On parmağında on marifet bir “beatmaker”

Anıl Kırkyıldız’ı kendi adıyla yayımladığı ilk albümü Anıl ile tanıdık. Funk ve soul dolaylarında gezen bu albüme bir dönem aktif olan Audioban ekibi plak da basmıştı. Bir yıl aradan sonra 2020’de beat marifetlerini sergilediği ilk kaydı On the Live geldi, onu takiben de “geçtiğimiz yıllarda üzerinde iyi çalıştım” dediği Hand Over Fist’i yayımladı. Anıl K.Y mahlası ile hazırladığı bu albüm, hip hop camiamızdan son dönemde çıkan en sıkı beat ve samplingleri duymak için kulak kabartılması gereken türden. Da Poet’in kurucusu olduğu Nuhado etiketini taşıyor ve DP ile birlikte Savai ve Da Froi gibi şirketle bağlantısı olan müzisyenlerin de albümde parmağı var.

Anıl Kırkyıldız’ın yetenekleri bu ikiye çatallanmış yoldan daha da fazlasını yapabilmeye müsait. Zaten pek yakında bambaşka türde bir albümle karşımızda olacağını söylüyor. Henüz çift haneli yaşlara basmadan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde başlayan müzik macerası, Charlie Parker’ın “Donna Lee”siyle hazırlandığı Berklee College of Music’te devam etmiş. ABD’de Madlib gibi klas isimlerin peşinde, Boston’da sahnenin önde gelen funk, soul ve caz müzisyenleriyle temas hâlinde geçen yılların ardından Türkiye’ye dönmüş. Şimdi burada ve karşımızda. On parmağında on marifet var ve sırayla hepsini göstermek gayesinde.

Anıl Kırkyıldız’ı 5 – 6 Kasım’da gerçekleşecek MIX Festival kapsamında, Vitalic, Islandman, Lalalar ve Jakuzi gibi isimlerin de yer aldığı festivalin ikinci gününde Zorlu PSM’de dinleyebilirsiniz.

“Bir arayıştan ziyade, sonrasında dinlemek isteyeceğim, çeşitli türlerde müzik üretiyorum.”

Ben bu albüme bakınca bir mixtape havası görüyorum, daha doğrusu bir beattape. Sen nasıl değerlendiriyorsun?

Tabii ki beattape yakıştırman doğru. Madlib-vari, onun stiline yakın bir konsepti var ama tabii beni yansıtıyor. Bu hâliyle Türkiyeli ve kısmen de oryantalist bir kayıt. Bu albüm üzerine iyi eğildim, piyasadaki hip hop kültürünü içselleştirmemiş üretimlere ve trap akımıyla kültürde yaşanan sert dezenformasyona bir nevi cevap niteliğinde olduğunu düşünüyorum.

Nasıl bir ekipmanla çalışıyorsun peki? Müzik yapmak için masa başına geçtiğin zaman nasıl gelişiyor işler?

MPC 500 ve Roland SP 606 var, ikisi de sampler. Sequence’ları onların içinde diziyorum ve kaydediyorum. Ekstra kaydedeceksem ikinci bir kanal açıyorum. Hepsi iki kanal oluyor yani. Enstrüman da çalıyorum, “Soul Power ’21” mesela. Orada tüm enstrümanları ben çalıyorum, Da Poet de davulları yazdı. O şarkı Maceo Parker’ın “Soul Power ’74”una bir gönderme.

Hem bu tip göndermeler hem de kullandığın sample çeşitliliğine bakarak iyi bir plak ve müzik dedektifi olduğunu düşünüyorum. Doğru mu?

(Islık çalıyor.) Plak arşivimin büyük çoğunluğunu Berklee’de okuduğum yıllarda ABD’de edindim ve şu an çoğu orada. Burada elimde çok fiziki materyal yok ama dediğin doğru, iyi bir madenciyimdir, derinlere inmeyi severim.

Müziğe çok yönlü bakışını ve dinlemeye olan açlığını öğrenince, senin daldan dala sekişini de daha iyi anlamlandırabiliyorum. Funk ve soul merkezli bir groove albümüyle çıktın karşımıza ve şimdi peş peşe iki beat albümü. Sırada ne var? 

Aslında elimde hazır epey malzeme var. Yavaş yavaş hepsi gündeme gelir sanırım. Açıkçası iyileri sona saklıyorum gibi bir durum da var, çünkü henüz etki alanım ulaşabildiğim kitle anlamında zayıfken harcanmalarını istemiyorum. Pek yakında Eren Eren’in şirketi Memoire Affective’den house çevresinde dolanan brokenbeat vs. gibi türlere dokunan bir albüm çıkaracağım. Aklımda bir de spiritüel caz albümü var ama onun kaydını yapmak için sermaye lazım, belki bir gün diyelim.

Peki bunca yönelimin arasında kaybolduğun olmuyor mu? Bu bir kendini arama süreci mi sence, yoksa bunların hepsi zaten benim diyebiliyor musun?

Açıkçası burada şöyle bir şey var, ben yaptığım çoğu şeyi kendim de dinleyebilmek için yapıyorum. Yani bir açıdan dinlediğim şeylere benzer şeyler üretiyorum. Bir arayıştan ziyade, sonrasında dinlemek isteyeceğim, çeşitli türlerde müzik üretiyorum.

Hip hop albümlerini Da Poet’in etiketi Nuhoda’dan yayımladın. Yine o tayfadan Savai de albümde var. Onlarla çalışmak nasıl?

Da Poet’e hem bir prodüktör hem bir MC olarak zaten bayılıyorum, gerçekten üst düzey işler yapıyor. Savai’yi de tanıdıktan sonra çok büyük saygı duydum. Kültürü sindirmiş insanlar ikisi de, keza o tayfadan Farazi de öyle. Hem hip hop üzerine sohbet etmesi hem de birlikte üretmesi çok keyif veren insanlar. Çok da nazikler aynı zamanda.

Türkçe rap camiasında etkilendiğin isimler var mı? Kimleri beğeniyorsun?

Bence şimdiye dek yapılmış en iyi albümler ilk olanlar, yani Cartel’in ve Karakan’ın albümleri. Özellikle de Karakan’ın Al Sana Karakan albümü muazzam iş. Oldskool ruh ve sırıtmayan, yerinde bir oryantalizm var. Beni yakalayan şey bu denge ve samimiyet. Bir de burada içten gelen bir başkaldırı var, o dönem Almanya’da Türklerin yaşadığı şeyler çok ağır çünkü.

Röportaj: Berk Sayan – Fotoğraf: Nurdan Usta