Sanat sahasındaki gri alanları tartışmak mecburiyetindeyiz

Küresel salgının farklı özneler üzerindeki etkilerini araştıran çalışmalar, dayanışma pratiklerinin sürdürülebilirliğine ve kurumlardan acilen beklenen çözüm odaklı çalışmalara fikir vermesi bakımından kıymetli. Eda Yiğit’in Prekaryanın Görünmeyen Özneleri: Pandemi Döneminde Sanatçılar isimli çalışması da kütüphanemize giren bu motivasyonla hazırlanmış en yeni kaynak. Küresel salgının birinci dalgası olarak yaşadığımız süreçte prekarya nitelikleri taşıyan, yani düzenli olarak düzensiz ve güvencesiz koşullarda çalışan sanatçıların üretim ve yaşamlarındaki değişimi ve yoksunlaşma süreçlerine biraz daha yakından bakma amacını taşıyor. Kendisi de prekarya kategorisine dahil bir araştırmacı olan Eda Yiğit, bu çalışmayı herhangi bir kurumsal destek ya da fon almadan kolektif emekle gerçekleştirdi, ücretsiz dağıtıyor ve dijital olarak herkesle paylaşıyor. Buradan indirebiliyorsunuz.

Eda Yiğit’in raporu, geçtiğimiz yaz sonu, çoğunluğu güncel sanat alanında üretim yapan 150 sanatçıyla yaptığı ankete dayanıyor ve 2 bölümden oluşuyor. İlk bölümde ayrıntılı araştırma raporu, ikinci bölümde de aynı dönemde ortaya çıkan kolektif sanat üretimlerini ve dayanışma pratiklerini konu alan kapsamlı bir makale var. Eda Yiğit’ten hem hikâyesini hem de kitabında altını çizdiğimiz yerleri biraz açmasını istedik.

Öncelikle kendi hikâyen bağlamında bu çalışmaya koyulma motivasyonlarını biraz açabilir misin?

Pandemi döneminde sanat alanında hatırı sayılır ölçüde kolektif çalışmanın, sanatsal üretim odaklı projenin içinde yer alma şansım oldu. Akademik bir motivasyondan öte sanat alanında prekarite konusuna eğilimim çalışma ve gündelik hayatın getirdiği aciliyetler üzerinden gerçekleşti. Çevrimiçi ortamlarda bir araya geldiğimiz çok sayıda sanatçının güvencesizlik üzerine ortaklaşma zeminini yaratabilmek için dertlerini tarif etmeye çabaladığını gördüm. Bu durumun pandemide ortaya çıkan, salgına özgü bir durum olmadığını biliyorduk ama güvencesizliğin boyutlarını, bu kavramdan aynı şeyi anlayıp anlamadığımızı, kaygı düzeylerimizi ve yokluk/yoksunluk temelli farklılıklarımızı kavramak konusunda beliren bir ihtiyacın beni bu araştırmayı kurgulamaya yönelttiği söylenebilir.

Araştırma için yola çıktığında kafanda canlanan çalışmayla şu an elinde tuttuğun rapor ne açılardan benzeşiyor ya da benzeşmiyor?

Açıkçası bir sonuç ürün hayali yoktu. Bu çalışmanın bir kitaba dönüşeceğini bilmiyordum. Çünkü bu denklemin içinde farklı uzmanlık alanlarından gönüllü bir ekipten destek istemem gerekirdi ve artık gönüllü emek talep ederken kırk bin kez düşünüyorum. Birbirimizin emeğini de hor görmemek ve gerçekçi isteklerde bulunmak adına… Emek verdiğimiz işlerin sonucunda emeğimiz heba oldu demek değil de emeğimize değdi, iyi bir şey yaptık demek çok önemli.

