Amazon ormanlarında bir hayalet: Richard Mosse

Yazı: İlayda Güler

New York’ta yerleşik İrlandalı fotoğrafçı Richard Mosse ve ekibinin gündemini uzun zamandır, Amazon ormanlarındaki bozulmayla tetiklenen iklim değişikliğine bağlı ekolojik çöküşün ölçeği, aciliyeti ve bu kapsamda işlenen çevre suçları meşgul ediyor. Sanatçının, üretiminde bir dizi etkileyici fotoğraf tekniğine başvurduğu 74 dakikalık bir film, bir sergi ve Loose Joints etiketiyle yayımlanan bir kitap projesi olan Broken Spectre, topografik ve antroposentrik bakışlar arasında mekik dokuyan bir anlatısal strüktür inşa ederek, Amazon havzasındaki yıkım ve gölgesinde devam eden hayatta kalma mücadelesini belgeliyor.

2018 – 2022 aralığını kapsayan bir çalışmanın çıktısı olan Broken Spectre, Brezilya’da Jair Bolsonaro’nun cumhurbaşkanlığını kaybettiği 2 Ekim genel seçimlerinden az önce paylaşıldı. Bolsonaro idaresi, ülkenin çevre koruma kurumlarını yok ederek, Amazon havzasındaki ormansızlaşma ve ekolojik yıkımın katlanmasının önünü açmıştı. Seçimi solcu aday Lula değil de yeniden Bolsonaro kazansaydı, Amazon’un tamirine giden yol tamamen kapanmış olacaktı.

Güncel bilimsel araştırmalar, bölgenin kritik eşiğe oldukça yakın bir yerde olduğunu vurguluyor. Sınırın bir adım ötesinde bizi, yağmur üretemeyen bir Amazon senaryosu bekliyor. Bunun kitlesel orman ölümleri ile yüksek miktarda karbon salımını tetikleyeceği, hâliyle şimdiden; iklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik ve hem yerel hem de uluslararası halkların refahı bağlamında çok daha tehditkâr bir tablo çizdiği söyleniyor.

Broken Spectre kitabı

Vaziyeti etraflıca değerlendirebilmek için birkaç farklı ölçek üzerinde çalışılan Broken Spectre’ın içeriğini Amazon biyomundaki kompleks yapıyı bilimsel detaylarla aktaran mikroskobik görseller; yaşa dışı madencilik faaliyeti, ağaç tahribatı, endüstriyel tarım, yerel aktivizm gibi konulara ışık tutan sinematik, monokrom sahneler ve sahadaki sistematik organizasyona daha geniş bir perspektiften bakan multispektral görüntüler oluşturuyor.

Görünmeyeni ortaya koymak amacıyla seçilen metotlar arasında ultraviyole botanik çalışmalarını, sıcak ve nemli ortamlar veya yanan ormanlar tarafından formu, renkleri bozulan ısıya duyarlı analog filmleri ve özel yapım GIS (Coğrafi Bilgi Sistemi) görüntüleme teknolojisiyle üretilmiş hipnotik hava haritalarını kullanmak da var. 

Richard Mosse, felakete tanıklık ederken markaja, meselenin iki ucunda konumlanmış kimi insan öykülerini de alıyor: Bir tarafta yaşamak için direnen Yanomami ve Munduruku Yerli toplulukları, diğerinde altına ulaşmak üzere nehir sistemlerini yok etme pahasına zehirleyenler, uluslararası et ve deri pazarlarında sattıkları sığırlara otlak yaratmak uğruna bozulmamış arazileri yakan çobanlar ve dahası…

