Duygudurum: Sleater-Kinney - Little Rope

Yazı: Tuana Özcan

1990’ların başında Washington, Olympia’da riot grrrl hareketinin yükselişiyle birlikte çeşitli gruplarda çalan ikili Corin Tucker ve Carrie Brownstein’in birbirini bulması ve Sleater-Kinney grubunu kurmasının üstünden 30 yıl geçti. Verdikleri uzun aradan sonra kaydettikleri ikinci albüm olan, St. Vincent mahlası ile tanıdığımız Annie Clark’ın yapımcılığını üstlendiği The Center Won’t Hold’un sebep olduğu müzikal anlaşmazlık sebebiyle davulcu Janet Weiss ile yollar ayrılalı ise beş yıl oldu.

Janet Weiss sonrası ikili olarak devam eden Sleater-Kinney, prodüktör koltuğuna kendilerinin geçtiği ve dinleyicilerden karışık yorumlar toplayan Path of Wellnessı 2021’de yayımladı. Grubun diskografisinin 11. albümü olacak Little Rope için heyecan dalgası da Loma Vista tarafından yayımlanan ilk tekli “Hell” ile başladı. Koleksiyonun prodüktörlüğünü daha önceleri Angel Olsen, Alvvays, Xiu Xiu gibileriyle çalışmış olan Grammy ödüllü John Congleton’ın üstleneceği de beklentileri yükselten bir bilgiydi. Yıllardır çakışan takvimler yüzünden kavuşamayan Sleater-Kinney ve Congleton için de özel bir yere sahip olan albüm, Brownstein’e göre şimdiye kadar hiç olmadıkları kadar dürüst oldukları bir iş.

Hazırlık aşamalarında, annesi ve üvey babasının İtalya tatillerinde geçirdikleri bir trafik kazası sebebiyle kaybeden Carrie Brownstein, kayıtlara ara vermek istememiş ve bu zor dönemi stüdyoda geçirmiş. Albümün teması da yaşadığı kayıp etrafında şekillenmiş.

Durmak bilmeyen bir kriz hâlindeki dünyada, yasla başa çıkmanın türlü yollarını mesele edinen Little Rope’un his haritasını çıkardık.

Çıkış teklisi “Hell” ile açılıyor Little Rope. Albümün genel tonunu özetleyen şarkının; çığlık gibi bağıran gitarları, hayaletimsi bir his veren synthleri ile Sleater-Kinney’nin “cehennemine” giriş yapıyoruz. “Cehennem, yaşamadan edemediğimiz bir yer gibi.” diyor onlar da. Sırada “Needlessly Wild” var; Carrie Brownstein’e özgü punk vokalleri, eksantrik telaffuzları ve vurgularıyla özlem gidermek isteyenler için birebir. Tekrar eden nakarat ile içinden çıkılamayan düşünceleri yansıtan parça, “Hadi, bu gece beni av köpeklerine at.” nidaları ile bitiyor. 

Albümün en şaşalı teklisi “Say It Like You Mean It”, kalp atışlarına benzer bir ritim ile başlıyor. Corin Tucker’ın güçlü sesi ve keskin gitar riffleri ile dertleşiyoruz sanki. Tanıdık hissettiren parça, bildiğimiz formülleri uyguluyor olsa da beni hemen kazandı. Tansiyon gittikçe yükselirken Tucker; karşısındakine dürüst olması için yalvarıyor, veda etmeye çalışıyor. Bir sonraki parça “Hunt You Down”da koyu bir bas yürüyüşü ve koleksiyonun belki de en kişisel sözlerini işitiyoruz: ”Seni affediyorum, keşke sana bunu söylemiş olsaydım” diyerek sesleniyor kaybettiği annesine Carrie Brownstein. Şair Thomas Lynch’ten ödünç aldıkları “En büyük korkun senin peşini bırakmayacak.” sözünü ikilinin seslerinin uyumuyla tekrar eden nakarat; sanki her tekrarda daha da derine çekiyor, yankılar içinde bırakıyor. 

Sırada bağırtkan gitarlarıyla bu duygusal yolculukta güldüren sözleri ile ufak bir mola vermemizi sağlayan “Small Finds” var. No Cities to Love’dan çıkmış gibi hissettiren parça, bir köpeğin düşüncelerini anlatıyor. Tucker’ın vokal üslubu, kirli gitarlar, keyifli davullar eşliğinde ikilinin alışık olduğumuz esprili dili ile hikâye anlatışı sayesinde albüm boyunca en çok etkilendiğim parçalardan biri oldu. “Biraz daha yukarıyı kaşıyabilir misin? / Yetmiyor bana / Yemek mi yoksa çöp mü bu? / Yeterince güzel kokuyor / Bana biraz ip verebilir misin?”

Tempo yükselmişken, hareket etmeden durmanın pek mümkün olmadığı gitar melodileri ile açılan “Don’t Feel Right”a geçiyoruz. Brownstein; içinde bulunduğu bunalımdan çıkmak için kendine bir yapılacaklar listesi hazırlıyor, hayal kırıklığı olduğuna inanan nakarat ile şarkı boyunca kendini iyileşmeye ikna etmeye çalışıyor.  Dikkat çekici bir davul yürüyüşü ile yağmurlu bir sokakta açılıyor “Six Mistakes”. Çaresizce karşısındakine ulaşmaya çalışıyor, “Dayanıyorum ama senin bana olan aşkını hissedemiyorum.” diyor Tucker. Kendini sorgulamaya başladığı an, büyük distortion ile parça bitiyor. 

Crusader” disko hissi veren davulları ve katmanlı ses dünyasıyla art-pop estetiğine yönelirken; itaat etmeyen sözleri toplumla baş etmeye çalışıyor. Devamında “Dress Yourself” ile ise enstrümanlar iyice çeşitleniyor. Synthlerden, klasik piyanoya, lo-fi davul makinelerine çeşitlenirken pürüzsüz bir bütünlük yakalayan parçaya “Bana bir neden ver / Bana bir çare ver / Bana içimdeki o eski acı için / Yeni bir kelime ver.” sözleri ve yalnız piyano notaları ile sakince veda ediyoruz. Bu duygusal maceranın kapanışını, albümün yazılan ilk şarkısı olan gürültülü “Untidy Creatureile yapıyoruz. Albümün en konuşkan gitarlarına sahip parçanın, güçlü tonlarına eşlik eden Tucker’ın daha da güçlü sesi ile Sleater-Kinney kataloğunda özel bir yere sahip olacak vurgulu bir bitiş yapıyor.

Bu 10 şarkılık yolculuk, Sleater-Kinney’nin her zaman güvenebileceğimiz bir sığınak olduğunu bir kez daha ispatlıyor. The Center Won’t Hold ile hissedilen art-pop etkileşimlerinin punk özleri ile birleşiminin en rafine hâli denebilir Little Rope için.