“Something in the Way”in Kıyı Ege’yle buluşması: Salih Korkut Peker

Yasak Helva ve Duble Salih gruplarıyla tanıdığımız Salih Korkut Peker, ilk solo albümü Denize Dik’i Lu Records etiketiyle yayımladı. Melankoli ve mizahın kol kola geçtiği albümün kapanışında neyle karşılaşıyorsunuz, biliyor musunuz? Nirvana klasiği “Something in the Way”in cümbüşle yapılmış bir cover’ıyla. Serkan Keskin’in vokalleriyle hayat verdiği bu yorumun ardındakileri ve albümün hissettirdiklerini Salih Korkut Peker’den dinledik.

Röportaj: Asena Büyük
Fotoğraf: Evrim Peker  -İllüstrasyon: Selin Çınar

“İki tane akorun etrafında da çok sürükleyici hikâyeler anlatılabileceğine beni uyandıran şarkıdır ‘Something in the Way’.”

“Something in the Way”i ilk ne zaman dinlemiştin? Hatırlıyor musun? Hafızanda neleri ve nasıl bir dönemi canlandırıyor?

Sene 1996… 17 yaşındaydım. Gitar, rock, metal, grunge yeni tanıştığım ve heyecanla daldığım dünyalardı. O zamanlar daha “flaş” şarkıları dinlemek ve çalmak derdindeydik. “Something in the Way” iki akorlu, sade, pek vitamini olmayan bir şarkı gibi gelmişti ilk dinlediğimde. İngilizce şarkı sözlerinin içine girebilmek gibi bir özelliğim yok tabii daha. Sadece bizim kuşağın çoğunun yaptığı gibi, kulaklarımızda döndürülen şovu dinliyorduk. Şov yoksa walkman’in ff tuşuna basıp sonraki şarkıya geçiyorduk ya da şarkı çalarken başka bir şeyle ilgileniyorduk. Lakin yıllar ilerledikçe, koca Nevermind albümünden benim içimde iz bırakan üç şarkı kaldığını fark etmeye başladım. Birincisi mâlum… Diğerleriyse “In Bloom” ve “Something in the Way”. Zamanla şarkının içindeki hikâyenin ve bunun sunumundaki müzikal basitliğin ne kadar akılda kaldığını fark ettim.

İki tane akorun etrafında da çok sürükleyici hikâyeler anlatılabileceğine beni uyandıran şarkıdır “Something in the Way”. Bizim kuşağın büyük bir çoğunluğu (apolitik olma gerçeğimizi bastırma refleksiyle sanırım) müzik türlerinde kutuplaşıp, sağ-sol mücadelesi misali, “müzikal tercihlerimizle mücadele” masalında birer tipleme olmuştur. Black metalciler, thrash metalcilerle kavgalıdır, ikisi birden Bon Jovi sevenlere kıl kapar; pop dinleyicileri, tercih ettikleri şarkıcılar üzerinden (Blue Jean dergisi hayran mektupları meydanında) birbirine girer vs. Bu cemiyetleşme sürecinde punk ve grunge dinleyenler, direkt olarak “şarapçı” kategorisindeydi. Kendi derdinde, kendi hâlinde takılan, dinlediği müzik üzerinden “dernekleşme” derdi olmayan tipler, “Something in the Way”in iki akorunu bağrına basan tiplerdi. 

Parçayı yorumlayabilmek için neler yapmak gerekti? Nasıl bir yol izlendi? İnsan merak ediyor.

Bu konu tamamen Lu Records ve Ahmet Kenan Bilgiç’in girişimi ve mahareti. Kendi adıma şunu diyebilirim: Uzun süredir tek kişilik performansımda yer verdiğim bir şarkı olduğu için, canlı çaldığımda (şarkının da hikâyesini anlattıktan sonra) dinleyicinin yaşadığı “keyifli melankoli” hissini daha fazla insana ulaştırabilecek olmak beni heyecanlandırdı.

Serkan Keskin’le “Something In The Way”i yorumlamak için yollarınızı kesiştiren ne oldu?

Ters köşe, hatta müzisyen camiasından olmayan, şarkının ve düzenlemenin enerjisine gökten zembille düşmüşçesine uyum sağlayacak bir “beraber yorumlama” arkadaşı düşündük. Ahmet’in aklına, daha önce müziklerini yaptığı filmlerde de yolları kesişen Serkan Keskin geldi. Bana bu durumu haber verdiğinde direkt refleks olarak “budur” dedim. Çünkü Serkan Keskin’in şu ana kadar izlediğim ve etkilendiğim rollerindeki kalenderlik, naiflik ve duruş; tam olarak “nağmeli grunge” tasvirini karşılıyor.

“Cümbüş, ruh olarak avare ve gözlerden uzak yaşayan ama çok bilen ve görmüş geçirmişliği olan birine benziyor. Hiçbir disipline ait değil. Bir ‘kariyeri’ yok.” 

90’lı yıllardayız. Kurt Cobain, bakışlarını ayakkabılarına dikerek “Something in the Way” derken sen cümbüşünle mekâna giriyorsun. Cümbüşün yarattığı etki ve bu kült parça birbirine sarılıyor. Bu parçayı yorumlamak kişisel müzik tarihinde nereye oturuyor? 