İlk hayal ettiğim çıktı, 39 soruluk, 150 sanatçının yanıtladığı anketin sonuçlarından oluşan tasarımsız, istatistiksel grafiklerden oluşan, görsel olarak sıkıcı bir metindi. Sonra işler büyüdü. Araştırmacı arkadaşım Aslı Sarıoğlu anket sonuçlarını daha detaylı inceleyebilmem için SPSS programını öğretti. Şener Soysal, Baht Studio ekibiyle beraber tasarım ve veri görselleştirmeye talip oldu ve çok içimize sinen bir iş çıkardı. Bu ilk bölümdeki araştırma raporu kısmı. Bir de ikinci bölüm var. Bir süre önce Birikim dergisinde yayınlanan, “Pandemi Sürecinde Sanat Alanındaki Dayanışma Pratikleri ve Örgütlenme Üzerine Bazı Saptamalar” isimli metnimi kitapta görmek isteyenler olunca içeriğe ekledik. Orhan Cem Çetin ise kapak ve bölüm arası fotoğraflarını buzluktan çıkarınca (sanatçıların kırılganlıklarını anlatmak üzere buz kütleleri içinde sahneler yarattı) bu kadar emek işin başında aklımıza gelmeyecek bir ürüne dönüşmüş oldu.

“Bana kalırsa sanat sahasındaki gri alanları özellikle güvencesizlik bağlamında kategorileştirmek, tanımlamak ve mücadele yollarını araştırmak için tartışmak mecburiyetindeyiz.”

Çalışma, % 95’i Türkiye’de yaşayan 150 sanatçının katıldığı bir anketin verilerine dayanıyor. Anketi hedeflediğin kitleyle buluşturmak konusunda nasıl bir süreç işlettin? Bu anlamda zorluklarla karşılaştın mı?

Açıkçası erişebileceğim tüm kanalları kullanmaya çalıştım. Bir yandan sanatçı inisiyatifleri içinde yaygınlaştırırken diğer yanda güncel sanat alanında takip edilen mecralarda duyurular yapıldı. Kendi ağı geniş olan sanatçılardan, hedef kitleye uygun, önerebilecekleri sanatçılarla paylaşmalarını istedim. Sanat alanında prekarya konusu benim akademik çalışmalarım içinde bir konu değil. Çalışma hayatım içinde gözlemlediğim ihtiyaçları, pandemi sürecinde yaşanan aciliyetleri görünce kendimi mecbur hissettim. Bir sanatçı veri tabanı tutan, sanatçıları temsil kapasitesi yüksek olan bir örgütlenme, birlik vb. olsaydı bu tür bir yapı üzerinden ilerlemek daha yüksek sayıda sanatçıya erişimi sağlayabilirdi. Kurumların bu tür bağımsız çalışmaları paydaşlık ilişkisi geliştirmeden destekleme eğilimleri de pek bulunmuyor. Medya dışında bu tür araştırmaları yaygınlaştıracak kanalınız kalmıyor. Sanat eğitimi veren kurumların mezunları üzerinden örneklem sayısını artırmak seçilmiş eğitim kurumlarında yoğunlaşma riski taşıyabilir. Bunun dışında sanatçı olmanın koşulunu sanat eğitimi almakla tanımlamak da sorunlu.  Bağımsız bir araştırmacı olarak, araştırma yöntemi, katılımcılara erişim, duyuru araçları, örneklem seçimi vb. konularda aldığım kararların sanat alanının doğasından kaynaklanan bazı muğlaklıklar taşıdığı bir gerçek. Farklı şekillerde kurgulanacak araştırma evrenlerinden doğacak bilgi üretimi bu konuda kavrayışımızı güçlendirebilir. Bana kalırsa sanat sahasındaki gri alanları özellikle güvencesizlik bağlamında kategorileştirmek, tanımlamak ve mücadele yollarını araştırmak için tartışmak mecburiyetindeyiz. Pandeminin getirdikleri ile beraber bazı sorulara verdiğimiz yanıtları da güncellemek gerek. Sanatçı kimdir? Prekarya kime denir? Sanat alanında prekaryalaşma süreçleri nasıl gerçekleşiyor? Geleneksel ve dağıtık örgütlenme modellerini, külfetlerini ve kazanımlarını analiz etmek, farklı aktör ve kurumlarla güç birleştirmek nasıl mümkün olabilir? Başka zorluklar da oldu ama onları anlatmayı yüz yüze tartışmalara saklayayım.