Quemada yangını
Yerin altı ve üstüne dair öyküler

Yangın, Amazon havzası için artık kaçınılmaz bir gerçek. Yoksul işçilerle güçlerini birleştiren çeşitli çevre suçluları, organize çeteler kurarak, aylarca hazırlık yapıyorlar önce. Değerli keresteler çıkarılıyor, kalan ağaçlar ise daha iyi yanabilsin diye kesilip yığınlar oluşturacak biçimde bir araya getiriliyor. Geriye kalan tek ihtiyaç, sıcak ve kuru bir gün yakalamak. Kereste yığınlarını ateşe vermek için gerekli olan iki şey var: Az miktarda benzin ve bir çakmak. Ancak yangın büyük bir süratle yayıldığı için yakıcı da tehlike altında; bu yüzden hızlı hareket etmesi şart. Tüm bu hikâyenin sonunda, geniş alanlar kül oluyor. 

Amazon bölgesinde, ormandan ayrılmış tarım arazilerini temizlemek için kasten çıkarılan Quemada yangınları da oldukça yaygın. Bunlar elektrik hatlarını etkilediğinde çoğunlukla, telefon ve fiber optik kablolarının değiştirilmesi gerekiyor; hatta bazen kasabalar aylarca internetsiz kalıyor. 

Pantanal’deki yeraltı yangınını gösteren bir harita

Hâlâ bitmedi. İnsanın dolaylı yoldan sebep olduğu yangınlar da var. Örnekse 2020’de, uzayan kurak mevsim nedeniyle toprak öyle kurumuş ki yer yüzeyinin altı tutuşmaya başlamış. Bitkilerin kuruyan kök sistemleri kendilerini yakmışlar. Bu tip yangınlarla mücadele etmek oldukça zor. En etkili yol, yangın alanının etrafına sığ kanallar kazmak; böylece daha fazla yayılmıyorlar. Gözle görülmüyor ancak multispektral teknolojiyle tespit edilebiliyorlar. Harita, Pantanal’daki bir yeraltı yangınını işaret ediyor. Sağ altta, çoktan yanmış bir araziye Igarapé Deresi’nden aldığı suyu pompalayan bir grup itfaiyeciyi de görmek mümkün. 

Yaralı bir jaguar

Yerin yüzüne basan yaban hayvanları da yangınlardan nasibini alıyor. Extinction Institute adlı özel bir klinikte, yanmış pençeleri tedavi edilen bu jaguarla tanışın. Herkes onun kadar şanslı değil ne yazık ki. Kasten çıkarılan ve hızla yayılan Quemada yangınlarından kurtulmak çok daha zor. Bu ateş yalnızca bitkileri değil, Amazon biyomunun parçası olan pek çok farklı türde hayvanı da yok ediyor. 

Kleiton

Peki buna sebep olanlar ne yapıyor? Yukarıdaki kareyi çeken fotoğrafçıya birincil orman arazisinin bir kısmını kendisinin “temizlediğini” söyleyen Kleiton adındaki bu çiftlik sahibi, yanmış bir ağacın önünde pişkince poz vermekten de çekinmemiş. Ormansızlaşma düzeylerini analiz etmek için helikopter ve uydu verileriyle çalışan çevre koruma kuruluşu IBAMA’nın “Arazi kime ait?” sorusuna verdiği yanıt ise “Bilmiyorum.” olmuş. Brezilya’da mülkün ölçeğine göre çok fazla orman yakan arazi sahiplerine mali cezalar veriliyor aslında ancak Bolsonaro hükümeti bunları pek uygulamamış, üstüne üstlük IBAMA’ya kaynak sağlamayı da durdurmuştu.

Kesilen Brezilya cevizi ağaçları

Kuruluşun odağındaki ormansızlaştırmaya sebep olan bir başka senaryoda, aslında ülkede kesimi yasak olan Brezilya cevizi ağaçları, birincil ormanlardan ayrıştırılan planlı meralarda yoluna çit direği olarak devam etmek üzere kalaslar hâlinde kesiliyor. Jacareacanga bölgesine ait olan yukarıdaki görüntüde kömürleşmiş toprağa yayılan sarı ve turuncu lekeler, yeniden büyüyen yabani otları temsil ediyor; ormansızlaşmanın palimpsesti âdeta. 

