Annelik ve ikili ilişkilere dair: Nifas

Yazı: Deniz Dursun

Şirin Öten’in yazıp Erdal Baran Şahin’in yönettiği; MaaPerform’un son işi Nifas, yeni doğum yapan bir kadın üzerinden annelik mefhumunu sorguluyor. Burcu Gölgedar, Süreyya Bursa, Umay Anadolu Kaboğlu ve Şirin Öten’in performanslarıyla sahnelenen oyunun en yakın temsili 8 Şubat’ta Bahçe Galata’da gerçekleşecek. Biletler burada.

Konu nedir?

Nifas, yeni doğum yapan Zeynep ve Asperger sendromlu eşi Mert’in, bebekleri Ada’nın kayboluşuyla birlikte içinden geçtikleri süreci odağına alıyor. Anneliğe ve ikili ilişkilere dair dinamikleri kurcalayan anlatının yapısı; Ada’nın kaybolduğu gün, Ada’nın doğumunun ilk günleri ve Zeynep’in hamilelik dönemi olmak üzere temelde üç bölüm etrafında geçmişle bugün arasında gidip gelerek kuruluyor. Kendini bir türlü anne gibi hissedemeyen Zeynep’in hikâyesi, anne olmayı farklı biçimlerde deneyimleyen diğer iki kadınla; onu suçlayan kayınvalidesi Sevim ve genç yaşında pek çok şeyden feragat ederek anne olmuş, Ada’nın bakımı konusunda da desteğini esirgemeyen kız kardeşi Özlem’le birleşiyor.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

-Doğumdan sonra kan, mukus ve rahim dokusu içeren vajinal akıntı anlamına gelen “nifas”, aynı zamanda lohusalık hâlini ifade ediyor.

-Asperger sendromu, sebep olduğu sosyal etkileşim ve iletişim bozukluğuyla bireyin gelişim sürecini ve toplumsal varlığını etkileyen otistik spektrum bozukluklarından biri. Asperger sendromlu kişiler, spektrumun farklı uçlarında bulunabiliyor; kimileri varlıklarını bakıma muhtaç hâlde sürdürebilirken kimileri toplumda bir yer edinebiliyor.

İlk intiba?

Oyunun annelik meselesini gerçeklikten kopmadan ve kalbe dokunarak anlatmasını çok sevdim. Kanıksanmış birtakım toplumsal rollerin hiç karikatürize edilmeden ele alınması; iyisiyle kötüsüyle, yer yer yargılayıp yer yer anlayarak, her karakterle ayrı ayrı bağ kurabilmemi sağladı. Özellikle Mert’in gerçekle, yalanla, köpeğiyle ve hayatındaki insanlarla, yani bütünüyle hayatla; Zeynep’in de Mert’le ve annelikle olan ilişkisi bende önemli karşılıklar buldu.

En çok neyi sevdin?

Annelik mitini sorgulatmasını. Siyah-beyaz ikiliğini bir kenara bırakıp seyirciyi o muğlak gri bölgede dolandırmasını.

En çok hangi âna yükseldin?

Zeynep’in Ada’ya Adem’le Lilith’in hikâyesini anlattığı âna. Ağlaması bir türlü durmayan Ada’yı yabancılaşarak ve tereddütle kucağına alan Zeynep’in, ona anlatacak bir hikâye olarak niye bunu seçtiğini içtenlikle anladım, Zeynep’e bir adım daha yaklaştım ve hikâye bitene kadar kahkahalarla güldüm.

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Koltuğuyla, sehpasıyla, beşiğiyle, masasıyla; masanın üstündeki tabak çanakları, tabakların içindeki kahvaltılıkları ve etrafı saran salatalık kokusuyla sanki gerçekten bir evin içindeyiz. Bu atmosfer bana uçan kaçan değil, kafası belki bulutlarda ama ayakları yerde bir oyun seyredeceğimin sinyalini veriyor. Günün sonunda her şeyiyle gerçek fakat bir yanıyla da oyun olduğunu unutturmayan, derdini acelesiz anlatan, iyi inşa edilmiş ve “anların” kritik olduğu bir iş izlemiş oluyorum.

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

Hem oyunun başlamasını beklerken hem de oyun esnasında, o eve misafirliğe gitmişim de şans bu ya, şahit olmamam gereken durumların içinde kalıvermişim gibi hissettim. Tüm o gerilim, kavga, gürültü, hesaplaşma anları sanki davetsiz ama her nedense kovulamayan bir misafirin gözü önünde yaşanıyordu. Bu etki oyun çıkışında da varlığını bir müddet korudu. Nihayetinde oyunun bende bıraktığı hem tanıdık hem yabancı hem de tanık olma hâlini sevdim.

Oyunculuk için neler söyleyebilirsin?

Derinlikli inşa edilmiş karakterlerin, bazen anlamakta zorlandığımız, bazen bir çırpıda anladığımız, bazen anlamamış gibi yaptığımız yanları var. Bir anne, bir kardeş, Asperger sendromlu bir eş, bir kayınvalide olmanın ötesinde aslında hepsi şahsına münhasır bambaşka kişiler. Tertemiz oyunculuklarla birlikte bu şahsına münhasır olma hâli daha da parlıyor. Oyuncuların, oynadıkları karakterleri, salt sıfatlarından ibaret değil ancak sıfatlarının onlardaki etkisini de gözeterek; belli hassasiyetleri, sevdiği ve sevmediği belli şeyler olan birer birey olarak ele aldıkları anlaşılıyor.

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Anneliğe ve anneyle ilişkiye dair kafasındaki sesleri susturmayı pek becerebilen biri değilim. Oyundan, cebimde yeni bir soruyla dönmedim ama bir şekilde kendimi her karakterin yerine koyarak, dağınık hâlde ve ortalığa saçılmış vaziyetteki soruları yeniden bir araya getirmiş, toparlamış oldum. Dolayısıyla hem anne olma fikrinin tüylerimi ürperttiği hem de rahimden çıkan o “şey”le sağlıklı bir bağ kurmanın yollarını düşündüğüm anlar yaşadım. Bu bağın yapıcı, onarıcı yanlarını kurcalarken bir anne, bir eş, bir kardeş olmanın cevabı belli, doğrusu net bir denklem olmadığını hatırladım. Sevme biçimleri, ifade yolları ve sınırlar üzerine de zihnimde pencereler açılırken kendimce şimdilik şu sonuca vardım: Yine de sanırım insan, kendisi için “en makul” ilişkilenme biçimini el yordamıyla da olsa bir şekilde bulur, sezer. “Doğru olan” hissettirir kendini.