İnsanın en büyük düşmanı elbette kendi: Öteki

Yazı: Başak Tanrıverdi - Fotoğraf: Cem Gültepe

Bir gün karşınıza size tıpatıp benzeyen birisi çıksa ne hissedersiniz? Öteki, Emin Alper’in Dostoyevski’nin aynı adlı eserinden sahneye uyarladığı ve yönettiği ilk tiyatro oyunu. Özgün bir kara komedi. Sahnede Cem Yiğit Üzümoğlu, Erdem Şenocak, Derya Karadaş ve Gökhan Yıkılkan

Konu nedir?

Banka memuru Burak Çıplak bir gün kendisinin tıpatıp benzeyeni ile karşılaşır. Baştan çok cazip ve keyifliymiş gibi başlayan bu kesişme sonradan kendisine, kendisi üzerinden hayatı ve kararlarını sorgulatacaktır. 

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler.

Dostoyevski’nin ölümsüz novellası Öteki / Öteki Ben’in pek çok açıdan disiplinlerarası önem taşıyan bir başlangıç noktası olduğu söylenebilir. 1846 yılında yazıldığı düşünülürse, alter ego kavramıyla bizi Freud’dan bile önce tanıştıran bu eser, bu tarz anlatımların ilk örneklerinden biri olduğu için bugüne kadar edebiyatta ve sinemada pek çok hikâye anlatıcısına ilham kaynağı oldu. 

En çok neyi sevdin?

Çoğunlukla hikâyenin nasıl anlatıldığıyla ilgilenen bir sinema izleyicisi olarak, Öteki’nin Emin Alper’in rejisiyle tiyatro sahnesine taşındığını duyduğumda şaşırmadım. Böylesi oyunculuk odaklı bir yönetmenin elinden bu işin sahneye uyarlanması fikrini hiç yadırgamadım. Ama baş karakterin çoklu kişiliğini tiyatro sahnesinde nasıl izleyiciye aktaracağı kafamı epey kurcaladı ve karşılaştığım meydan okumayı da çok yerinde buldum. 

Okuduğum zaman etkisini çok uzun süre zihnimde yaşadığım, beni karanlık noktalara çektiğini söyleyebileceğim psikolojik gerilim tarzında kafama kodladığım bu eserin, bu kadar keyifli hâle gelebileceğini hiç düşünmezdim. Okurken satır aralarından gülümseyen kara mizah tadı öne çıkarılmış, hikâye günümüze taşınırken hepimizin aşina olduğu beyaz yakalı çalışma düzeni içerisinde karakterler hayat bulmuş ve bu vesileyle izleyiciye çok daha yakın ve tanıdık duran bir anlatıma dönüşmüş. İlk anda aradığımı hatırladığım yerde bulamamanın verdiği bir şaşkınlık yaşadıysam da hemen sonrasında kendimi akışa bırakarak çok keyifli bir seyirle Öteki’yi yeni yerine taşımakta hiç zorlanmadığımı fark ettim. Anlatım içerisinde kitaptan ufak bazı anların belli belirsiz sahneye serpilmesinden çok keyif aldım. 

Öncelikle çok özenli planlanmış ve uygulanmış bir yapımdı. Belli ki aynı pencereden sanata ve hatta hayata bakan uyumlu bir ekip kurgusuyla ortaya çıkmış. Sahnede hiçbir şey fazla değildi. Bu kadar renkli bir anlatımda, görsel uyaran destekli bir düzenlemede hiçbir şey izleyicinin üzerine gelmiyordu.   

En çok hangi âna yükseldin?

Oyun akışı yüksek seyirli, seyirci için hikâyeyi kovalarken sıkılmadan takip edebileceği bir tempoda planlanmış. Ama bana göre en etkileyici tarafı naif anlatım şekli. Burak Çıplak’ın öteki ikiziyle ayna üzerinde yüzleştiği, sokakta karşılaşıp peşinden koştuğu sahneler hem oyunculuk becerisi olarak hem de sahne kurgusu olarak çok etkileyiciydi. Tiyatro sahnesinde bu sade anlatım şeklini çok beğendim. İhtişamından hiç eksilmeden samimiyetini koruyabilmesini kuvvetli buldum.    

Ambiyans / ortam / mekân / kurgu / dekor için neler söyleyebilirsin?

Sahne tasarımı hem yaratıcı hem dinamik kurgulanmış, anlatımı çok tadında yönlendiriyordu. Planlar arası geçişlerde ışık giydirmesi çok tamamlayıcı bir etki sağlarken, geniş ekran kullanımının yarattığı görsel dünya anlatıma boyut kazandırıyordu. 

Yapay zekâ destekli video tasarımlarını çok beğendim, en vurucu sahnelerde seyirciyi yakalayıp yukarı taşıdı. Oyun sahneyi verimli kullanarak çok çeşitli bir mekân algısı yarattı. 

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

Zaman kadar eski diyebileceğimiz insanın kendi ile savaşında en büyük düşmanının elbette kendi olduğu söyleminin bu kadar zorlamadan anlatılması çok çarpıcıydı. En büyük gücünü bu çabasız doğal anlatımından alması çok gerçekti. Son dönemlerde sıklıkla karşıma çıkan yoğun drama yüküyle sunulan, canımızı yakarak dikkatimizi çeken işlerden biri olmaması iyi geldi. Kitaptan da yola çıkarak her yere sürüklenmeye hazır oturmuştum koltuğuma. Duygularımdan istifade edilmeden izlemiş olmak harikaydı.

Oyunculuk için neler söyleyebilirsin?

Erdem Şenocak ve Cem Yiğit Üzümoğlu resmen birbirlerine dönüşmüşler. Beden dillerinin karşılıklı uyumu kusursuzdu. Burak Çıplak karakterine dönüşümlü olarak geçişleri başta takıldığım “Sahnede nasıl olacak?” sorusunu tamamen ortadan kaldırdı. Birbirlerini çok iyi tamamladılar. 

Derya Karadaş’ı da çok eğlenceli buldum. Oyunun genel havasına kattığı pozitif etki genel anlatım için çok önemliydi.

Eseri günümüz beyaz yakalı ofis ortamına tek seferde taşıyan en büyük etken şüphesiz Gökhan Yıkılkan tarafından canlandırılan ve her çalışma ortamında bulunan fırsatçı plaza çalışanı karakteriydi.

Oyunculuk baştan sona çok dengeli ve uyumlu akıyordu. Abartıdan uzak anlatım şeklini çok beğendim. Komedi unsurları çok ayarında tutulmuştu.  

Kimler sever?

Bu özenli yapım, yüksek seviye oyunculuk becerisi ve ilgi çekici kurgusuyla pek çok izleyici tarafından beğenilir gibi geliyor.  

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar?

Kişinin tıpatıp aynısı ile karşılaştığında bu benzerlikle yola çıkarak kendini sorgulaması, hayatı anlama çabası içerisinde kendiyle yüzleşmesi, zaman zaman yabancılaşması ve bu pratiğin adaletinin herkes için aynı oranda adaletsiz olması…

En yıpratıcı rekabetin kişinin tam da olmak istediği benliğe dönüşmesi yolunda kendiyle yarışması olduğunu söylüyor.   

Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?

Kafamda açık bir soru işareti kalmadan izledim. Kitaptan gelen beklentimden çok farklı bir işle karşılaştım. Sanırım en çok da bu beklentimin karşılanmamasından keyif almış olabilirim. En çok fikrimi değiştirmiş olmasını sevdim.