Plaja çakılanlar: Leave the World Behind
Yazı: Meltem Demiraran
Mr. Robot‘un yaratıcısı Sam Esmail; senaristliğini, yönetmenliğini ve yapımcılığını yaptığı, Ruman Alaam’ın 2020 çıkışlı romanından uyarlanan apokaliptik bir psikolojik gerilim ile karşımızda. Başrollerini Julia Roberts, Ethan Hawke, Mahershala Ali ve Myha’la Herrold’ın paylaştığı Leave the World Behind, Netflix’te izlenebilir. Ayrıca filmin yapımcı suitinde Barack – Michelle Obama çiftinin de yer aldığını belirtelim.
Bu yazı, henüz Leave the World Behind filmini izlememiş olanlar için bazı sürprizleri bozabilir.
Konu nedir?
Amanda (Julia Roberts) ve Clay (Ethan Hawke) çocuklarıyla birlikte, yaşamlarının monotonluğundan uzaklaşmak için giriştikleri bir hafta sonu kaçamağında, ardı arkası kesilmeyen gizemli olaylarla karşılaşmaya başlar. Ev sahipleri G.H. (Mahershala Ali) ve kızı Ruth (Myha’la Herrold) ise şehirde yaşanan kesintinin ardından geceyi geçirmek için kendi evlerinin kapısına dayanır. Hikâye geliştikçe, iki farklı geçmişe ve perspektife sahip aile arasında gerginlikler artar.
İlk intiba?
Asla vazgeçemeyecekleri şehir hayatından bunalan varlıklı bir ailenin lüks hafta sonu kaçamağına şahitlik ediyoruz. Kısa sürede evin tadına varıp plajın yolunu tutuyorlar. Belli bir sürenin ardından karşıdan gelen bir geminin plaja çakılmasıyla tansiyon artmaya başlıyor. Bir türlü de dinmiyor zaten. Ancak sorun şu ki olayların nedeni asla net bir biçimde tanımlanmıyor. Tek bir somut açıklama bile yok ortada. Romanın açık uçlu yaklaşımı, filmin üzerinden yürüdüğü ırksal gerilim ve diğer toplumsal meseleler dâhil olmak üzere çeşitli unsurları birleştirme girişimiyle tezat oluşturuyor. Bu da hâliyle karmaşık bir anlatıya yol açıyor.
Toplumsal meseleler dediğimiz şeylerin de öyle pek bir derinliği olduğunu söyleyemeyiz maalesef. Irksal gerilimlerin Ruth’un “beyazlarla aynı evde” kalmak istememesinden; iklim krizinin evin havuzuna giren flamingolar ve sürü hâlinde kendilerini gösteren geyiklerden öteye gidemediği bir anlatıyla karşı karşıyayız. Yıldız bir oyuncu kadrosu ve dolayısıyla da iyi oyunculuklarla bir süre ilerleyen ancak özensiz senaryosu ve yorucu sinematografisi ile tıpkı filmdeki gibi plaja çakılan bir gemideyiz bana kalırsa.
En çok neyi sevdin?
Flamingolar ve geyikler çok güzeldi.
En az neyi sevdin?
Amanda ile Ruth’un geyik sürüsünün karşısında çığlık attığı ve Clay’in, G.H. ile Danny’nin (Kevin Bacon) birbirine doğrulttuğu silahlar arasında ağlayarak yakardığı eş zamanlı bir sahne vardı ki aman aman. “Bir bu mu kaldı yani gerilimi verecek?” dedim içimden. Genelde en basit çözüm biraz ekran süresine sahip ve izleyicinin bağ kurduğu birini öldürmektir ama o bile yok. Ancak Ruth’un hiç görmediğimiz, adını bile bilmediğimiz annesinin bir ihtimal ölmüş olabileceğini düşünerek Ruth’a “Ah canım!” diyebiliyoruz.
Karakterlere dair neler söyleyebilirsin?
Amanda’nın gizli ırkçılığını kamufle etmek için öne sürülüyor diye düşünüyordum başta bu koruyucu anne tavırları için. Sonra insanlardan nefret eden Amanda, bir anda G.H. ile sıkı fıkı olunca bu kez “Ruth mu biraz şımarık acaba?” diye düşünmeye başladım. Bir sonuca vardığımı ise asla söyleyemeceğim çünkü bu iki düşünce film boyunca gidip geldi kafamda. Archie ve Rose’un ise tasvirlerinin ayrı ayrı epey problematik olduğunu düşünüyorum. Filmin haritasını açıp etrafı kolaçan etmek için oluşturulmuş NPClerden öteye gidememişler bana kalırsa.
Bunu seven şunları da sever
Madem apokaliptik bir şeyler izleyeceğiz tadına varalım diye düşünerek, iki gök bilimcinin Dünya’yı yok edecek bir kuyruklu yıldız hakkında insanlığı uyarmak için dev bir medya turuna çıkışını konu alan Don’t Look Up (2021) ve paleoklimatolog Jack Hall’un gezegeni buzul çağına sürükleyen bir fırtınanın ortasında sıkışıp kalan oğlunu kurtarma çabasına odaklanan klasik The Day After Tomorrow (2004), “survivalism” meselesine ilginç ve gerilim dolu bir bakış atmak isteyenlere Take Shelter (2011) ve zombili bir apokaliptik gerilim isteyenlere ise Shaun of the Dead (2004) önerilebilir.
Yazara / yönetmene bir soru soracak olsan ne olurdu?
Görüntü yönetmeni Tod Campbell ile bu sallanan kamera hareketlerine düşkünlüğü üzerine biraz sohbet etmek isterim hakikaten. Gösterişli vinç çekimleri, sürekli yana yatmış bir biçimde açılıp peşine sallanıp doğrulan kadrajlar ve birbirini ezen sürücüsüz Teslalar ile bütçenin tadını çıkarmış gibi görünüyor Esmail ve Campbell. Nasıl hissettirdiğini kendilerine bir sormam lazım.