Evcilleştirilmiş palmiyeler

Öte yandan, yapılan son araştırmalar Amazon yağmur ormanlarının tarihten bu yana el değmemiş alanlar olduğu fikrini geçersiz kılıyor. Aksine, insanın tarih öncesi çağlardan beri yağmur ormanlarında ekip biçtiğini, palmiye ağaçları gibi bazı bitkileri evcilleştirdiğini ortaya koyuyor. Bu eski, biyolojik çeşitlilik içeren “vahşi doğada bahçecilik” yöntemi, modern tarım ticaretinin monokültürüyle taban tabana zıt tabii. Şimdilerde yaygın olan metot, hurma yağı gibi ticari kazanç odaklı ürünler elde etmek için Yerli topraklarından çalınan, üstelik sınırlarını deldiği yağmur ormanlarındaki biyolojik çeşitliliği de tehdit eden palmiye tarlaları kurmak.

Samuel Barajı

Bölgedeki ormansızlaştırma çalışmalarına bir başka örnek, 1996’da Porto Velho şehri yakınlarındaki Jamari Nehri üzerine kurulan Samuel Barajı. Brezilya’daki verimi en düşük barajlardan biri olmasının yanı sıra eşdeğer büyüklükteki bir petrol santralinden daha çok karbon salan bu yapının inşasından önce, üzerinde bulunduğu birincil orman arazisinde yer açmak için tropik sert ağaçların ihracatını yasaklayan kanunlara bir istisna getirilmiş. Brezilya’daki elektriğin yüzde 70’i, Amazon havzasındaki nehir sistemleri boyunca uzanmış yüzlerce barajdan oluşan bir ağ tarafından üretilen hidroelektrikten sağlanıyor. Sürdürülebilir bir enerji kaynağı olarak kabul edilen hidroelektriğin bu coğrafyadaki rolü pek de göründüğü gibi değil. Amazon’da hidroelektrik üretmek; ormanları, su çeşitliliğini yok etmek ve Yerli toplulukları yerinden etmek anlamına geliyor.

Pará’da altın madencileri

Gelelim yasa dışı madenciliğe. Brezilya’da hidrolik yöntemlerle uygulanan bu faaliyet, yüksek güçlü su hortumlarıyla patlatılan alüvyonları dizel jeneratörlerle çalışan pompalar aracılığıyla emerek gerçekleştiriliyor. “Garimpeiros” adıyla anılan altın madencilerinin, sıcaklığı 40 santigrat derece ve üstünü bulan madenlerde, dizel jeneratörlerden yayılan sesin sağır edici yankısı eşliğinde ve kayalıkların altında kalma tehlikesiyle yüz yüze yaptığı bu zorlu iş, nehir sistemine de civa saçıyor. Ormanlardan yasa dışı olarak çıkarılan altın, Avrupa ve Kuzey Amerika ticaret ağlarını besliyor.

Pandeminin ilk aylarında çıkan “COVID oraya bile ulaştı” haberlerinden hatırlayabileceğiniz Yanomami kabilesi, eski başkan Bolsonaro’nun teşvikiyle 20 binin üzerinde yasa dışı madenci tarafından işgal edilmişti. Köylere silahlı baskınlar düzenlemek, kadınları kaçırmak, çevreyi fütursuzca kirletmek ve illegal ulaşım yolları inşa etmekle kalmayan bu çetelerin sağlık çalışanlarını bölgeden kovması, çoğu çocuk yüzlerce Yerlinin ölümüne sebep oldu. Soykırım olarak andığı bu krizi çözmek üzere kolları sıvayan yeni başkan Lula, madencileri Yanomami bölgesinden çıkarma sözü verdi. Rezervleri koruma altına aldı; görevi sürecince Yerli topraklarının tamamını yasallaştıracağını ilan etti.

