Nazlı Berivan Ak ile Kitapçı belgeseli üzerine

Röportaj: J. Hakan Dedeoğlu

Kitapçı; yayıncı ve yazar Nazlı Berivan Ak’ın ilk belgeseli. İnsan hikâyeleri üzerinden bağımsız okurluğu, yayıncılığı ve kitapçılığı tartışan Kitapçı belgeseli, odağına Tarsus’ta 25 yıldır kitapçılık yapan İsmail Kün’ü alıyor. Antik Sahaf Kitabevi örneğinden yola çıkarak kitapçılığı, değişen ve dönüşen zamanda bağımsız kitabevi kavramının karşılığını tartışan belgesel, şehrin dinamikleriyle kitabın merkezde olduğu bir dükkânın, taşrada kurulmuş ve serpilmeye uğraşan bir kültür adacığının misyonunu irdeliyor. 

İlk gösterimini 17 Haziran’da Bant Mag. Havuz / Bina’da yapacak Kitapçı ile ilgili merak ettiklerimizi Nazlı Berivan Ak’la konuştuk; bağımsız kitapçılığın geleceğine dair düşüncelerini dinledik. Gösterimin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

“Tek bir kitapçının bir şehri, bir ülkeyi ve hatta tüm dünyayı dönüştürme gücüne sahip olduğunu anlatmak için bu işe giriştim.”

En baştan başlayacak olursak… Antik Sahaf’la yolların ne zaman, nasıl kesişti? Belgeselde Antik Sahaf’ın başka insanların hayatındaki yerini dinliyoruz ama senin hikâyen nedir? 

Yıl 2015, kitaplarımızın satış trafiğini inceliyoruz pazarlama ekibiyle, Antik Sahaf adında bir kitabevinden düzenli sipariş aldığımızı fark ediyoruz. Gururlandığımız tüm başlıklar kitabevi tarafından kısa aralıklarla dağıtımdan çekiliyor, arşivimiz neredeyse eksiksiz kitapçıda, siparişteki isim İsmail Kün. 

2016, Murat Uyurkulak’ın yıllardır beklenen romanını, Merhume’yi yayımlamışız, heyecan büyük. İmza, söyleşi programını yapıyorum, akşam saatlerinde uzaklardan gelen bir arama, telefondaki ses benden heyecanlı, bizi Tarsus’a davet ediyor. Neredeyse bir saat konuşuyoruz telefonda, daha yüzyüze tanışmadan dost oluyoruz o sohbette, kitapçının adı İsmail. 

2017, yazar dostum Seray Şahiner Tarsus’taki imzasını anlatıyor masada, yoğun ilgiyi, nasıl evinde hissettiğini, romanlarını satır satır bilen, kurcalayan, neredeyse roman kahramanı bir kitapçıyı anlatıyor, kitapçının adı İsmail. Sonrasında neredeyse bütün yerli yazarlarımla, Özgür Mumcu’yla, Sezgin Kaymaz’la Antik Sahaf’ın konuğu oluyoruz, dönüş biletlerimizi sürekli yakıyoruz, Antik Sahaf ailesi hepimize çok iyi geliyor. 

2017 sonu, bağımsız yayıncılar bir toplantıda bir aradayız, yerli yazarlar için projeler üretmenin, kolektif üretim, yayma ve yaygınlaştırmanın peşindeyiz, tematik günler yapalım istiyoruz ve yine tüm yayıncılar, birbirinden habersiz, aynı anda başlangıç mekânı olarak aynı yeri işaret ediyor, Tarsus Antik Sahaf. 

Birden fazla kez, farklı zaman dilimlerinde, farklı vesilelerle ama hep aynı heyecan ve umutla girdi hayatıma İsmail, birbirimizin sesini duyduğumuz andan beri hiç kopmadık, her kitabımda buluştuk, her krizde ilk birbirimizi yokladık, her başarıda ilk birbirimizi tebrik ettik, bugüne kadar da hiç ayrılmadık. 

Antik Sahaf’a dair bir belgesel yapma fikri nasıl gelişti?

