Radu Jude, müstehcenlik üzerine denemesini anlatıyor: Kaçık Porno

Çeşitli istatistikler, pornoyu en fazla tüketenlerin bastırılmış arzulardan muzdarip, cinselliği itibarsızlaştıran, seksi bir tabu olarak kabul gören ülkeler olduğuna işaret ederken; gittikçe daha fazla muhafazakârlaşan dünyamızdaki riyakâr tutumlar, aslında neyin “müstehcen” kabul edilmesi gerektiğine dair bir sorgulamaya itiyor bizleri sık sık. Beden üzerinden hak arayışları, kamusal baskıların yarattığı sınırlar, dijital dünyanın çılgınlıkları derken meseleye dair güçlü bir isyan bayrağı Romanya semalarında açılıyor. Radu Jude “zamanın ruhunu provoke eden”, fazlasıyla oyunbaz ve hınzır son filmi Kaçık Porno / Babardeală cu bucluc sau porno balamuc ile hedefi tam on ikiden vuruyor. Politik tavrından bir an bile feragat etmeyerek…

71. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’ya uzanan, an itibariyle MUBI kataloğundan deneyimlenebilecek filmini, Romanya sinemasının simge figürlerinden Radu Jude’dan dinleme fırsatım oldu.

Radu Jude
Küçük bir intikamdan doğmuş büyük bir film

Girizgâh olması adına genel bir soruyla başladım ve bir öğretmenin sızdırılan seks kaseti üzerinden “kamu ahlakının” cinsellik, müstehcenlik, siyaset, dijital dünya gibi farklı başlıklardaki ikiyüzlülüğünü anlatma fikrinin nasıl ortaya çıktığını kurcaladım. Ne var ki Jude’un odağı şu sıralar başka yerde: Dünya ahvalinin yarattığı çıkışsızlık hissi, hemen hepimizde olduğu gibi onda da vuku bulmuşa benziyor; ülkesine çok yakın topraklarda yaşanan korkunç trajedinin, şahsi çalışmaları dâhil birçok konuyu kendisi için anlamsızlaştırdığını söylüyor. “Haşmetli kasap” olarak nitelendirdiği Putin’in Ukrayna’ya açtığı savaştan bu yana gündem dışı ne varsa alakasız geldiğinden, sık sık konsantrasyon problemleri yaşadığından bahsediyor Jude. “Sanatın neye faydası var ki?” cümlesini sarf edebileceği düzeyde bir umutsuzluk köklenmiş durumda bünyesinde.

Soruma geri döndüğü vakitse, cevabın kimi arkadaşlarıyla yaptığı muhabbetler, zihin açan tartışmalar olduğunu öğreniyorum. Canlı seks sohbetlerine katılmaları veya amatör porno kayıtlarını internette yayımlamaları gibi nedenlerden dolayı görev aldıkları okullardan atılan öğretmenler hakkında bir beyin fırtınası dönmüş aralarında. (Akla geçtiğimiz aylarda “Çekmeköy’deki okulda skandal” başlıklarıyla haberlenen bir olay; cinsel içerikli filmde oynadığı gerekçesiyle Türkiye’de çalıştığı eğitim kurumuyla ilişkisi kesilen Alman asıllı öğretmen gelebilir.) Radu Jude “Konu ne kadar önemsiz, basit ve sığ gözükse de tartışmalarımız bir yerden sonra o kadar gerginleşti ki insanların tepkileri böylesine güçlüyse bunun arkasında daha fazlası olduğunu düşündüm.” diyor ve sırf arkadaşları karşısında son sözü söyleyebilmek için “küçük bir intikamdan doğmuş” bu filmi çektiğini itiraf ediyor.

