Oyuncu Psikolojisi: Selen Öztürk

Selen Öztürk bir senaryoyu ilk kez okurken nelere dikkat eder? Canlandırdığı bir karakterle nasıl bağlar kurar? Onunla çatışmalar yaşar mı? Role nasıl girer? Rolden nasıl çıkar? Sete girmeden önce kendini nasıl hazırlar?

Merak ettiğimiz konularda oyuncuların zihnini kurcaladığımız yeni soru-cevap serimiz Oyuncu Psikolojisi, şu sıralar Kızıl Goncalar dizisinde Hasna karakterini canlandıran Selen Öztürk ile başlıyor.


Hayatta yapmak istediğinin oyunculuk olduğunu ne zaman ve nasıl anladın? 

Aslında çocukluğumdan beri oyun oynamayı, şarkı söylemeyi, sahnede olma hâlini çok sevdim. Müzikli ve oyunbaz bir ailenin çocuğu olmam da buna büyük bir etken tabii. Bence anaokulunda kırmızı külotlu çorabımla alyuvar olduğum, elime mikrofon tutuşturdukları o gün içime ilk tohum atıldı. Yıllar sonra da tüm hayatıma yön verecek hiç unutmadığım bir an yaşadım. Bornova Anadolu Lisesi’nde orta son sınıf öğrencisiydim. Bir ders arasında kantine doğru yürürken Konferans Salonu’ndan gelen bir müzik sesi duydum ve kendimi bir anda lise öğrencilerinin oynadığı Keşanlı Ali Destanı’nın provasını  gizlice izlerken buldum. Çok garip bir andı, büyülenmiş gibiydim. Sevgili Doğan Yağcı yönetiminde oyuncular şarkılı danslı bir sahnenin provasını alıyorlardı.Prova bitene kadar koltuğumdan kımıldayamadım, o günün bütün derslerini kaçırdım. Ektim de diyebiliriz! Ve ilk kez bilinçli olarak içimden “Hayatım boyunca bunu yapmak istiyorum” dedim. Sanki o an kaderimin kararı verilmiş kalem çoktan kırılmıştı. Ertesi sene de tiyatro orkestrasına seçilerek bu serüveni başlatmış oldum. 

Bugüne kadar canlandırdığın karakterler arasında sana en çok benzeyen hangisi? Neden?

Aslında çoğu, bazı davranış özellikleri ve kimi durumlar karşısında gösterdikleri tepkileri ya da duyguları dışında kendimden oldukça farklı karakterler. Belki şöyle söyleyebilirim: Muhteşem Yüzyıl’da Gülfem Hatun’un sağduyulu, dengeleyici ve yapıcı hâli; Hatırla Gönül‘deki Figen’in neşesi, deliliği; Payitaht’ta Seniha Sultan’ın ironik bakış açısı, oyunbazlığı; Behzat Ç.’de Yeliz’in sahne tutkusu, melankolisi, karanlığı; kendimde de bazen temas ettiğim, deneyimlediğim psikolojiler, hâller. Aslında bana gerçek anlamda benzeyen bir karakter henüz canlandırmadım. Bu da işimizin heyecan verici ve maceracı yanı belki de. Ben kendi hikâyemi yazana kadar da böyle bir deneyim mümkün olur mu bilemiyorum.

Canlandırdığın bir karakterle çatışma yaşadığın oluyor mu? Bu durumda nasıl metotlara başvuruyorsun?

Canlandırdığım karakterlerin hiçbiriyle bir çatışma yaşamadım. Yaşadığım en önemli şey onları hayata geçirip geçiremediğimle, ne kadar anlayıp anlayamadığımla ilgili kendimle olan çatışmam oldu. Bizlerden çok farklı karakterleri, aslında “insanları” var etmeye çalışıyoruz; bambaşka psikolojide ve varoluşta insanlar, oyuncular olarak.

İşimiz önce bu karakterlerle empati kurup onları baştan sona anlayabilmek sonra da buna seyirciyi ikna etmek, inandırmak. O yüzden psikoloji, sosyoloji ve felsefeyi çok iyi bilmek; karakterlerin kültürel, siyasal, coğrafi ortamlarını iyi okumak gerekiyor. İyi bir araştırma, gözlemleme sonrasında da oyuncunun makinesi “beden”de bunu tatbik edebilmek için teknik ve ruhsal antrenman süreci başlıyor. Ben biraz sezgilerimle ilerlemeyi de seviyorum. Oynama hâlinde olasılıklar denizini büyüttüğünü, sürprizli şaşırtıcı bir seyirliğe yol açtığını düşünüyorum.

