“Hayat böyle bir şey işte, bizi çevreleyen ve kuşatan yabani bir varlık”: Permafrost

Yazı: Korcan Derinsu

Katalan yazar ve şair Eva Baltasar’ın ilk romanı, Emrah İmre çevirisi ve Can Yayınları etiketiyle Türkçe’de. Permafrost, ailevi travmalarını türlü hazlarla yatıştırmaya çalışan, etrafına ördüğü buz katmanının altında hassas ve tutkulu bir ruh saklayan bir kadınla tanıştırıyor okuyucuyu.

Ne hakkında? Hikâye ne?

40’lı yaşlarının başında, isimsiz, insanlarla bağ kurmaktan kaçınan, intihar eğilimli ve lezbiyen olduğunu bildiğimiz bir anlatıcımız var. Onun ağzından, hayatının farklı dönemlerini okuyoruz.  Ufak hikâyelerle bizi hayatına dâhil eden anlatıcımız, tıpkı kendisinin yaptığı gibi bizi de aile, hayat, ölüm, yalnızlık, seks, sanat, depresyon gibi meseleler hakkında düşünmeye çağırıyor.

Zaman dilimi ve mekân 

Neredeyse tamamı Barselona’da geçiyor; kısa süreliğine İskoçya’ya ve Brüksel’e de uğruyoruz. Aşağı yukarı 40 yıllık bir süre zarfında, kabaca 1980’den günümüze olan bir zaman diliminde geçiyor.

Okumadan önce bilmemiz gerekenler 

Eva Baltasar aslında bir şair ve yayımlanmış 10 şiir kitabı var. Tüm eserlerini Katalanca yazıyor.

Permafrost, yazarın ilk romanı olduğu gibi aynı zamanda bir üçlemenin de ilk halkası. Üçlemenin dikkat çeken yanı, romanların hepsinin merkezinde tıpkı yazarın kendisi gibi lezbiyen karakterlerin olması ve hikâyelerini birinci ağızdan anlatmaları. 

Üçlemenin ikinci romanı Boulder, 2023 Uluslararası Booker Ödülü’nde kısa listeye kalmıştı. Yazarın adını da aslında bu sayede duyduk.

Pedro Almodóvar, Eva Baltasar’ın hayranlarından. Hayata geçer mi bilinmez ama üçlemeyi film yapmakla ilgilendiğini söylemiş yazarın kendisine.  

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Sanırım en çok anlatıcının kendisini sevdim. Çünkü hem zıtlıklarla dolu hem de çok gerçek.  Kendi cümleleriyle “kimsenin mutluluğundan ya da mutsuzluğundan sorumlu olmak istemeyen” birisi. Bu yüzden insanlarla bağ kurmaktan kaçıyor ve sık sık intiharı düşünüyor. Buradaki, eyleme dönecek türden bir intihar değil. Daha ziyade yaşamla kurulan -hatta kurulamayan- zayıf bağa karşılık geliyor. Diğer yandan da çektiği bu varoluş sancısına inat, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle haz peşinde koşuyor. Bunun için de öncelikli olarak sekse, sonra da edebiyata ve sanata başvuruyor. Bu iki farklı hâl birbiriyle çelişiyor gibi gözükse de bence çok gerçek ve çelişmektense, birbirini tamamlıyor; tıpkı yaşam ve ölüm gibi. 

En az neyi sevdin?

Sevmediğim bir şey yok aslında ama sonunun biraz aceleye geldiğine düşünüyorum. 

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Yazar, anlatıcısının ruh hâlini yansıtmak için çok doğru bir yola başvurmuş. 40 yıllık bir hayatı bölük pörçük diyeceğimiz kısalıkta bölümlerle, zamanda ileri – geri sıçramalar yaparak anlatıyor ve parçalardan bütünü oluşturmaya çalışıyor. Böylece anlatıcının yaşadığı varoluş sorgulamasına ve belirsizliğe okuyucu da ortak ediyor. Ayrıca her şeyi o kadar ekonomik kullanıyor ki sadece 128 sayfada birden fazla meseleye başarıyla değinebiliyor. 

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Tamamını birkaç saatte okudum. Yazarın dili son derece akıcı. Bölümler de kısa olduğu için okuması kolay bir roman. Gerek yazarın akıcı anlatımı gerekse Emrah İmre’nin kusursuz çevirisiyle nasıl akıp gittiğini anlamıyorsunuz metnin.

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

Hemen her bölümde durup düşündüren çok dozunda kullanılmış bazı cümleler var. Öyle aman aman, bilmediğimiz şeyler söyleyen cümleler de değiller üstelik. Yalın ve bir o kadar da güçlüler. Özellikle bunları birkaç kez okuduğum oldu. Bir de yazarın cep telefonlarının çalma saatlerinden bahsettiği bölümü büyük bir zevkle iki kez okudum.

Kitap, modunu nasıl etkiledi? 

Permafrost, karanlık bir yanı olsa da bitirince okuyucusuna kötü hissettirmeyen bir roman. Yazar kendine has mizahı da öyle dozunda kullanıyor ki intihardan bahsederken bile kendinizi tebessüm ederken bulabiliyorsunuz. Bu yüzden duygusal olarak düşündüğümden daha kolay hazmettim. 

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Okuduğum eserlerde geçen kasaba / şehir isimlerini muhakkak araştırıyorum. Burada da birkaç yer vardı. Romana ara verip adı geçen yerlerin görsellerine baktım. 

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Permafrost donmuş toprak, buzullaşmış toprak anlamına geliyor. Kuzey Amerika’da, Sibirya’da ve çok yüksek dağlarda bulunuyor. Tüm özellikleriyle anlatıcıyı düşündüğümüzde, bundan daha uygun bir isim seçilemezdi herhâlde. Bir de içerikten ilhamını alan tuhaf isim seçimleri bana hep çekici geliyor. 

Bu kitabı seven şunları da sever 

Varoluşu çok farklı şekilde ele alsalar da Tezer Özlü’yü ve Çocukluğun Soğuk Geceleri’ni düşündüm bu kitabı okurken. Tezer Özlü demişken, ister istemez Cesare Pavese ve Yalnız Kadınlar Arasında da de geldi aklıma. Üç yazarda da benzer bir hayatla bağ kuramama ve kedi sevgisi var. Tabii farklılıkları da çok ama ucundan kıyısından ruhdaşlıkları olduğu da su götürmez. Permafrost’u seven bu kitaplara bir baksın derim. (Hatta sevmeyen de baksın çünkü ikisi de çok iyi kitaplar bence.:))

Yazara bir soru soracak olsan bu soru ne olurdu?

Bir röportajında Alice Munro’yu sevdiğini okudum kendisinin. Alice Munro’ya bayıldığım için zevkini iyice merak ettim. Bu yüzden hangi yazarları sevdiğini sormak isterdim sanırım.