Seren Ay Çetin ve boksla var olmak

Röportaj - Fotoğraf: Tuğçe Özdenoğlu

Muhammed Ali ve Mike Tyson’ın şampiyonluk yaşadığı World Boxing Council’de (WBC / Dünya Boks Konseyi) gümüş kemeri kazanan ilk Türkiyeli kadın profesyonel boksör olarak tarihe geçen Seren Ay Çetin, 30 Nisan’da İstanbul’da oynanacak WBC altın kemeri için eleme maçında rakibi İspanyol Mary Carmen Romero’ya karşı eldiven giymeye hazırlanıyor. Ringe çıkmadan kulağında Hepsi’den “Kalpsizsin” çalıyor. Kalbinde Beşiktaş ve Manchester City, aklında ise ringde kim olursa olsun nakavt etmek var. En büyük hayali Madison Square Garden’da bütün büyük boksörlerin boy gösterdiği, kemer kaldırdığı o ringde altın kemeri kucaklamak. 14 yaşında Serdar Avcı ile ilk antrenmanına çıkarken koyduğu hedeflerin tamamı Seren Ay için gerçekleşmeye başladı. Şimdi sırada WBC altın kemerinin üzerinde, Laila Ali’nin fotoğrafının yanında Seren Ay’ı görmek var. Eleme maçı öncesinde Seren Ay Çetin ile her şeyin başladığı yerde, Kadıköy Boks‘ta bir araya geldik. 

Ben nerede, ne yapması gerektiğini bilen biriyim. Boks yaptığım için erkeksi olmak ve görünmek zorunda değilim.

Her şeyin başladığı günü merak ediyorum. Boksla ilgilenmeye kaç yaşında, nasıl karar verdin? 

Dışarıda büyüyen bir çocuktum, evde hiç olmazdım. Abimle hep dışarıda top oynardık, bisiklete binerdik. Sabah çıkar, akşam girerdik eve. Annem hep benim sporcu olmamı istedi. Birçok branşı denedik; voleybol, basketbol, futbol gibi. Annem özellikle basketbolcu olmamı çok istedi ama benim ona yeteneğim yoktu. En zorlandığım spor basketbol mesela, sıçrama yeteneğim yok benim. Annem aynı zamanda kendimi koruyabilmek için dövüş sporlarıyla da ilgilenmemi çok istedi ama “benim kızım boksör olsun, şampiyon olsun” gibi bir düşüncesi yoktu. Nitekim o zamanlar benim de yoktu. Abimle sürekli evde smackdown oynardık, güreş yapardık. Futbolu çok sevmiştim. Bir yıla yakın oynadım, stoperdim hatta. Futboldaki takım oynunun da bana uygun olmadığını fark ettim, çok rekabetçi ve hırslı bir insanım. Mesela antrenman partnerim var Helia, onu çok severim ama her antrenmanda onu yatırmak için uğraşırım. Antrenmanda bambaşka bir insan oluyorum. Takım sporunu da o yüzden yapamadım. Bireysel spor yapmalıyım dediğim o an futbolla şekillendi. Sürekli top bende olsun, oyunun lideri ben olayım istiyordum. Bir gün futbol antrenörüm, “Sen çok hırslı bir kızsın, bunu sporda kullan ama futbolda değil; boks yapmalısın, onunla uğraş” dedi. O an boks fikri beni havalara uçurdu, pembe pembe yıldızlar gördüm:) Sonrasında da annem beni Kadıköy Boks’ta Serdar Avcı’ya götürdü ve o gün, orada 14 yaşında boks hayatım başladı. Çok heyecanlıydım.

İlk günler nasıl geçti, boks ile tanıştığın an Seren Ay için neler değişti?

Başladığım ilk hafta boks salonundaki kızları çok kıskanıyordum. Bir gün hepsinden daha iyi olmalıyım diye düşünüyordum. En iyiler arasından bir kişi seçilirdi antrenmanlarda, o kişi hareketi gösterirdi. Hep o hareketi gösteren olmak istedim. Sonra o hareketi gösteren kişi oldum. Bu kez de profesyonellerin farklı antrenmanları vardı, orada olmak istedim. Onların grubuna geçince profesyonellerin arasındaki en iyi olmak istedim. Sonunda hırsımla onlardan daha iyi olduğumu gösterdim antrenörüme ve aralarından öyle bir sıyrıldım ki antrenörüm de “Tamam artık seni çalıştıracağım” dedi. Şu an kimse yok mesela, o grup tamamen dağıldı yalnızca ben devam ediyorum.

Antrenmanlarda bile nakavt hedefi olan, idmanda rakibini nakavt edemiyorsa üzülen bir Seren Ay var karşımızda. Bir boksörle konuşabildiğim için en çok merak ettiğim sorulardan birini sormak istiyorum. Nakavt için hem zamanlama hem de o yıpratıcı darbe çok önemli. Bunu maç esnasında nasıl görüyorsun, nasıl hazırlanıyorsun? Rakibinin dövüş stilini okumaya başladığın an nasıl şekilleniyor?