Okurluğumu, yayıncılığımı ve yazarlığımı borçlu olduğum bağımsız kitapçılarla ilgili uzun yıllardır çalışmalar yapıyorum. “Okurunu Yaratanlar, Okuruyla Yaşayanlar” ismiyle gerçekleştirdiğim ve Diyarbakır’dan Antalya’ya, Ankara’dan Mersin’e, Kayseri’den İzmir’e çok sayıda kitapçıyla bir araya gelerek, yüz yüze yaptığım söyleşi dizisi döneminde, ki neredeyse on yıl öncesinden söz ediyorum, kitapçıların hikâyelerinin görsel olarak da anlatılması gerektiğinin farkındaydım. Devamında OKUYAY projesi kapsamında KONDA Araştırma Şirketi için hazırladığım Bağımsız Kitabevleri Araştırma Raporu’nda farklı bölgelerden çok sayıda kitapçının ortak sorun ve beklentilerde buluştuğunu bir kez daha gördüm ve hikâyeleri yazıyla aktarmakla kalmayıp odağına kitapçıları ve devamında çevrelerindeki yayıncı, yazar, dağıtımcı, gazeteci, okur halkalarını da ekleyerek hikâyeyi görsel olarak aktarmanın gerekliliğini bir kez daha gördüm.

Bir yandan bağımsız kitapçı soyu tükenmekte olan bir grup, korunup kollanması gereken bir çeşit zenginlik, bir “renk” olarak görülme eğilimindeydi ki hâlâ da öyle, işin romantik boyutu konuşulurken pratikte kitapçıların yaşadığı gerçek sorunlar, baskın kültürel tüketim, yıkıcı indirimler konuşulmuyordu. Tüm bu meselelerin geri planında ise hızla değişen ve dönüşen ülkemiz yayıncılığı ve okurluğu vardı, değişen okuma alışkanlıklarını, yeni yayıncılık anlayışlarını, okur ve yazar reflekslerini düşünmeden kitapçı meselesini doğru tartmanın ve tartışmanın mümkün olmadığını düşünüyordum. Türkiye değiştikçe kitapçı meselesi de değişiyordu. 

Pandemi döneminde kitapçılarla Instagram sohbetlerine giriştim, devamında yazılarım ve araştırma dosyalarım daha da hız kazandı, uluslararası fuar, fellowship ve yayıncılık zirvelerinde meseleyi daha çok anlatır oldum. Sonunda, bundan neredeyse iki yıl önce, Kitapçı adını verdiğim belgeselle hem kariyerim hem hobim olan yayıncılığı ve yayımcılığı görsel olarak tartışmak üzere yola çıktım, kahramanım da İsmail Kün oldu. Bu toprakların yayıncılığı üzerine çalışan bir yayıncı, bağımsız kitapçılarla ortak üretimin yollarını arayan bir editör, en çok da sadık bir kitap okuru olarak kitabı neden kitapçının satması gerektiğini, bağımsız kitapçının yok olmasının bağımsız okurluk ve bağımsız yayıncılığın da yok olması anlamına geldiğini, tek bir kitapçının bir şehri, bir ülkeyi ve hatta tüm dünyayı dönüştürme gücüne sahip olduğunu anlatmak için bu işe giriştim. Kültür Turizm Bakanlığı’ndan aldığım belgesel yapım desteği ve Eurasiadoc atölyesi hayalimin gerçeğe dönüşmesini hızlandırdı. 

Bir yayıncı ve yazar olarak konusu itibarıyla böyle bir belgesel yapmış olman şaşırtmasa da yönetmenliğe soyunmuş olman senin için ve seni tanıyanlar için şaşırtıcı olsa gerek. Kitapçı sonuçta ilk yönetmenlik deneyimin. Nasıl bir süreçti belgeselin yönetmenliğine karar vermen? Ve her şeyden öte nasıl bir deneyimdi?

