The Lord of the Rings: The Rings of Power ve Tolkien'in kurgusu üzerine notlar

Amazon Prime Video üzerinden erişebileceğimiz The Lord of the Rings: The Rings of Power / Yüzüklerin Efendisi: Güç Yüzükleri’ne artık saatler kalmışken, Tolkien’in fantastik evreninin kurgusundaki arka plana kuş bakışı göz attığımız bu yazıyla kısa bir ısınma turuna çıkacağız. Bunu, bölümlerin ardından sahnelerdeki göndermelere, gözlerden kaçmış olabilecek ipuçları gibi noktalara değindiğimiz, değerlendirmelerimizi de içeren bir seri takip edecek. İlk iki fragmanın sunduğu malzemeler üzerinden dizinin İkinci Çağ’a dair neler işleyebileceğini tartıştığımız bir dosyamız daha olduğunu hatırlatalım.

Silmarillion ışığında Tolkien’in yaratıcı süreci

Tolkien’in ölümünden dört yıl sonra yayımlanan Silmarillion, Orta Dünya’nın kadim tarihi hakkında yazarın gençlik yıllarından itibaren bir kenara düştüğü notların ve metinlerin, oğlu Christopher Tolkien editörlüğünde toplanıp bir araya getirildiği bir çalışma. Babasının bu notlarından bir kısmını 1917’ye tarihleyen Christopher Tolkien’in kitap için kaleme aldığı önsözde şöyle bir açıklama yer alıyor: 

“Yıllar geçtikçe hem ayrıntılardaki hem de hikâyenin kapsamlı bakış açısındaki değişiklikler ve yenilikler öylesine karmaşık bir hâl almış, genişledikçe genişlemiş ve çok katmanlı bir yapıya ulaşmıştı ki artık metnin bir sona ulaşması mümkün değilmiş gibi görünüyordu. Dahası, eski efsaneler (eski oluşları yalnızca uzak İlk Çağ’a dair oluşlarından değil, aynı zamanda, babamın hayatında da çok eskiye dayanmalarından kaynaklanıyor) onun en derin düşüncelerinin aracı ve toplandıkları hazine sandığı hâline gelmişlerdi. Sonraki çalışmalarında ortaya çıkan teolojik ve felsefi kaygıların altında mitoloji ve şiir gömülüydü.”

-Tolkien J.R.R., Çev. Berna Akkıyal, İthaki Yayınları, İstanbul, 2012.

Silmarillion’un bir araya getirilmesinin arka planını açık eden bu sözlerde, bu kurgusal evrenin ilham kaynakları hakkında da ipuçları yakalıyoruz. Tolkien’in bir filolog olduğu ve bu evren için farklı diller yarattığını zaten biliyoruz. Bu bağlamda metinlerini; halk hikâyelerindeki lirik ve destansı paleti yeniden yorumlama çabası olarak görmek mümkün. 

Nitekim Tolkien de Collins yayınevinin editörü Milton Waldman’a Silmarillion’un yazım sürecinden söz ettiği mektupta, amacının “masalla tarihin kıyısında duran bir kahramanlık hikâyesi yazmak” olduğundan söz ediyor. Mektubun devamında Orta Dünya mitolojisini yaratırken Yunan, Roma, Kelt, Germen, İskandinav ve Fin destanlarından, mitlerinden beslendiğini belirtiyor. (Burada Tolkien’e referans olan mitler içinde kulağa en fazla çalınanın Völsunga sagası -özellikle de bu sagada yer alan hikâyelerden biri olan, bir Richard Wagner operasına da adapte edilmiş Nibelung Yüzüğü anlatısı- olduğunu yeniden hatırlatmak yerinde olacaktır.)

Mektupta ayrıca Silmarillion’daki hikâyeyi Düşüş, Ölümlülük ve Makineler ile ilişkilendiriyor. Bu üç temel kavram, yazarın kendisiyle ve yaşadığı dönemle de bir hayli ilintili. Düşüş ve Ölümlülük bir Hristiyan olan Tolkien’in alegori ve mitlerle dolu eserlerinin ardındaki kişisel yaratıcı gücünün, kendi deyimiyle alt-yaratıcı gücünün iki devindiricisi niteliğinde. Makineler ise kadim çağların görkemli krallıklarının fantezisini kurduğu Orta Çağ dünyasına oldukça yabancı tınlayan, bu görkemli dünya yaratısındaki güzelliklerin yok olmasının başlıca sebebi, şeytan Lucifer’ın bir benzeri olan Melkor’da buluyor karşılığını. (Tolkien’in kurgusunda, tanrı Eru İlúvatar’ın yarattığı, kutsal varlıklar arasında yer alan Melkor’un düşüşü, tipik bir Lucifer anlatısıdır.) Hikâyede Melkor’un uşakları çekiç, dişli çarklar, harlı alevle dünyayı sanayi ateşinde yakmak istemekteler. Gerçekte ise dünya, yazarın gençliğini ve yaşlılığını kapsayan yıllarda Sanayi Devrimi’nin icatlarıyla yeniden şekillenmekte. Mesela bugünkü anlamıyla ilk metropollerin kurulmaya başladığı bir gerçeklikten söz ediyoruz. Kaynak sömürüsü için doğaya savaş açan insanlık, 1. Dünya Savaşı ile en büyük payı kimin alacağının kavgasını veriyor. Nitekim 1. Dünya Savaşı’nda cephede savaşan askerden birinin J.R.R Tolkien oluşu, Orta Dünya anlatısında kendine açıkça yer bulan sanayileşme karşıtlığını da böylelikle bağlamına oturtuyor. Belirtmek lazım, anlatısıyla sanayileşmeye karşı bir eleştiri getirdiği açık olsa da Tolkien’in, kendi ülkesininin sömürgecilik faaliyetlerini ne ölçüde eleştirdiği elbette ki bir soru işareti.