Kim olursak, nerede yaşarsak yaşayalım ilk soruda bahsini geçirdiğim “kamu ahlakından” hiçbirimiz azade değiliz belki ama baş karakter Emi’nin maruz kaldığı baskının bu çapta olmasının kimi spesifik nedenleri var. Bunlardan biri -kime ve neye göre olduğu tartışabilecek biçimde- öğretmenlik mesleğinin bir çeşit kutsallıkla bağdaştırılması, bir diğeri de karakterin, cinsel hayatı kitlelere görünür kılınmış bir kadın olması. Onu sorgulayan faşist, patriarkal anlayışın acımasızlığının altında bunlar yatıyorken; videosunun yayılması hususunda Emi’nin bir rızası yok esasında. Öte yandan videosu yayılan bir erkek olsaydı, maruz kalacaklarının aynı boyutta olmayacağına dair varsayımıma Jude da katılıyor ve başından beri karakteri bir kadın olarak tasarlamayı planladığını, aksi takdirde karşılaşılacak reaksiyonların daha az agresif olacağını anlatıyor. “Rumen kültürünün iğrençliği şu ki eğer bir erkek partnerini aldatıyorsa maçoluğuyla övülür, ama kadın yapıyorsa orospu sayarlar.” diyor ama bu riyakârlık hâlinin tek bir coğrafyaya ait olmadığı su götürmez bir gerçek elbet.

Kurgu ve montajın hayati varlığı

Verdiği birçok röportajda, Kaçık Porno’yu neden biçimsel ve içeriksel olarak birbirine benzemeyen, üç ayrı bölüm olarak tasarladığını detaylıca açıklıyor yönetmen. Bu tercihin nedenini sormasam da oldukça tatmin edici bir cevapla karşılaşıyorum öte yandan. Jude, filmin temel yapısındaki unsurların kurgu ile montaj olduğundan bahsediyor; bu esnada S. M. Eisenstein’ın bir kuramını anımsatıyor: İki imaj yan yana geldiğinde, kendi varlıklarından nitelikçe bağımsız bir anlam ortaya çıkmasının kaçınılmazlığı. Tüm film bunun üzerine inşa edilmişken, Kaçık Porno’nun kurgu ile ilişkisinin yeni sinematik fikirlere yol açabilmesini umduğunu da ekliyor.

Cinéma vérité tarzında ve 35 mm filmle çekilen ilk bölümde, alelacele bir yürüyüşle okul müdürünün evine giden Emi’yi takip ediyoruz; o esnada yol boyunca karşımıza çıkan detaylarla, neredeyse bir karakter formuna bürünen Bükreş üzerine fikir ediniyoruz. Sokağa meraklı bir göz olarak nitelendirilebilecek kamera, odağını karakterden sıklıkla uzaklaştırıp şehrin yollarını, binalarını, insan ve araç trafiğini keşfetmeye koyuluyor. Kenar mahallelerden şehir merkezine yol alan Emi için çevresindeki akış olağan ilerlese de Bükreş’in sosyal, mimari ve görsel dokusunda göründüğünden daha fazla ve daha derin bir şeyler bulma niyetinde yönetmen. Çıkış noktasının, Walter Benjamin’in sokağı bir metafor olarak ele aldığı One Way Street olduğundan ve bu bölümü onun fikirlerine bir çeşit saygı duruşu olarak tasarladığından bahsediyor.

Romanya tarihi ve folkloruna bolca temas edilen, montaj sekanslardan oluşan orta bölüm ise bir çeşit “anekdotlar, işaretler ve harikaların kısa sözlüğü”. Antisemitizmden komünist dönem yolsuzluklarına, oral seksten sinema sanatına envai çeşit başlığa değinildiğini görmek mümkün. Arşiv görüntüleri ve sesleri yine orada, bir kez daha cazibesine karşı koyamamış anlaşılan. Yer verilen fikir, kavram ve görüntülerin birkaç yıllık bir araştırma sonucu bulunduğuna vakıf olmuşken; oldukça ilgi çekici olduğunu düşündüğüm bu kısımdan biraz bahsetmesini rica ediyorum.

