde. Hayal ettiğim armonik yapıyı veya ses örüntüsünü tamamlayacak ses kaynakları ile gündelik telaş içinde bir anda karşılaşabiliyorum ve daha sonra kullanmak üzere hemen kaydediyorum. Sonra yine yolda bunları nasıl bir araya getireceğimi düşünüyor, yeni gelen fikirlerimi kenara yazıyorum. Yaratıcı süreç her zaman aktif. Zihinle, kalple, bedenin her yeriyle devrede. Oyun gibi, her an keşif peşinde!