Ne izlesek: 8 Mart özel

“Ne İzlesek”te bu kez patriyarkayı kadraj dışında bırakan, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ruhuyla hazırlanmış bir seçkimiz var!

Yazı: Merdan Çaba Geçer

Samt El Qusur (1994)

Yönetmen: Moufida Tlatli

Tunus’un Fransız sömürgesi olduğu 1950’li yıllarda, annesiyle birlikte beyler sarayının mutfağında görev alan Alia, büyüdükçe sarayın kirli sırlarını keşfeder. Tlatli, kadın hakları ve kadın cinselliği gibi Arap dünyasında tabu addedilen konulara derinlemesine dalıyor.

Jeanne Dielman, 23, quai du commerce, 1080 Bruxelles (1975)

Yönetmen: Chantal Akerman

Chantal Akerman’ın neredeyse üç buçuk saatlik başyapıtı; rutin bir hayatın günlük ritüellerine sıkışıp kalmış bir kadınının portresi. Bu monoton düzenin her unsuru zincirleme şekilde yıkılırken; Jeanne Dielman ne nesnelleştiriliyor, ne de ilahlaştırılıyor. Sadece öyküsüyle değil, biçimsel tercihleriyle de çığır açan bir klasik.

L’une chante l’autre pas (1977)

Yönetmen: Agnès Varda

Hevesli, sıra dışı bir şarkıcı olan Pomme ve üçüncü bir çocuğa bakamayacağı için kürtaj olması gereken Suzanne’in 1970’lerin Fransa’sında dostlukları, kimlik arayışları, iç içe geçmiş yaşamları. Fransa’daki feminist politikaların içinde aktif olarak yer almış Varda’dan, kadın hareketine optimist bir selam.

The Watermelon Woman (1996)

Yönetmen: Cheryl Dunye

1930 yapımı filmlerde gördüğü bir Siyah kadın oyuncuyu bulma arayışında olan Cheryl, zamanla, dönem yapımlarında rol almış bir dizi Afro Amerikan kadının varlığını keşfeder. Siyah, kuir kadınların deneyimleri ve sinema sanatına olan gizli katkıları hakkında hem kişisel, hem de politik bir çalışma.

Persepolis (2007)

Yönetmen: Marjane Satrapi, Vincent Paronnaud

Savaşlara, devrimlere, zorla dayatılan tepeden inme kanunlara ve bir ülkenin kökten değişimine çocuk yaşta şahit olmuş, kendini bir yere ait hissedemeyen bir kız çocuğunun masalı. Kişisel yaşamından ilham alan Satrapi’nin İran’ın yakın tarihinden kesitler sunduğu, bol ödüllü bir animasyon.

Sedmikrásky (1966)

Yönetmen: Věra Chytilová

Věra Chytilová’nın her karesi neşe ve anarşiyle bezeli klasik filmi, sadece Çek Yeni Dalgası’nın kilometre taşlarından değil; aynı zamanda feminist ve avangart sinemanın önemli örneklerinden. Siyasi otoriteye boyun eğmek yerine yaramazlık yapmayı seçen iki şakacı kadın merkezde.

Portrait de la jeune fille en feu (2019)

Yönetmen: Céline Sciamma

Ressam Marianne ile manastırdan henüz çıkmış, evlenmek üzere olan Héloïse’in 18. yüzyıl Fransa sahillerini mesken tutan aşkı. Yürek yakan bir izleme tecrübesi sunan film, bakmak ile görmek üzerine söyledikleriyle, feminist sinemaya incelikli olduğu kadar çarpıcı bir kuir temsiliyeti armağan ediyor.

İşe Yarar Bir Şey (2017)

Yönetmen: Pelin Esmer

25 yılın ardından liseden arkadaşlarıyla buluşma yemeğine katılacak Leyla, ikilemlerle dolu hemşirelik son sınıf öğrencisi Canan ve onların yollarını kesiştiren bir tren yolculuğu. Pelin Esmer’in “insan kendi kaderini belirleyebilir mi?” sorusunu yönelttiği bu şiir/film, benzer temaları bıkmadan kullanan yerli sinemamıza adeta nefes aldırıyor.

Todo sobre mi madre (1999)

Yönetmen: Pedro Almodóvar

Henüz 17 yaşındaki evladının araba kazası geçirmesiyle sarsılan Manuela, Barcelona’ya gidip oğlunun babasını aramaya koyulur. Rastlantılarla örülü bu yolda karşısına bir kadın çıkacaktır. Almodóvar’dan annelere, aktrisleri oynayan aktrislere, aktris olmasa da rol yapan kadınlara ve kadın olarak doğmamış tüm kadınlara bahşedilmiş bir film.

