SALT’ın “Ev” temalı Perşembe Sineması’nda nisan filmleri

SALT’ın, beyaz perdenin nitelikli örneklerini, her yıl seçilen bir tema üzerinden her perşembe günü izleyici ile buluşturduğu Perşembe Sineması’nın bu yılki teması: “Ev”. SALT Galata’daki Oditoryum’da 6 Nisan – 8 Haziran tarihleri arasında gerçekleştirilecek ilkbahar gösterimlerinde seyirci karşısına çıkacak filmler de belli oldu.

Kentleşmeyle birlikte gelen bireysel ve toplumsal yaptırımlara, devasa organizasyonların yapılı çevrede ve kültürde bıraktığı tahribatlara odaklanan önceki yıllara ait temaların izinden giderken, bu yıl aidiyet, yuva, vatan gibi kavramlar etrafında şekillenen “Ev” temasını takip eden Perşembe Sineması, evin temsil ettiklerine çeşitli açılardan bakan bol ödüllü filmlerden oluşan bir program sunuyor.

İlkbahar ve sonbahar dönemlerinde, dünyanın dört bir yanından kurmaca, belgesel ve animasyon türlerinde 20 uzun metrajlı filmin yer aldığı Perşembe Sineması programında nisan ayında gösterilecek filmler şöyle:

THE WOLFPACK (2015)
6 Nisan Perşembe 19.00

Nedir: Dünya prömiyerini gerçekleştirdiği Sundance Film Festivali’nde büyük ilgi gören, daha sonra tüm dünyada 2015’in belgesel hit’ine dönüşen The Wolfpack, kadın yönetmen Crystal Moselle’in imzasını taşıyan bir ilk film.

Neden İzlenmeli: Doğdukları günden beri Manhattan’daki apartman dairelerinden, babalarının yasağı nedeniyle yalnızca birkaç kez çıkmış olan ve hayatı izledikleri filmler kadarıyla bilen Angulo ailesinin altı erkek ve bir kız kardeşinin tüyler ürperten hikâyesine odaklanan filmin, şaşırtıcı, etkileyici ve sarsıcı hikayesine ortak olmak için.

“Ev” İlişkisi: Program içerisinde ev temasının kendini belki de en fazla hissettirdiği The Wolfpack, içine doğulan, içinde yaşanan ve içinden çıkılamayan evlerin ağırlığını, insan psikolojisi üzerindeki yansımalarını, alternatif bir klostrofobik gerçeklikle yansıtıyor.

THE LADY IN THE VAN (2015)
13 Nisan Perşembe 19.00

Nedir: Senarist Alan Bennett’ın başından geçmiş gerçek bir hikayeden yola çıkarak kaleme aldığı ve yönetmenliğini Nicholas Hytner’ın üstlendiği The Lady in the Van, sıradışı bir dostluk hikayesi anlatıyor.

Neden İzlenmeli: Karşılaştığı evsiz bir kadını, evinin ön tarafındaki park halindeki Bedford marka bir minibüsün içine yerleştiren Alan ile bu minibüste 15 yıl boyunca kalan ve aslında eski bir piyanist olan kadının sürprizlerle ilerleyen hikayesinde, İngiliz sinemasının usta isimlerinden Maggie Smith ile Jim Broadbent’in enfes performanslarını da ıskalamamak için.

“Ev” İlişkisi: Ev kavramını yalnızca ‘içinde oturulan dört duvar’ olarak görmeyen bakış açısıyla etkili bir seyirlik sunan film, evin geldiğin ya da gittiğin bir yer değil, senin olduğun yer olduğunu vurguluyor.

https://www.youtube.com/watch?v=sC9Zm1UJ7zs

A SINGLE MAN (2009)
20 Nisan Perşembe 19.00

Nedir: Modacı Tom Ford’un yeteneğinin yalnızca moda ile sınırlı olmadığını ilan ettiği modern bir başyapıt olan A Single Man, aşık olduğu adamın kaybıdını tüm benliği ile yaşayan orta yaşlı bir edebiyat profesörünün intihara hazırlandığı tek bir gününü konu alıyor.

Neden İzlenmeli: Colin Firth’ün insanın içini ezen performansının yanı sıra Julianne Moore ve Nicholas Hoult’un da etkili oyunları, harika müzikleri ve büyüleyici görüntü yönetimi için.

“Ev” İlişkisi: Bir gönül ilişkisinin yarattığı aidiyet hissini, ev ve ortak anılar üzerinden betimleyen bu sarsıcı filmin, yuva içinde kurulan sistemli tekrarlar ve eşyalara yüklenen anlamlarla da ilgili söyleyecekleri var.

BARBICANIA (2014)
27 Nisan Perşembe 19.00

Nedir: Londra’daki Barbican Centre’da konumlanmış Barbican Estate’in bir aylık güncesini tutan bu etkileyici belgeselin yönetmen koltuğunda Ila Beka ve Louise Lemoine oturuyor.

Neden İzlenmeli: Brütalist mimarinin en önemli örneklerinden olan ve çeşitli kültür kurumları ile yaşam alanlarından oluşan Barbican Estate’i eşsiz kılan kişilikler, hayat tarzları ve mimari manzaralara odaklanan ve mekanın gündelik atmosferine ayna tutan filmin baş döndürücü atmosferine kapılmak için.

“Ev” İlişkisi: Merkeze aldığı mekanı, tek bir kişi ya da kişilerin evi olarak konumlandırmasa da, içinde olağan bir yaşam sürdürülmeyen mekanların da hissettirebildiği yuva atmosferine Barbicania ile tanıklık etmemek elde değil.