Editörlük bir fikrin ortaya çıkışından kitap hâline gelişine kadarki yolculuk ve yayılıp yaygınlaşmasını içine alan, heyecan ve tutku dolu bir süreç. Yönetmenlik de çok uzağında değil yaptığım işin: Güçlü bir fikir bul, iyi içerikle besle, çekici ve alımlanması mümkün bir noktaya getir, okuruyla, izleyicisiyle buluştur ve asla işini, kitabını, filmini yalnız, kendi kaderine bırakma, yolculuğun sonsuz olduğunu unutma… Heyecan verici bir deneyimdi şüphesiz, yayıncılıkta olduğu gibi iyi bir ekiple yola çıkmak, mutlu tesadüflere inanmak, soğukkanlılığı kaybetmeden süreci yönetmek ve en çok da kendine ve işine âşık olma hatasına düşmemek gerekiyormuş, yolda bir kez daha anladım. Neredeyse bir buçuk yıl süren bir çalışma sonucunda çıkan işten mutluyum, akademi hayatım boyunca hocalarımızın tekrarladığı rem tene verba sequentur cümlesinin anlamını en çok yönetmenlik deneyimimde anladım: Konuyu kavrayınca, meseleyi iyi bilince, sözcükler ve benim durumumda sahneler gerçekten kendiliğinden geliyor. 

Nazlı Berivan Ak
“Hobim ve mesleğimi seçerken de devam ettirirken de kitabevleri hep odağımda oldu, böyle de devam edecek gibi görünüyor, bu dünya benim doğal habitatım.” 

Son olarak Kadıköy’ün en önemli sahaflarından İmge Sahaf kapandı. Kira ve masraf artışları derken çok zor zamanlar bunlar bağımsız kitapçılar için. Antik Sahaf kendi dünyasını yaratmayı başarmış bir yer ve bu hâliyle sürdürülebilir bir düzen oturtmuş gibi ancak ülkedeki bir çok sahaf ya da kitapçı için aynı şeyi söyleyemeyiz. İşin merkezinde olan biri olarak bağımsız kitapçıların geleceğini sen nasıl görüyorsun? 

Bağımsız her oluşum için zor zamanlar, bağımsız okur istediği kitaba, metne ulaşmakta zorlanıyor, arkasında yanında yöresinde büyük bir güç olmayan, içeriğiyle bağımsız olmak isteyen yayıncı türlü krizle boğuşuyor, elbette kitabevleri de bu durumdan azade değil. 

Her ne kadar ifadenin üstenci bir tınısı olduğunu düşünsem de kullanacağım; “gelişmiş” ülkelerde yayıncılık bir kamu hizmeti olarak görülür ve serbest rekabet koşullarına bırakılmayacak kadar önemlidir, kitaba ulaşma hakkı neredeyse kutsal sayılır. İlk uygulamaları 1900’lerin başında, Almanya’da hayata geçen sabit kitap fiyatı, aslında “yazılı kültürü koruma”nın bir parçası ve bağımsızlığımız için kritik bir öneme sahip, sorunun yanıtını da burada aramak gerekiyor her şeyden önce.

Uygulamanın birincil noktası, yayıncının kendi ürettiğinin, yine yayıncının belirlediği fiyattan satılması. Bu yolla kitabevlerinin çoğalması ve ayakta kalması, kitap çeşitliliğinin korunması ve insanların kitaba erişiminde sıkıntı yaşanmaması amaçlanıyor. 

Sabit fiyat uygulamasında kitaplar, dijital platformlarda da kitabevlerinde de aynı fiyattan satılıyor. Kitap fiyatının her yerde aynı fiyatla ve indirimsiz satılması kütüphanelerin yaygınlaşmasına ve zenginleşmesine, insanların ilköğretimden başlayarak kitaba bedelsiz erişimine ve bence en önemlisi çeşitliliğin korunarak bağımsız kitabevlerinin ayakta kalmasına neden olan belirleyici nokta. Tüm kitabevleri aynı fiyatla kitabı okura ulaştırmaya başladığı anda, artık kitapçının kalitesini, deneyimini, birikimini konuşmaya başlıyoruz, yurt dışındaki örneklerini hayranlıkla izlediğimiz tematik kitabevlerinin çoğalmasının önünü açıyoruz, kitabevi ağırlıklı olarak oyuncak ve kırtasiye satan yer değil; kitabı okuruyla buluşturan yere, yani özüne dönüyor, dönüşüyor. Bu yönüyle bağımsız kitabevinin geleceği, yazılı kültürü koruma yasasının akıbetiyle doğrudan bağlantılı, şu an kararvericilerin elinde yasa. 