Txai Suruí. Fotoğraf: Bitate Juma
Çatının altındakiler

Amazon binlerce yıldır; bedenlerini temizleyen nehirlere, onları besleyen ağaçlara saygıyla yaşayan; rüzgârın sesini dinleyen, hayvanlarla arkadaş olan Yerlilerin evi. Gamebey adlı kabilenin büyük şefi Almir Suruí ve aktivist Neidinha Bandeira’nın çocuğu olarak dünyaya gelen 26 yaşındaki insan hakları savunucusu Txai Suruí’yi 2021’de düzenlenen COP26’nın açılış seremonisinde yaptığı etkili konuşmadan tanıyor olabilirsiniz. 

Suruí, Juventude Indígena de Rondônia (Rondônia Yerli Gençlik) hareketi ve Amazon’daki Yerli halkların hakları için 1992’den bu yana mücadele eden Kanindé’nin bir parçası. Aynı zamanda, Brezilya’da bulunan Uru-eu-wau-wau topraklarındaki 40 yıllık denetimsiz ormansızlaştırmanın hikâyesini Yerlilerin gündelik yaşamı üzerinden anlatan Alex Pritz imzalı National Geographic yapımı The Territory belgeselinin idari yapımcılarından biri; meraklıları filme Disney+ üzerinden erişebilir.

Dünya nüfusunun yüzde 5’ini oluşturan Yerli halkların gezegendeki biyolojik çeşitliliğin yüzde 80’ini koruduğunu söylüyor Txai Suruí. Marjinalize edilen bu toplulukların büyük bir ikiyüzlülüğe bulaşarak “gelişme” diye etiketlenen yıkım süreci ile sonumuz arasındaki engel olduğuna, onların gösterdiği direnişin hepimizi kurtuluşa ulaştıracağına inanıyor; ekolojik krizin en çok kadınları, çocukları, yoksul ülkeleri ve Yerlileri etkilediğine dikkat çekiyor. 

Bir Amazon Yerlisi

Txai Suruí, deneyimlerini şöyle aktarıyor: “Kolonileşmeden bu yana bedenlerimizi ve doğamızı sömürüyorlar, kadınlarımızı istismar ediyorlar, maneviyatımıza saygısızlık ediyorlar, bizi ve geleceğimizi öldürüyorlar. Kerestemizi ve altınımızı satıyorlar ama bu sadece toplumsal eşitsizliği artırıyor. Topraklarımıza yasa dışı sığır ve soya getiriyorlar ama insanların aç kaldığını görmeye devam ediyoruz. Daha iyi üretim için tarım ilacı kullanıyorlar ama suyumuz zehirleniyor. Kendilerine işçi diyorlar ama toprağımızı çalıyorlar. ‘İyi insanlar’ gibi davranıyorlar ama bizi öldürüyorlar.”

Yanomami şamanı Davi Kopenawa’ya göre zemini kökünden söken makine uğultusu, ormanın sessizliğini çalıyor. Durmaksızın kapıya dayananlarda başı, işsiz işçiler ve topraksız kırsal nüfus çekiyor. Bu insanları illegal eylemlere sevk eden temel sebep, yanlış devlet politikalarının yol açtığı gelir eşitsizliği aslında; ne yazık ki çevre korumaya dair bir hassasiyet geliştirmekten daha öncelikli bir gereksinimleri var: Hayatta kalabilmek.

Manzara gayet açık. Broken Spectre’da Richard Mosse, sadece sihirli yanına odaklanıp doğayı basit bir nesnelliğe indirgeyen temsillerin aksine; kamerasını yıkımın göbeğinde bir hayalet gibi dolaştırarak izleyenleri, The Territory’nin arşiv araştırmacısı Gabriel Bogossian’ın deyimiyle “kapitalizmin eteklerinde bir yolculuğa” çıkarıyor. Farklı ölçeklerde yapılan türlü çekimler, Amazon’daki mevcut tabloya dair her şeyi her yönden görme, hiç kimseyi kaçırmama arzusunun birer yansıması. Bölgede yaşayan herkes, bu anlatının bir parçası.

