Bir komedyen, bir belgesel, biraz kişisel gelişim: Steve!

Yazı: Utkan Çınar

Yaklaşık 60 yıldır spot ışıklarının altında olan komedyen Steve Martin, son yıllarda Only Murders in the Building dizisiyle adından söz ettiriyor. Kendisinin kolları sinema ve müziğe de uzanan mirasını iki bölüme sığdırma iddiasındaki STEVE! (martin) A Documentary in 2 Pieces belgeseli, 29 Mart’ta Apple TV+ kataloğunda yerini aldı. Yönetmenliğini Oscar ödüllü Morgan Neville üstleniyor.

Ne hakkında?

Amerikalı komedyen Steve Martin’in kariyeri hakkında. Martin’in kariyerinin başladığı 1960’ların ortalarından günümüze bir yolculuk.

İlk intiba?

Geçen aylarda değindiğimiz Albert Brooks gibi Steve Martin de bu topraklarda çok ses getirmiş bir isim değil aslında. Stand up kariyeri neredeyse hiç bilinmiyor. Bendeniz ise küçükken Three Amigos! ve Dirty Rotten Scoundrels’ı denk geldiğimde severek izlerdim. Daha sonraları 1998’de Eddie Murphy ile yaptığı Bowfinger ise bence son derece hakkı yenmiş, zaman dışı harika bir komedidir. Son yıllarda ise Only Murders in the Building ile beklenmedik bir başarı yakaladığını da söylemeli. 80’ine merdiven dayamasına rağmen hâlâ aktif. Ayrıca sihirbazlık, dans, balondan hayvan yapma hünerlerini ve tabii ki banjo yeteneğini de unutmamalı.

İzlemeden önce bilmemiz gerekenler

Morgan Neville dikkat çekici bir belgeselci. Gore Vidal ve Wiliam F. Buckley Jr.’ın televizyondaki tartışmalarını konu alan Best of Enemies, Anthony Bourdain hakkındaki Roadrunner, 2018’de yayımlanan ve tarihin en çok gişe yapan biyografik belgeseli olan Won’t You Be My Neighbor? gibi işleri gayet özgün ve ilgi çekici. Ayrıca Iggy Pop & The Stooges, Johnny Cash, Keith Richards, Brian Wilson gibi müzisyenler üzerine de işleri var. Sırada ise Paul McCartney’nin Wings dönemini anlatan bir yapımı olacak. Çok çalışkan bir isim.

Belgesel nasıl yöntemler/malzemeler kullanıyor? 

Özellikle ilk bölüm zengin arşiv görüntüleri ve bunları birbirine bağlayan kısa animasyonlarla elindeki bol malzemeyi çok iyi kullanıyor. Müzik de Beach Boys, Brian Eno ve Kurt Weill gibi seçimlerle kalburüstü. İkinci bölüm daha sıradan bir röportaj atmosferinde geçerken; kullanılan çizim ve canlandırmaların kalitesi yüksek.  

En çok neyi sevdin?

İkinci bölümün başında yakın arkadaşı Martin Short ile yazdıkları tek cümlelik esprileri paylaştıkları an çok keyifliydi. Basit ama anında sırıttıran espriler. Hem Martin’in hem de Short’un çok sevimli insanlar olduklarını söylemeli. Biraz Steve Coogan ve Rob Brydon’ın The Trip’teki kimyasını hatırlatıyor. Her ikisinin şovları da 2018’de An Evening You Will Forget for the Rest of Your Life adıyla yayımlandı. Evet eski ekol ama eğlenceli. Ayrıca Martin’in hayatını anlatırken kullandığı sade ve bütçeli dil de yapımın kalitesine katan bir durum.

En az neyi sevdin?

İlk bölümde Martin’in 1980 yılına kadar olan inişli çıkışlı stand up kariyeri gayet ritmik, Monty Python estetiğini hatırlatır şekilde eğlenceli ve görsel açıdan yüklü bir şekilde işlendikten sonra ikinci bölüm fazla yavaşlıyor. Martin’in günümüzden hatıralarını anlatmasını izliyoruz ki çok da gerekli olmayan sekanslar var burada. Jerry Seinfeld ile sohbeti mesela hiç olmasa da olurmuş. Bir parantez açarak dizisini çok sevmeme rağmen Seinfeld’in son yıllarda çok sevimsizleştiğini söylemem lazım. Burada da işe yaramıyor. 

Martin’in sinema kariyeri de çok üstünkörü geçiştiriliyor gibi. Yukarıda da bahsettiğim Bowfinger gibi filmlerle ilgili eğlenceli anekdotlar duymak isterdim. Bir de birçok ünlü isim hemen görünüp kayboluyor. Bir kararsızlık hissediliyor. Yani ilk bölümü izleyip orada bırakmak da olası. İkinci kısım albümün demoları gibi. Yine de özellikle yazdığı tiyatro oyununun canlandırılması ve bunu üzerinden özellikle babasıyla ilişkisinin verildiği yer ilgi çekiciydi.

Modunu nasıl etkiledi?

Zaten böyle işlerde daha önce duymadığım birkaç güzel espri veya şaka bana yetiyor. Ama Martin’in kaygılarını, korkularını çok da dramatikleştirmeden olgun, soğuk ama samimi bir şekilde paylaşması da güzeldi. Kariyerinin başında yaşadığı zorluklar, kendi dönemine karşı yaşadığı uyumsuzluğun yanı sıra filmlerine yapılan kötü eleştirileri, özgüven eksikliği yaşadığı anları paylaşmakta sakınca görmemesi de doğru bir tavır. Belki biraz fazla ayrıntıya girdiği babasıyla ilişkisinde yaşadıkları da çoğumuza tanıdık gelecektir. 

Kimler sever?

İşin güzel yanı illa Steve Martin’in kariyerine hâkim olmanız veyahut kendisini sevmeniz bile gerekmiyor. Komediye ve tarihine ilginiz varsa hâlihazırda önemli bir kaynak. Steve Martin artık yaşının getirdiği sakinlik ve dilerseniz “bilgelik”le bir yandan kişisel gelişim hizmeti de sunuyor. 

Bunu seven şunları da sever 

Bu belgesel konusuyla kurduğu yakın ve rahat ilişki bakımından çok da örneği olmayan bir iş. Bana izlerken ilk olarak Peter Bogdanovich’in harika Tom Petty belgeseli Runnin’ Down a Dream’i hatırlattı nedense. Mizah tarzına yakın olarak National Lampoon yayınlarını ve yapımlarını konu alan Drunk Stoned Brilliant Dead önerilebilir. 

Soru işaretleri / varsa açtığı tartışmalar… 

Martin’in 1960’ların sonunda, Vietnam Savaşı ve hippilerin çağında son derece apolitik, “temiz”, “beyaz” ve “nihilist” bir komedi yapması onun aleyhine işleyebilecek bir durum. Bizim kuşak Carlin ve Hicks gibi statüko ile derdi olan isimleri daha sevmiştir. Ama bir yandan da Martin’in kariyerini böyle derli toplu izleyince özellikle stand up’ındaki modern insanın kimyasındaki küstahlığı ve egoist karakter yapılarını alaya alarak oluşturduğu karakterleri de gayet politik olduğunu görüyorsunuz. Mizahın özüne olan ilgisi ve deneyselliği takdire şayan.