Sanatçılardan alınan yanıtlar; kurumsal yapılardan beklentiler, sanatçıların üretimlerini sürdürülebilir kılma arzusu, sürdürülebilir bir sosyal güvence sistemi, sansürsüz ve özgür yaratım süreçlerinin sağlanmasının aciliyeti, sanatçılar arası şeffaflık ilkesinin benimsenmesi gibi pek çok önemli konuya açılıyor. Dayanışmanın yaşamsal öneminin ve pandemiden bireysel etkilenme ve kolektif etkilenme süreçlerinin iç içe geçtiğinin net olarak anlaşılması da çarpıcı. Senin için bu çalışmanın gündemleştirdiği can alıcı meseleler ya da bulgular neler?

Benim için ilginç olan araştırmanın sonuçları değil. Anket linkini paylaşmaya başladığımda sanatçılardan gelen tepkiyle bir şaşkınlık yaşadım. Biz baya prekaryaymışız diyenler, soruları gördüklerinde şok geçirdiğini söyleyenler oldu. İçinde bulundukları gündelik hayatın, yaşamsal mecburiyetlerin güvencesizliğe dair boyutlarının farkında olmadıklarını onlardan duymak ilginçti. Bazen cevaplardan bağımsız olarak, sadece soru sormanın da bir kıymeti oluyor. Prekariteyi farklı çalışma alanlarında konuşurken sanat alanındaki karşılıklarına ve sanatçılar için anlamına bakmayı, gündemde tutmayı da değerli görüyorum.  

Araştırmanın özet sonucu ise katılımcıların %43’ünün 2000 TL ve altı gelir grubunda olduğu yani açlık sınırı altında yaşadığı, %31’inin sosyal güvencesi bulunmadığı, %58’inin herhangi bir mülkü olmadığı, %64’ünün ekonomik destek (ebeveyn, büyük ebeveyn, partner, diğer akraba, fon, burs, SGK) almak zorunda kaldığı, %80’inin başka işte çalışmak mecburiyeti taşıdığı, %13’ünün haftada 45 saatten fazla çalışmak zorunda olduğu, %36’sının atölyesinin olmadığı, %83’ünün bir galeri / kumpanya / müzik şirketi ya da bir yayınevi tarafından temsil edilmediğidir diyebilirim.

Salgının var olan sorunları daha da görünür kılmasıyla yaşanan süreçlerin toplumun kendi özgür dillerini kurmasına katkı sağlaması tabii ki istenen bir şey. Bu bağlamda “gelecek” üzerine düşündüğünde senin nasıl hayal ve isteklerin var?

Hayal kurmaya yeltendiğinizde yerden fazlaca yükselemeden sizi ayak bileklerinizden aşağı çeken ağır bir hava oluyor ama yine de deneyeyim. Atıl bir kentin içinde yaşadığımızı düşünüyorum. Atıllık, alanları ve hayalet mekânları imleyen bir kavram. Ben bu kavramın çeperini genişletmekten yanayım.

Üstü örtülmüş, saklanmış, girişi kapatılmış arkeolojik alanlar, çitlenmiş geçit vermeyen kamusal alanlar, terk edilmiş inşaatlar, kullanılmayan konutlar, miras kavgası konusu mülkler, apartmanların ıssız bırakılmış arka bahçeleri… Toplulukların kolektif kullanımına açılacak o kadar çok mekân, yaklaşım ve yönetişim konusu var ki!