Jacareacanga’nın batısındaki ormansızlaştırma
Küresel ısınmanın izi

Amazon; tıpkı kutuplar, Himalayalar ve Sahra gibi gezegendeki siyasi sınırları aşan, insanın ötesindeki nadir doğal bölgelerden biri. 10 bin yaşında olduğuna inanılan yağmur ormanlarıyla bugüne dek keşfedilen tüm bitki ve hayvan türlerinin onda birine ev sahipliği yapıyor; aynı zamanda dünyanın en büyük karasal karbon yutağı. Ancak son 30 yıla dair veriler incelendiğinde ortaya, yağmur ormanlarının yüzde 75’inin bozulduğu çıkıyor. Geçmişi 500 yıl önceye dayanan kolonizasyon serüveninin son aşaması, 70’lerin başında o dönem Brezilya’daki askeri diktatörlüğün bir yol ağı oluşturmak üzere Amazon’u yırtma kararı almasıyla başlıyor. 

Yaban hayatını doğudan batıya 4000 km boyunca kesen Trans-Amazon Otoyolu, işte böyle doğuyor. İnşaat tamamlandığında beklenen oluyor: Milyonlarca insan yeni yerleşimine koşuyor. Derken Çin, yeni bir ekonomik güç olarak yükseliyor; tahıl talebinin bir kısmını karşılayacak soya fasulyesini üretmek için elbette Amazon havzası etrafındaki geniş arazilere göz koyuyor. Son darbeyi ise 2018’de göreve geldiği gibi yaptığı ilk icraatlardan biri çevre ve Yerli haklarını koruyan kurumları tasfiye etmek olan Bolsonaro vuruyor. Üstüne üstlük, aldığı tepkileri “Marksist yalanlar ve abartılar” olarak yorumluyor. Bölge için çalışan çevre aktivistlerinin can güvenliği tehlikede; uzun yıllardır öldürülüyorlar.

Timothy Morton – Hipernesneler – Dünyanın Sonundan Sonra Felsefe ve Ekoloji

Brezilya Ulusal Uzay Araştırmaları Enstitüsü’nün (INPE) verilerine göre küresel yatırımların teşvikiyle Amazon ormanlarında her dakika, bir futbol sahasından daha büyük bir alan yakılıyor veya yok ediliyor. Denklem oldukça basit: Daha az ağaç daha fazla karbon demek. Daha fazla karbon ise daha yüksek sıcaklık. Nesne yönelimli felsefe ile ekoloji kesişiminde çalışan İngiliz profesör Timothy Morton, Bilge Demirtaş çevirisiyle Tellekt’ten yayımlanan Hipernesneler – Dünyanın Sonundan Sonra Felsefe ve Ekoloji adlı kitabında merkeze aldığı “hipernesne”yi “insanlara göre zaman ve mekânda çok büyük miktarlarda dağılmış nesneler” sözleriyle tarif ediyor. 

Morton, adını Björk’ün 1995 çıkışlı Post albümündeki “Hyper-ballad” parçasından ilhamla alan kavrama verilebilecek en çarpıcı örneklerden birinin küresel ısınma olduğu görüşünde. Richard Mosse ise türlü deneyler yaparak hazırladığı Broken Spectre’da bir hipernesne olarak küresel ısınmayı görünür kılıyor. Amazon havzasındaki ekolojik yıkımı, ileri fotoğraf teknikleriyle işlenmiş psikedelik görüntülerle temsil ediyor. Bunu yaparken ışığı zamansalıkla ilişkilendirmiş. “Sonuçta, ışık bir dalga boyudur ve zamanla ölçülür.” diyor. Yaklaşımının görme ölçeklerini bir araya getirmek ve yerlerinden kaydırmak olduğunu söylüyor.