Görsel-işitsel sözlük tasarlama nedeninin, “müstehcenlik üzerine bir deneme” olarak tasvir ettiği filmin ana temalarını, anlatı bağlamını ve konseptini oyunbaz bir şekilde tanımlamak olduğunu söylüyor Jude. Esin perisi, Gustave Flaubert’in Yerleşik Düşünceler Sözlüğü olmuş. Diğer iki kısımla ilişkisinin kimi anlarda daha az; ikiyüzlülük, beden, mahremiyet, haklar, politika, toplum, adalet vb. gibi başlıklara eğildiği anlarda ise daha belirgin hissedildiğini düşünüyor. Araştırmanın epey mesai istediğini reddetmese de süreçte sistematik ilerlemediğini; kimi zaman önüne çıkan bir yazı ve görselle de hareket edebildiğini anlatıyor.

Veli toplantısını gördüğümüz üçüncü kısım ise seks, eğitim ve hatta maskeler başta olmak üzere farklı konular hakkındaki ikiyüzlülükler hakkında, yoğun ve katmanlı bir sekans. Renkli kostümler ve ışık kullanımıyla biçimsel denemeler yapılırken; Emi’yi suçlayanların argümanlarının giderek daha da anlamsızlaştığı, absürtlük dozunun arşa ulaşıp âdeta ekrandan taştığı üç ayrı final bloğu da denilebilir. Yine onun deyimiyle “Commedia dell’Arte’ye yaklaşan”, abartılı gerçeklik örneği bu kısımdan biraz bahsetmesini istiyorum. Kamusal bir alan olan internette cinsel hayatı gözler önüne sermenin limitlerini sorgulayan, bu esnada giderek sansasyonel ve komik bir hâl alan bir tartışma betimlemeyi amaçlamış. Riyakârlık, güç ilişkileri, sınıfçılık, eğitim sistemi gibi başlıkların üzerine çizikler atarak ilerlemiş. Hoyratça yapılan mizahı ve ciddiyetsizliği çok sevdiğini, buradaki ilham kaynaklarının arasında “thrash” televizyon imgelerinin yer aldığını da gizlemiyor.

Jude’un edebiyat ve felsefeyle olan göbek bağı

Kaçık Porno’nun büyük infial yaratan porno film ile yaptığı açılışın hemen ardından, Mahabharata Destanı’nda geçen bir cümle beliriveriyor ekranda: “Kimse, dünyanın o derin, adına köhnelik ve ölüm denen dev timsahlarla dolu zaman okyanusunda battığının farkında değil.” Bir sahnede bir Isaac Babel öyküsüne dört dakika ayrıldığını veya Benjamin, Cioran gibi filozoflardan alıntılara yer verildiğini görüyoruz. Kısacası filmin edebiyat ile felsefe (ve elbette sinema) başta olmak üzere, birçok farklı disiplinle olan göbek bağını ayırt etmemek mümkün değil. Bu bağı yorumlamasını istediğimde “Peki bu alıntılar neden oradalar?” sorusuna da cevap alıyorum sanki.

Jude sevdiği alıntıları filmine yerleştirdiğinde, o alıntının sinemanın kendisine dönüştüğüne inanıyor ve kitaplığımda bulunsa da okuma fırsatı bulamadığım, Witold Gombrowicz’in Ferdydurke romanını bilip bilmediğimi soruyor. Kitabın bir noktasında yazar, anlatının kalanıyla alakası olmayan bir öyküyü ekleme nedenini, “Yapıtımın The Child Runs Deep in Filidor başlıklı bölümünde tek amacımın biraz kağıt karalamak, önümdeki yığınla beyaz kağıdın sayısını biraz azaltmak olmadığını düşünen biri yanılgıya düşecektir.” cümlesiyle açıklamış. Yönetmenin “arsızca” dediği bu tavır, kendi yaklaşımının bir teşbihi gibi anlaşılan.