Benim dinlendiğim pozisyonum hücum. Atak yaparken kendimi dinleniyor gibi hissediyorum, nabzım düşüyor. Maça da antrenmana da başladığım an, düşündüğüm tek şey nakavt. Bir nakavt yumruğum var; antrenörümün özel olarak çalıştırdığı bir yumruk. Onu şu an söylemek istemiyorum, izleyen herkes biliyordur zaten. Bu yumruğa çok iyi çalıştığımız için denk geldiği an bu hamleyi yapıyorum. Hep aklımda olan bir şey, rakibimi yatırmak için çıkıyorum. Bir kez puanlamaya kalan bir maçım oldu ve o an anladım puanlamaya kalmak bana göre değil.

Kadınların boks sporu içindeki görünürlüğü hakkında neler düşünüyorsun? 

Motivasyonumun çok düştüğü anlar yaşadım. Kadın olarak bu sporun içinde olmak çok zor. Boks denildiğinde “makyajla gelme, belirli şekillerde giyinme” gibi baskılar çok oluyor. Antrenörüm bu konuda en büyük destekçim, bana kimse bu konuda bir şey diyemez. Ben nerede, ne yapması gerektiğini bilen biriyim. Boks yaptığım için erkeksi olmak ve görünmek zorunda değilim. Dediğim gibi antrenörümün de bu konuda desteğini çok görüyorum.

Boksun daha fazla kız çocuğu ve kadına ulaşması için neler yapılması gerekiyor, sponsorluk destekleri yeterli mi? 

Sponsorluk konusunda zor durumdayız. ABD’de ya da Avrupa’da olsaydım, bu başarılarımla birçok sponsorum vardı. Mesela yurt dışından buraya partner getirme sorunu yaşıyoruz çünkü sponsorumuz yok. Bu şartlarda da başarılı olmak için çabalıyoruz. Aslında ülkedeki duruma çok kızmıyorum çünkü tarihimize baktığımızda çok fazla bilinen şampiyonluklarımız olmadı. Birkaç şampiyon çıktıktan sonra markalar destek vermeye başlayacak. Boksun tarihi çok eski fakat ülkemizde yeteri kadar popüler görünmüyor. Her zaman yanımda olan Ayden Marine ve menajerim Ayçin Özsakabaşı’na tüm desteklerinden dolayı teşekkür ediyorum.

Seni bu yolculuğun içinde tutan en güçlü hisler neler? 

Boksorken var olduğumu hissediyorum. Bokstan uzaklaşınca kendimden uzaklaştığımı hissediyorum. Beni ben yapan tek özelliğim varmış, o da boks gibi hissediyorum. İleride ne yapacaksın diye soruyorlar; boks adına bildiğim her şeyi aktaracağım, boksu ülkemizde kalkındırmak için elimden gelen her şeyi yapacağım. Neden Türkiye boks konusunda ABD gibi büyük boksörlerin olduğu bir ülke olmasın ki? Biz zaten savaşçı bir toplumuz, cesuruz. Ben de boks adına bu açığı kapatmak istiyorum.

Ringe çıktığın ilk profesyonel maçın öncesinde ve sonrasında neler düşündün? Her şey beklediğin gibi geçti mi? Ringde olmak antrenmanda olmaktan çok farklıymış dediğin anlar oldu mu?

Profesyonel ile amatörü ayıran en büyük şey kasksız ve küçük eldivenlerle dövüşmek. İlk maçımı bir gece kulübünde oynadım. Tezahüratların arasında ışıkların ortasında buldum kendimi. İlk maçım çok kötü geçmişti ve antrenörüm, “Seninle yola çıkarak acaba yanlış bir karar mı verdik?” diye düşündü. İkinci maçımdan önce de bana “Bu senin kader maçın.” dedi. 37 yaşında, benden bir puan üstünlüğü olan ve 30. maçına çıkan Ukraynalı rakibim vardı. Benimse ikinci maçımdı ve ilk kez altı rauntluk maça çıkıyordum. Antrenörüm, o gün bana bu konuşmayı yaptı ve ben de yenilirsem artık çekileceğim, bu benim kaderimde yokmuş diyeceğim diye düşündüm fakat o kadar iyi bir maç çıkardım ki… O zaman benim boks hayatım başladı.

Maç öncesi totemin, tekrarladığın bir alışkanlığın, dinlediğin bir müzik var mı?

Yatırmalıyım diyerek çıkıyorum ringe ve maça çıkış müziğimi dinliyorum. 30 Nisan’daki maça çıkış müziğim sürpriz olsun, şu an söylemeyeyim ama bugün antrenmana gelirken Hepsi dinliyordum; “Kalpsizsin” ve “Üç Kalp” şarkılarını çok seviyorum. 

Bir diğeri de uğurlu pembe tişörtüm ve kırmızı şortum var, çok uyumsuz görünüyorlar ama onlar benim için çok uğurlu. Bir de tabii ki anterönrüm var, onun gülen yüzünü görmek istiyorum.