Ben Frost – Broken Spectre albüm kapağı
Başarısızlığın belgesi

Broken Spectre filminin işitsel eşlikçileri Avustralyalı müzisyen Ben Frost‘un elinden çıkmış. Proje için 2019’dan itibaren üç yıl boyunca Richard Mosse ve görüntü yönetmeni Trevor Tweeten ile birlikte yaptığı Amazon ziyaretleri esnasında Brezilya’nın Rondônia, Amazonas ve Pará eyaletleri boyunca uzanan Trans-Amazon Otoyolu (BR-230) ile Mato Grosso’daki Soya Fasulyesi Otoyolu’nun (BR-163) çevresi, Yanomami ve Munduruku bölgeleri, başkent Brasilia, Ekvador’daki Llanganates-Sangay Ekolojik Koridoru ve Amazon havzasının başkaca ücra köşelerinden çeşitli sesler toplamış Ben Frost.

Amazon’u tüm parçalarıyla ele alma iddiası yalnızca görsel düzlemde sınırlı kalmamış anlayacağınız. Yağmur ormanlarındaki hayvan biyokütlesinin  yüzde 90’ından fazlasının, insan işitme aralığının ötesindeki dalga boylarında iletişim kurduğunu biliyor muydunuz? Tam burada, duyulmayanı duyulur kılmak noktasında devreye giren Frost, insan kulağı tarafından algılanamayan ultra yüksek frekansları yakalamak için geliştirilmiş bir sistem kullanarak kaydettiği sesleri birkaç oktav aşağıya indirerek yarasaların, kuşların ve böceklerin sonik dünyasını da belgelemiş. Yerli ilahileri, konuşmalar ve film tarihine yapılmış çeşitli göndermeler de müziklerin birer parçası olarak dinlenmeye hazır.

Dionaea Muscipula ve Mantodea (Sinekkapan ve Peygamberdevesi)

Ben Frost’un ortaya çıkan sonuca dair oldukça çarpıcı bir yorumu var: “Bu albüm nihayetinde bir başarısızlığın belgesidir.” diyor. Demokrasilerin, siyasi iradenin, hayal gücünün başarısızlığı… Koleksiyona dair kendi yazdığı metinde, bu hikâyenin uzak bir coğrafyada yaşanan bir talihsizlik olarak kabul edilemeyeceğine, benzerlerinin hepimiz için sandığımızdan daha yakın olduğuna dikkat çekiyor: “Bunu her nerede okuyorsanız, yakın bir zaman önce üzerinizde uzanan uçsuz bucaksız bir ormanın ve göz alabildiğine geniş ekosistemlerin silinip betonların altına gömüldüğüne emin olabilirsiniz.”

Betonların altına gömülen 50 bin can, binaların geride bıraktığı zehirli yıkıntı atıklarının altına gömülen zeytinlikler ve su havzaları, afetin şiddetini katlayan bir sel vakası, yangını bir türlü söndürülemeyen ormanlar… Başka bir yarım kürede, sadece geçtiğimiz birkaç senede bile başımızdan geçenlere bakınca, ihmal politikalarının yarattığı tahribatın ölçeğini görmemek mümkün değil. Kendi habitatımızı koruyacak seçimlerle işe başlamak, gündelik akışa kaptırıp geçiştirdiğimiz sorumsuzluklarımızı keşfedip değiştirmek ve gezegenimizin yaşamını sürdürmek için gösterilen direnişleri desteklemek, yalnızca küçük bir parçası olduğumuz doğa üzerinde hakimiyet kurma şuursuzluğuna teslim olmuş kibirli kalabalıklara hep birlikte itiraz etmek için hâlâ zamanımız var. Çok iyi bildiğimiz ama bazen unuttuğumuz ya da unutmayı tercih ettiğimiz bir gerçek: Bugünkü sesimiz ya da sessizliğimizle yarınımızı biçimlendiren biziz.