Yazmak için bir spesifik bir neden gerektiği, boşluğu doldurma arzusunun geçerli bir bahane olamayacağı ve yazılan her şeye sanat eseri etiketi yapıştırılmasının mümkün olmadığına dair genelgeçer görüşün tam aksi yönünde konumlanıyor Jude. Hassasiyet ile mantık söz konusu olduğunda, yapılandırma biçiminin en “mantıklı” inşalardan aşağıda kalmadığını söyleyebilecek kadar da iddialı. “Ara sözlerin ve montaj sanatının ustaları” dediği isimlerin rol modelleri olduğunu söyleyerek, sonraki işlerinde de disiplinler arasındaki bu bağlarla karşılaşacağımızı bir nevi açık ediyor.

Pandemi şartlarındayken sanat kutsal mıdır?

Her ne kadar senaryoda yer almasa da çekimlere başlandığı vakit COVID-19 salgının hayatımıza girmesi, Jude’un filmi pandemi gerçekliğinde geçirmesine neden olmuştu. İçeriğinden bağımsız olarak da tam bu günlerin filmi yani Kaçık Porno, günümüze dair bir belge niteliğinde aynı zamanda. Salgın hakkında sonradan eklenen imge ve tartışmaların, son tahlilde filme taze bir perspektif kazandırdığını düşünüyorum şahsen. O da tam olarak istediğim cevabı veriyor: “Evet, filmlerin çekildiği zamanını belgelemesini seviyorum ve evet bir şekilde COVID zamanına dair mütevazı bir belge yarattım.”

Hemen sonra da bu süreci nasıl yönettiklerinden uzun uzun bahsediyor: “Mayıs 2020’nin sonunda Romanya’da tam kapanma sona erdi ve bizim de ekim ile kasım aylarında çekim yapmamız gerekiyordu. İkinci dalganın temmuzda başladığını gördüğümüzde, ben ve yapımcım Ada Solomon bir kararın eşiğindeydik: Ya plana sadık kalıp, krizin kötüleşmesi durumunda çekimi erteleme riskiyle karşılaşacaktık ya da elimizde olan fonla daha erken çekim yapacaktık. İkinci yolu seçtik ve filmi hazırlamaya başladık, bu da çocuklarıma bir saatlik bir tatil bile vadedememek demekti.

Sinema tarihinden Way Down East (1920), Aguirre the Wrath of God (1972), Apocalypse Now (1979) gibi oldukça zor şartlarda çekilen filmleri küçük yaşlarından beri takdir ettiğini ama onların aksine kendisinin birinin hayatını riske atmayı kesinlikle reddettiğini anlatıyor. “Dünyadaki hiçbir filmin, birinin soğukta durmasını bile hak ettiğini düşünmüyorum.” cümlesi, sanatın kutsallığına inanmadığının göstergesi denebilir. Ekibe sosyal mesafe ile maske kurallarına uyulacağını daha en başından taahhüt etmiş, bir çeşit ev sahibi olarak da set boyunca sorumluluğun bilincindeymiş. Bu yüzden oyunculuk performanslarının bile maske altından sergilendiğine şahit oluyoruz filmde.

Finalde ise konu dönüp dolaşıyor, pandemi şartları olsun olmasın, bağımsız sinemaya üretim yapmanın zorluklarına varıyor. Son filmi Altın Ayı kazanmış bir yönetmen olarak bile dert yandığı fon bulma sıkıntısının, Türkiye’de de çok benzer şekilde yaşandığını bildiğimizden, ona nasıl bir çıkış yolu bulunabileceğine dair görüşlerini soruyorum. Net bir cevabı olmasa da bakış açısını değiştirmenin çözüm olabileceğine inanıyor kendisi:

Geçen sene Andy Warhol’un sinemasına hayran kalmıştım. Bir uzun metrajı bir günde çekebilirdi ve bu filmlerden bazıları Vinyl gibi başyapıtlar. Yani… Belki de çok çok düşük bütçelerle film çekmeye daha açık olmalıyız.

Röportaj: Merdan Çaba Geçer