Hayallerin hakikat ile yarışı: Neandria
Yazı: Zelal Buldan
Reha Erdem’in yazıp yönettiği Neandria, 15 Mart’ta Başka Sinema salonlarında gösterime girdi. Türkiye’nin ilk “ekolojik olarak sürdürülebilir film yapım girişimi” olan Neandria’nın yapımcılığını Ömer Atay ve Serra Ciliv üstleniyor. Oyuncu kadrosunda ise ilk kez başrolde izlediğimiz Deniz İlhan’ın yanı sıra Ahmet Rıfat Şungar, Bülent Emin Yarar, İncinur Daşdemir, Nur Fettahoğlu ve Serkan Keskin gibi isimler var. Genç oyuncular Izzy ve Ayşegül Kopartan da bu isimlerin arasında ışıl ışıl parlıyor.
Zaman dilimi ve mekân
“Genç adamın yurdu” anlamına gelen antik kent Neandria’ya yakın bir köyde, çocukların yıkıntıların arasında hayal kurabildiği bir zaman dilimindeyiz.
Konu nedir?
Suna, yaşadığı köyün imkânları el verdiğince atletizm yarışlarına hazırlanmaktadır. Yaşadığı köyde taş ocağı inşa edilmek üzere hazırlıklar yapılmaktadır. Suna kendi hayallerinin keşfine doğru upuzun bir koşuya çıkar.
Karakterlere dair
Suna ile tanışmamız uzun bir koşu sahnesi eşliğinde oluyor. Ardından gece gördüğü, boğulmak üzere olduğu, sesinin çıkmadığı rüyayı anlatıyor. Özgürce koştuğunu sandığımız Suna’nın ilk yardım çığlığı bu rüyayı anlatışı ile duyuluyor. Yarışlara hazırlandığı koşular boyunca ayağında oluşan her bir yaranın izini sürmeye başlıyoruz. Suna; bir taş ocağının gölgesinde, gizemli imamın sözlerinde, öldürülmüş bir kadının unutamadığı bakışlarında, antik kentin yakınlarında kendi hayallerini bulmaya çalışıyor. Annesinin zoruyla katıldığı koşu yarışlarının esaretinde pek de kolay olmuyor bu.
Söyleyemediklerini, içine attığı öfkesini bazen telefona kaydettiği bir video aracılığı ile söylüyor Suna. Telefon, onu hayattan koparmaktan çok bağlayan bir işlev görüyor. Hayatta kalmanın, uzaklara olan hasretin dile dökülüşünün aracı oluyor. Tıpkı köydeki diğer iki genç gibi. Çektiği YouTube videoları ile uzaklara ulaşan Filiz ve rap şarkılarıyla duyulmayı bekleyen Mako gibi. Filiz’in “Evet arkadaşlar, bugün yine burada hiçbir şey olmadı.” diye tanıttığı köy hayatları bir taş ocağı eşliğinde bütün durağanlığını kaybedip şiddetin, hırsın, ölümün başkenti olurken; gençler kentin irili ufaklı taşlarının üzerindeki tozu yutan taraf oluyor.
Filiz’in Greta Thunberg’e gönderdiği selam yarım kaldığında, Gökçe dağlara sarıldığında, annesi kızının başarısına sığındığında ve Mako’nun sesi duyulmadığında tek dileğimiz Suna’nın kendi yolunu bulması oluyor. Suna, babasından kalma hatıradan kurtularak, annesinin görevler yüklediği yağmurluğu almayarak ilk kez kendi hayalleri için koşmaya başlıyor.
Nasıl hissettirdi?
İnsan bazen hayalleriyle o kadar uzun zaman geçiriyor ki vadesi dolan, artık kendine ait olmayan veya zaten hiç ait olmamış olan hayallerin farkına varması mümkün olmuyor. Suna kendine ait olamayan, annesinin emanet ettiği bir hayal ile vedalaşırken “Ben yarışmak değil koşmak istiyorum.” diye haykırıyor. Genç adamın yurdu Neandria’da yankılanan bu sesi işitirken Suna’nın koşusu eşliğinde, hep beraber, nefesler yettiğince tekrarlamak gereken bir cümle oluyor bu:
“Ben yarışmak değil koşmak istiyorum.”
“Ben yarışmak değil koşmak istiyorum.”
“Ben yarışmak değil koşmak istiyorum.”