Bu kente baktığım zaman yaşamsal ihtiyaç olan her ne varsa gani gani mevcut ama akıllıca görülmeyi, vizyon sahibi olup sorun çözmeyi maksat edinmiş niyetlere muhtaç. Sanatçıların kira ödemeden birlikte çalışıp üreteceği mekânlara ihtiyacı var. Bürokratik engellere takılmadan disiplinlerarası karşılaşmalar yaşayabilecekleri, deneyimlerin tasarlanabileceği kamusal alanlara ve yeni karşılaşmalara ihtiyaç var. Bazen bir tabldot yemeğe, bazen bir bardak kahveye para ödemeden zevkle kitabımızı okuyacağımız, ormanında yürüyeceğimiz, denizine girebileceğimiz bir kenti müşterekleştirecek hayali gerçekleştirmek bir gün mümkün olursa o zaman sadece sanatçıların değil tüm toplumun rüyası gerçek olur gibime geliyor. Ek olarak yeniden söyleyeyim sanatçıların güvencesizlik koşullarını iyileştiren yaşamsal geçimlik destekler verilmesi hayatidir ve bu bir hayal olmamalı. Ayrıca, kültür-sanat alanında huzursuz olmadan, sürekli cesaret gerektiren bir iş yapıyormuş gibi diken üstünde hissetmeden, eleştirel bir dilin birlikte kurulduğu ve karşılıklı konuşulabildiği, aynı fikirde olmamanın tadına varılabilen, güvenli bir ortamı inşa edebilmeyi bir temenni olarak taşıyorum.   

Çalışmayı önümüzdeki süreçte başka yerlere de taşımayı planlıyor musun? Ya da yakın gelecek için başka projeler var mı aklında?

Sanat alanında ister akademik ister pratik anlamda güvencesizliği tartışmaya yarayacak her türlü aracı kullanmak gerektiğini düşünüyorum. Kalabalık buluşmaları, başka tartışmalar etrafında bir araya gelmeleri, başka gündemleri, kendi kırılganlıklarımızı konuşmak üzere ele geçirelim. Farklı kurumsal ölçeklerde ve bu alanlarda çalışan özneleri meseleyi görünür kılacak argümanlarla çevreleyelim. Değişmeyen, kırılganlık üzerine gündemimizi can alıcı taleplere dönüştürmemiz gerektiğine inanıyorum. Bana kalırsa kitap, ilgili arşiv ve kütüphanelerde yer alarak konuyu gündeme getirmeye katkı sunduğunda misyonunu tamamlıyor.

Bu araştırmayı sınırlılıklar etrafından şekillenen, aciliyetten doğan, alçakgönüllü bir çaba olarak görmek gerek; daha fazlası değil. Ben de prekarya kategorisine dahil bir araştırmacıyım. Kolektif emek ile gerçekleştirilen, kurumsal destek, fon, burs vb. almadan yapılan bu çalışmanın gerçekleştirilme biçiminin ve ücretsiz paylaşımının, araştırmanın bilgisi olarak dikkate alınması gerektiğini düşünüyorum. Zira araştırmanın kendisinden daha fazla başka konulara emek harcamak gerekebiliyor. Baskı sponsoru arayışı için onlarca mail attım. Dağıtım ağır bir sırt çantasıyla uzun kent yürüyüşleri eşliğinde ve elden ele gerçekleşti, kültür-sanat kurumlarının çoğunluğunun kütüphanelerine ve ilgili çalışanlarına iletildi. Medya iletişimi, daha önce erişim sağlanan tüm gazetecilere ve yazarlara ulaşılarak gerçekleşti. Umarım kurumlar gerçekçi ve ihtiyaca dönük kararlar üretebilmek için geniş ölçekli araştırmalar yapılmasını destekler ve bütçelerini çözüm odaklı çalışmalarda kullanırlar.

Bunun dışında, emek harcamak isteyen, merak duyan bir araştırma ekibi kurularak katılımcı sanatçı sayısının yüksek olduğu, kültür-sanat emekçilerinin de çalışma kapsamına dahil edildiği, sonuçların yorumlanması ve tartışmaya açılmasında eleştirmenlerin müdahil olduğu bir süreç örgütlenerek yeni çalışmalar yapılırsa içinde yer almak beni mutlu eder. Yeniden cesaret ve emek biriktirip bu çalışmanın ikinci dalga pandemi versiyonunu üretmeye şimdilik pek enerjim yok. Konuşma ve söyleşi taleplerine elimden geldiğinde katılmaya çalışıyorum.  

Uzun vadeli araştırma gündemim ise toplumsal bellek üzerine doktora tez çalışması olmaya devam edecek eğer başka bir acil gündem olmazsa…