La souriante Madame Beudet (1923)

Yönetmen: Germaine Dulac

Feminist sinemanın ilk örneklerinden sayılabilecek bu orta metraj sessiz film; evli olduğu kaba adamdan tiksinen, patriyarkanın boğuculuğu karşısında kaçışı hayal gücünde bulan Madam Beudet’nin etrafında şekilleniyor. Dönemine göre radikal bir kadın karakter tasvir sunan yapım, kimi biçimsel tercihleriyle ilkleri gerçekleştirmişti.

Roozi ke zan shodam (2000)

Yönetmen: Marzieh Makhmalbaf

Arzuları engellense de direnişten vazgeçmeyen üç kadından üç ayrı öykü: dokuz yaşına basınca erkeklerle oynaması yasaklanan Hava, ailesinin tüm itirazlarına rağmen bir bisiklet yarışına katılan Ahoo ve sahip olmak istediği ne varsa satın almaya karar veren, hayatının son demlerindeki Hoora.

Meshes of the Afternoon (1943)

Yönetmen: Maya Deren, Alexandr Hackenschmied

Avangart sinemanın mihenk taşlarından, psikanalitik okumalara açık bu kült kısa; bireyin, iç içe geçen kimlikleriyle sınavı olarak yorumlanabilir. Bir karabasan içinde döngüye girmiş bir kadını ve başkalaşan (hatta çoğalan) suretlerini görüyoruz. Deren’in deneysel çalışmalarının her biri, sinema sanatı için devrim niteliğinde.

Wanda (1970)

Yönetmen: Barbara Loden

Pennsylvania’nın kırsal kesimlerinde yaşayan, oldukça mutsuz Wanda Goronski partnerinden ayrılmasıyla birlikte zincirlerini birer birer kırmaya başlar: çocuklarına olan haklarından feragat eder, işinden ayrılır, otostop çekip banka soygununa karışır. Genç yaşta kaybettiğimiz Barbara Loden’ın ilk ve tek uzun metrajı.

The Farewell (2019)

Yönetmen: Lulu Wang

ABD’de yaşayan göçmen bir ailenin kızı olan Lili, bir gün can sıkıcı bir haber işitir: Çin’de yaşayan ninesine 4. evre akciğer kanseri teşhisi konulmuştur. Farklı jenerasyonlardan iki kadın aracılığıyla kimlik arayışı, sevdiklerine veda edilmek ve keder hissiyle barışabilmek üzerine samimi cümleler mevcut.

Orlando (1992)

Yönetmen: Sally Potter

Elizabeth döneminde yaşayan şair ruhlu Orlando, Kraliçe’nin ona yaşlanmamasını emretmesiyle birlikte, 400 seneye yayılan bir yolculuğa başlar. Aristokrat bir erkek olarak adım attığı öyküsünde toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rolleri gittikçe muğlaklaşır, Orlando bir kadına dönüşür.

İpekçe (1987)

Yönetmen: Bilge Olgaç

Toroslar’daki bir köyde yaşanmış gerçek bir olaydan ilham alan film, İstanbul’dan taşraya taşınan, beline kadar uzanan sarı saçlarıyla köy halkının “İpekçe” olarak seslendiği Aylin’in hikâyesi. Masalsı bir atmosfer dizayn eden Olgaç; aidiyet, ahlakçılık ve toplum ikiyüzlülüğü gibi temalara temas ediyor.

An Angel at My Table (1990)

Yönetmen: Jane Campion

Yeni Zelanda topraklarından çıkmış en ünlü kalemlerden Janet Frame’in biyografisi; yazarın sosyal konumu, çekingenliği, kilosu ve kocaman turuncu saçları nedeniyle ötekileştirildiği çocukluk yıllarından başlıyor. Jane Campion’ın insan ruhunun derinliklerini yansıtmasındaki maharetleri gözler önünde.

Morvern Callar (2002)

Yönetmen: Lynne Ramsay

Erkek arkadaşı intihar eden ve geride bir romanla, bankada yüklü miktarda para bırakan Morvern Callar’ın hayatından bir seyir. Kompleks bir kadın protagonisti olan filmde, yönetmen Ramsay; kahramanının tartışmaya açık eylemlerini ne yargılıyor, ne de cezalandırıyor.

Que Horas Ela Volta? (2015)

Yönetmen: Anna Muylaert

Val işini ciddiye alan, yıllardır aynı aile için çalışan bir ev emekçisi. Bu evde her şeyin yolu yordamı belli ancak Val’in kızı Jessica üniversite giriş sınavına girmek için Sao Paulo’ya gelince tüm dengeler değişiyor. Muylaert, üç kadın karakter üzerinden Brezilya’daki keskin sınıf ayrımını ele alıyor.