Bu parça, benim en geleneksel çalıp söyleyişimin bile içinden çıkan grunge’ın bayrak şarkılarından biri. Müzikal formunun haricinde, kazdıkça yeni şeyler buldum bu şarkıda: “Yeni nesil avarelik”, kendi kendine yetebilmek, dünyaya öfke duymak ama öfkeni etrafa saçarak dünyayı şımartmayı reddetmek, hepimizin “yoldaki birer şey” olduğunu unutmamak, “kibir” ve “böbür” ile başlayan ruh hâllerine özenmemek. Uzun süredir derdimi en rahat anlatabildiğim çalgının cümbüş olması ve benim çocukluktan beri bu “salaş” çalgıya özel bir ilgi duymam boşuna değil. Cümbüş, ruh olarak avare ve gözlerden uzak yaşayan ama çok bilen ve görmüş geçirmişliği olan birine benziyor. Hiçbir disipline ait değil. Bir “kariyeri” yok. Evet, ulusal ya da uluslararası müzik çevrelerinde “cümbüşçü” olarak müzik yaşamına devam eden biri yoktur. Cümbüşün içinde Sakallı Celal var, Neyzen Tevfik var, Manisa Tarzanı var. Kurt Cobain’in de bu saydığım isimlerle aynı gözlerle dünyaya baktığına ya da bakmaya gayret ettiğine inanıyorum. Cümbüş, “Something in the Way” ile aynı köprünün altında yaşıyor. 

Denize Dik dinleyeni melankoliye yaklaşma biçimiyle sarsıyor, yer yer tebessüm ettiriyor ve şaşırtıyor. Deniz kıyısında büyüyen her insan, içindekileri suya akıtmayı alışkanlık hâline getirdiğinden, albümün tabiatıyla oldukça örtüşen bu ismin ardındakileri merak ediyorum. Senin bakışlarını “denize dik”meye teşvik eden neydi? 

Hayat Bilgisi derslerinden beri kulağımızdan çıkmayan şey: Ege’de dağlar, denize dik olarak uzanır. Bu denize dik olma hâlinin coğrafi bedeli de Ege’de kıyıların çok fazla girintili çıkıntılı olması olmuş. Dünyanın ruh hâli de tam olarak bu şekilde bence. Bir Kıyı Ege insanı olarak, denizin varlığı benim içimdeki iyimserliği, boşvermişliği, tutkuyu her zaman beslemiştir. Lakin bir de ömrümün on bir senesini Ankara’da geçirmiş ve denizden uzak kalmış olma gerçeğim var. Tam da ergenlik, gençlik ve müziğe başlama yıllarına denk geldiğini düşünecek olursak, denizin aşıladığı tüm pozitif ve neşeli duygular, denizsiz kalmanın getirdiği melankoliyle harman olmuş diyebilirim. 

Albümün ismini tamamlayan en önemli şey ise kapak fotoğrafındaki sokak köpeği. Üç sene önce Ayvalık Badavut’tayken, 40 derece sıcaklıkta, insanların denize girdiği yere yürüyüp gelmiş, kimseyi umursamadan denize girip serinlemek için oturmuş hâlde bulduk onu. Eşim Evrim Peker’in fotoğrafladığı bu an, albümün ismi için Denize Dik‘i düşündüğüm sırada harika bir tamamlayıcı olarak aklımıza düştü. O sokak köpeğinin “eyvallahsızlığı” ve çözümcülüğü, o gün bu gündür en büyük ilham kaynaklarından biri benim için.

Albümde melankoliyi mizahla ele alış tarzın özellikle “Dünün Halayı” parçasında derinden hissediliyor. “Acelesi yok hiçbir şeyin / Daha yapmayacak çok şey var” sözlerinden hareketle, senin için müzikle ilgili yapacak daha neler var?

Sağlık yerinde olduğu sürece, enerjimi paylaşabildiğim çalgılarımla ve kafamda döndürdüğüm kelimelerimle bir dolu hikâye anlatmak peşindeyim. Hikâye seviyorum çünkü kısalar; bir tabak güzel yemek gibi. En fazla iki tabak olsun. Çok zengin bir sofra misali şarkılar ya da albümler yapabilecek bir yapım yok. Oturulup yenilen ve kalkılan, şubeleri olmayan, müdavimlerini de bu sayede etkileyen, dört masalı köfteci gibi müzik yapmak istiyorum (pilav, piyaz ve çorba bulunur).

Yasak Helva ve Duble Salih gibi projelerinin ardından ilk solo albümün bu senin. Bu albüm kişisel müzik serüveninde nasıl bir sayfa açtı? Denize Dik için Lu Records’la çalışmak nasıl bir deneyimdi? 

Yasak Helva ve Duble Salih, benim uzun yıllardır kafamda dönen harman fikirlerin ve son birkaç yıldır yoğunlaştığım geleneksel çalma-söyleme ihtiyacının hayat bulduğu projeler. Benimle aynı hevese sahip, aynı kaygısızlıktaki insanlarla müzik yapabilmenin keyfi çok başka. Lâkin “tamamen kişisel” iştahımı ve hep peşinde olduğum tek başına anlatma hâlini hayata geçirme vakti gelmişti. Bu albümden sonra, her biri ayrı deniz kenarına çıkan, üç ayrı patikaya sahibim gibi düşünüyorum. Denize çıktıktan sonra her patikada yürümenin keyfi ayrı olacak. Ve tabii patikaları temiz tutmak, sağına soluna beton kondurmamak gerek.

Lu Recods’la çalışmak konusunda tereddüt etmedim çünkü benim içimdeki müziği “ama” demeden desteklediler. Bunda Ahmet Kenan Bilgiç’in kendisinin de çok tutkulu bir bağımsız müzisyen olmasının payı büyük. Bir şeylere müdahale ederek “değiştirten” değil, var olanı lezzetlendirmek için fikir üreten bir ekip söz konusu olunca, siz de rahat kafayla müzik yapıyorsunuz.