Zamanın ruhuna uyum da bağımsız kitapçının geleceğini belirleyecek şüphesiz. Dijitalleşen dünyada kitapçı da dijitalleşmek, satış sitesini güncel tutmak, okuruna sosyal medyadan ulaşmak durumunda. 

Kitapçının kültür adacığı misyonu önemli, belgeselde de altını çizdiğim bir nokta oldu bu, kitabevinde düzenlenen imzalar, söyleşiler, yazar-okur-yayıncı-çevirmen buluşmaları, kitap kulüplerinin bir araya geldiği biricik duraklar olmaları onları vazgeçilmez kılıyor. İflah olmaz bir iyimser olarak ben geleceğin bizler için, bağımsız okurlar, yayıncılar ve kitapçılar için fırsat ve umutlarla dolu olduğunu düşünüyorum, yeter ki bir arada duralım, birbirimizden haberdar olalım ve örgütlülüğün, dayanışmanın gücüne inanalım. 

Belgeselde Antik Sahaf’ın insanlara nasıl okuma zevkini kazandırdığına dair çok güzel hikâyeler de var. Senin edebiyatla, kitaplarla tanışma, o dünyaya tutulma hikâyen nasıl? Senin hayatında ayrı bir yere sahip bir kitapçı var mı mesela?

Ankara’da doğmuş, büyümüş, anaokulundan doktoraya kadar Ankara’da okumuş ve yaşamış biri olarak kitapçıların, sahafların hayatımdaki yeri büyük tahmin edeceğin gibi. Henüz anne karnında Kocabeyoğlu Pasajı’ndan ilk kitaplarım alındı, ilk harçlığımla Zafer Çarşısı’ndaki sahaflarda kitap eşeleyip kendi kitaplığımı kurdum, Altınpark’ta dönemin en önemli yazarlarıyla, yayıncılarıyla tanıştım, Dost Kitabevi önünde arkadaşlarımla buluşup İmge’de söyleşi ve imzalara katıldım, Mülkiyeliler Birliği’nde günler geceler boyu kitap konuşup kitap dinledim. Gittiğim her şehirde kitapçıların izini sürdüm, yayıncılığa başladığım günden itibaren de kitap yayıp yaygınlaştırmanın yollarını yine kitabevleri üzerinden aradım. Kartonetler, ayraçlar, kasa önü broşürler, mini kitapçıklar, dağıtıma giren kitaplarımızın içlerine bıraktığımız özel notlar, çektiğimiz kitap kliplerini önce kitapçı listemizle paylaştığımız günler, kapak tasarımında ve hatta kitap boyutunu belirlemede kitapçı vitrinlerinin ölçülerini esas almamız, tipografi tercihlerimizde sergiyi öncellememiz… Dostlarım kitapçı, sahaf ya da yayıncılık profesyoneli, tutkumu paylaştığım herkes aynı zamanda aynı işi yaptığım yol arkadaşlarım. Kısacası hobim ve mesleğimi seçerken de devam ettirirken de kitabevleri hep odağımda oldu, böyle de devam edecek gibi görünüyor, bu dünya benim doğal habitatım. 

Sırada neler var? Belgesel yönetmenliğine devam edecek misin? 

Yayıncılık ekosistemimiz geçmişiyle, bugünüyle ve geleceğiyle pek çok sürpriz barındırıyor, bu zengin birikim beni büyülüyor ve yaratıcılığımı besliyor. Yayıncılığa da yazarlığa da yönetmenliğe de bu dünyanın bana sunduğu, satır aralarında göz kırpan hikâyeler işleyerek devam edeceğim. Yayıncılığımıza ve yayıncılığımızı tamamlayan ya da ayağımıza dolanan tüm meselelere dair daha anlatılacak, yazılacak, kayıt altına alınacak çok şey var ve ben buradayım.