İki kez dünya şampiyonu olan Eva Voraberger’i nakavt ederek, WBC’de gümüş kemeri kazanan ilk Türkiyeli kadın boksör olarak tarihe geçtin. Böylesine büyük maçlara hazırlanırken hâkim duygun ne sence? Kafanı en çok meşgul eden konuları merak ediyorum?

WBC gümüş kemer maçından önce Almanya’dan bir maç teklifi aldık, rakibi izledik ve o maça çıkıp kemeri ondan alabilirdim. Ama bu teklife gitmedik çünkü benim almak istediğim kemer alt federasyonun kemeri değil; bu sporun en üstü olan WBC kemeriydi ve bunun ilk basamağını çok iyi çıktım, başardım.

Eva Voraberger ile çıkacağım maçın bir önceki günü inanılmaz bir gündü benim için. İlk kez gerçekten soğuk soğuk terledim. Bu bir korku değildi ama heyecana yenik düşmekten ve kendimi gösterememekten endişelendim. Ringe çıktığım an ise heyecanımı o kadar iyi kontrol ettim ki! Çok sakindim. Maça gerçekten çok iyi hazırlanmıştım ve antrenörüm “Sadece sana söylediklerimi yap” dedi. Antrenörüm olduğu sürece her yere giderim, Amanda Serrona’yla bile yarın gider oynarım.

İlk maçından, 30 Nisan’da çıkacağın maça kadar sence Seren Ay’da neler değişti? Artık WBC altın kemerinin en büyük adaylarından biri sensin. 30 Nisan’a nasıl hazırlanıyorsun? 

Arkadaş çevreme ve antrenörüme sürekli Seren Ay Çetin gerçeğini hatırlatıp son zamanlarda da salona öyle giriş yapıyorum. Mütevazı bir insanımdır ama işimde öyle değilim ve bu iddiamı çok seviyorum. Bu sürece gelene kadar birçok isimle eldiven giydim, birçok boksörü mağlup ettim, içler acısı hâlde düşürdüğüm rakiplerim oldu. İnsana ilginç bir özgüven katıyor bu ve tabii ki bunu kontrol etmek de çok zor. Yanlış bir şey söylemekten, izlenim vermekten çok endişeleniyorum. Şımarık bir insan değilim böyle görünmek de istemiyorum ve özgüvenimi kontrol etmeyi de öğreniyorum.

Boks tarihine baktığımızda maçını hangi boksörün izlemesini isterdin?

Mike Tyson kesinlike. Jake LaMotta, Muhammed Ali hepsini çok beğeniyorum ama Mike Tyson çok farklı. O nakavtları özellikle…

Yine boks tarihinde sırlarını, başarılarını merak ettiğin bir isim var mı? Kimle bir antrenmana mutlaka çıkmak isterdin?

Christy Martin ile çıkmak isterdim, muhteşem bir kadın. Bir gece beni kampta uyku tutmadı, ertesi gün de idman vardı ve antrenörüme yazdım, “hocam uyuyamıyorum” diye. Bana Christy Martin belgeselini seyrettirdi ve çok etkilendim. Mükemmel biri.

“Boks sporuyla ilgilenmesem kesinlikle bale yapardım” dediğin bir röportajın vardı. Bale ile boks arasında benzerlik görüyor musun? Özellikle fiziksel olarak ikisi de çok çalışma gerektiren dallar. 

Ailem beni çocukken jimnastik ile başlatmış olsaydı kesinlikle balerin olmak isterdim. Bale ile farklı bir bağım var, izlemeyi çok seviyorum. Mesela yumruk atarken bunu ritimle yapıyoruz, balede de bunu buluyorum ve çok hoşuma gidiyor.

Mary Carmen Romero’ya mesajınla bitirelim. 30 Nisan öncesi ne söylemek istersin?

Rakiplerimi hep çok seviyorum ve Mary de çok tatlı biri. İkimiz de kendimiz için çok önemli bir maça çıkıyoruz. Rakiplerimi dışarıda çok severim ama maçta yatırmak isterim. Sonra da elinden tutup kaldırıp sarılırım. Mary, deprem zamanı bana ve ülkeme başsağlığı diledi. İki gün boyunca sosyal medyadan paylaşım yapmadı. Beni de bu süreçte takip etti, normalde maçtan önce birbirimiz takip etmiyoruz. Bu arada yeri gelmişken, dünya şampiyonluğu ünvan maçını evimde istemiyorum, rakibimin evinde de istemiyorum. ABD’de bütün büyük boksörlerin boy gösterdiği, kemer kaldırdığı o ringde bunu yapmak istiyorum. 30 Nisan’da da elimden geleni yapacağım, kendi ülkemde, tezahüratlar arasında maça çıkacağım ama dediğim gibi kemer maçını Madison Square Garden’da istiyorum. 10. Yıl Marşı ile bayrağımızı orada dalgalandırmalıyım.