Bir rolü senin için çekici kılan unsurlar, senaryoyu okurken mutlaka dikkat ettiğin detaylar neler?

Öncelikle bugüne kadar oynadığım rollere hiç benzememesini isterim. Ama ülkemizde size bir rolü yakıştırdıkları anda işiniz biraz zorlaşıyor. Benzer rollerle çok karşılaşıyorsunuz. Böyle durumlarda ise onu kâğıt üstünde diğerlerinden belirgin şekilde ayrıştıracak özelliklere sahip olmasına dikkat ederim. Benim için bir rolü çekici kılan en önemli şey kalıpların dışında, ezber bozan, sürprizli, çok katmanlı ve derin olması. Bir senaryoda öncelikle karakterlerin ne kadar incelikli, detaylı ve boyutlu yazıldığına, dramaturjik olarak hikâyenin diline, anlatımına, akıcılığına, kurgusuna; sahnelerin nasıl tasarlandığına ve diyalogların ne kadar ikna edici, gerçek olduğuna  bakıyorum. Aslında bütünsel bir okuma yapmaya gayret ediyorum.

Oyunculuğa dair algı kapılarını açan, yaklaşımını değiştiren bir söz? Nerede ve ne zaman duymuştun?

“Bacakları olmayan birine nasıl koşmayı öğretemezseniz, kendi içiyle bağlantı kuramayan birine de oyunculuğu öğretemezsiniz.”

Konservatuvarda öğrenciyken okuduğum Eric Morris ‘in Rol Yapmayın Lütfen kitabındaki bu söz oyunculuk serüvenimin mihenk taşlarından biri olmuştur.

Sence uzun soluklu bir kariyerin sırrı ne?

Oyun oynama tutkusu ve zevkinden asla vazgeçmemek, içindeki çocuğu her daim uyanık, hayalci ve canlı tutmak; çok çalışmak, sabır, sebat, disiplin, sürekli yenilenmek, gelişmek, dönüşüme açık olmak, çağın devinimlerine ayak uydurabilmek.

Sete girmeden önce kendini nasıl hazırlarsın? Ritüelin, çalışan yöntemlerin var mıdır?

Her zaman yapamasam da vücudumu ve sesimi ısıtmak için dans edip şarkı söylemeyi tercih ediyorum. Duygusu yoğun olan sahneler öncesinde ise daha sakin, yalnız kalmaya özen gösterip ,atmosferi destekleyecek müzikler dinliyorum.

Karaktere girmek kadar ondan çıkmak da bazen zorlayıcı olabilir. Sende böyle bir etki bırakan bir rol oldu mu?

Şu an Oyun Atölyesi’nde oynadığım Guillem Clua imzalı Kırlangıç oyunundaki Amelie karakterini buna örnek olarak gösterebilirim sanırım. Elim bir katliamda oğlunu kaybetmiş yas sürecinde olan bir anneyi canlandırıyorum. Acısı yoğun ama yapısı sert, keşkelerle paramparça olmuş bu kadını ayaklandırma sürecim duygusal anlamda çok kolay geçmedi açıkcası.

Etkisinden çıkamamak diyemem belki ama provanın belli bir dönemi gerçekten bir yas hâli içerisinde geçti. Hayatımda sahnede oynadığım en zor ama bir oyuncu olarak en tatmin olduğum rollerden biri diyebilirim Amelie için. Destekleri için sevgili yönetmenim Birkan Uz ve canım partnerim Uğur Kanbay’ı da teşekkürlerim ve sevgiyle burada anmak isterim.

Kırlangıç

Az önce Hollywood’dan yapımcılar aradı, biyografin çekiliyormuş. Seni kim oynasın?

Tabii ki hem manevi kız kardeşim olup beni çok iyi tanıdığı hem de müthiş bir oyuncu olduğu için sanırım beni Demet Evgar’dan başkası oynayamazdı! 

Oyuncu olmasan mesleğin ne olurdu?

İçinde müziğin ve oyunculuğun olmadığı başka bir meslek yapabilir miydim şu hayatta, bilmiyorum ama Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi bölümünü konservatuvar için bırakmış biri olarak belki müzisyen bir yönetici ya da oyuncu bir siyasetçi olabilirdim. 🙂

“Keşke bende de olsaydı” dediğin yetenek?

Bir terzinin ya da moda tasarımcısının el becerisi ve yeteneğine sahip olmak isterdim.  

Yakın gelecekteki projelerine dair verebileceğin ipuçları var mı?

Müzikle ilgili yarım kalmış tüm hayallerimi, hikâyelerimi, şarkılarımı hayata geçirmek istiyorum. Bununla ilgili çalışmalara bir an önce başlamayı ümit ediyorum.