J. R. R. Tolkien
Düşüş, Ölümlülük ve Makine

Waldman’a yazdığı mektuba geri dönersek;

“Kendisi gibi yaratılmış şeye sıkı sıkıya tutunup kalan alt-yaratıcı, tahakkümcü bir hâle gelebilir; kendi yaratısının Efendisi ve Tanrısı olmayı diler. Yaratıcının kurallarına isyan edecektir, özellikle de ölümlü olmaya. Her iki durum da* (ikisinden biri olabilir) güç arzusuna, iradenin daha hızlı bir biçimde etkili kılınması isteğine ve böylece Makineye (ya da Sihre) yol açacaktır. Sonuncusunda ben, dışsal kurguların ve araçların; doğuştan sahip olduğum içsel güçlerin ve yeteneklerin gelişimi yerine geçmesi ve hatta sahip olduğum becerileri hâkimiyet kurmak gibi uygunsuz bir amaç uğruna kullanmak niyetindeyim: Zor kullanarak dünyayı biçimlendirmek ya da başkalarının iradesini baskı altında tutmak. Makineler, genelde fark edilmese de giderek Sihre daha çok yaklaştığımızı belli eden modern hâlimiz.”

*Tolkien J.R.R., Çev. Berna Akkıyal, İthaki Yayınları, İstanbul, 2012.

“Makineler Sihre daha çok yaklaştığımızı belli eden modern hâlimiz” ifadesiyle Tolkien, hikâyesindeki orkların da aslında bir çeşit sihre sahip olduğunu belirtiyor. Ancak bu sihir, ona göre elflerin sihrinden çok farklı. Tolkien, elflerin sahip olduğu sihri “insanı sınırlılıklarından kurtardıkları Sanat” olarak nitelendiriyor. Tolkien’e göre elflerin bu edimlerinin nesnesi Güç değil, sanatın ta kendisi. Makineleri icat eden ve Dr. Faust figüründe olduğu gibi tanrıya başkaldıran insanlığın yaptığı gibi yaratının tahakküm altına alınması değil, bir alt-yaratı durumu, tanrıyla harmonik olma durumu. Sanıyoruz sihre, ölümlülüğe ve düşüşe yönelik bu temel ifadeler, yeni yapımdaki elf, cüce, insan karakterlerin, iyi ve kötü karakterlerin nasıl ele alındığına yönelik değerlendirmelerimizi yapmak adına daha sağlam bir zemin oluşturuyor. 

Toparlamak gerekirse, Tolkien’in çalışmaları, iki büyük dünya savaşı döneminde geçen buhranlı yıllarla paralelliklerini kurabildiğimiz, mitoloji, sembolizm ve alt metinlerle dolu kocaman bir evreni oluşturuyor. İyi ve kötü olana yönelik çok net bir tablo çizen Tolkien, aman vermeyen kötülüğe karşı gösterilen direncin ve mücadelenin yarattığı devinimle şekillendiriyor kurgusal dünyasının çağlarını. Kendi gerçekliğimizi algılarken, belki Tolkien’in netliğinde kavrayamıyoruz dünyayı, belki de böyle kavranması zaten doğru değil ancak bu hikâyelerin mücadele etmek üzerine bizlere öğrettiği çok şey olduğu da su götürmez. The Lord of the Rings: The Rings of Power dizisi bu noktada bizlere neler anlatacak? Merak ettiğimiz sorulardan belki de en önemlisi bu. 

The Lord of the Rings: The Rings of Power, Peter Jackson ve diğer emeği geçenlerin vizyonuyla bundan 20 yıl önce izleyip pek çoğumuzun hayran kaldığı The Lord of the Rings üçlemesinin başarısının yarattığı yükü omuzlayabilecek mi? Zorlu bir sınavdan geçmeyi bekliyor. İştahlar bir hayli kabarık, meraklar zirvede. Saatleri geri sayma vakti. 

Yazı: Biçem Kaya