Zamanın, mekânın ve kanonların ötesinde: Titanlar

#TiyatroYerliYerinde sloganıyla 25 Ekim’’de başlayan 26. İstanbul Tiyatro Festivali’nde bir ayı geride bıraktık. Festival kapsamında yönetmenliğini, koreograflığını, oyunculuğunu ve set tasarımını Euripides Laskaridis’in üstlendiği Titanlar, aklın henüz oluşmadığı metafizik bir âlemin kapısını aralıyor. Türler arasında cambazlık yaparak heyecanı daima diri tutan oyunun temel sorusu ise: İdeallerimiz ile acımasız gerçeklik arasında duran, insanın tür olarak zayıflığı mı, sınırları mı, ölümlülüğü mü?

Fotoğraf: Julian Mommert

Konu nedir?

Laskaridis’in açtığı alan öyle kapsamlı ki evet oyunun konusu budur diyebileceğimiz şekilde anlatmak mümkün olmuyor. Bunu oyun sonrası arkadaşlarınıza bir kahve içme süresinde konuyu anlatma çabanızda fark ediyorsunuz. Karşılığında gördüğünüz “Ne anlatıyorsun sen?” bakışları konuyu tekrar düşünmenizi sağlıyor. Evet, nedir gerçekten konu?

Belirsiz bir evrende, bir boşlukta, cinsiyeti belirsiz, kozmik bir varlık yavaşça süzülürken açılıyor oyun. Zamanın ve mekânın ötesinde bir masalın içindeymiş gibi. Sınıflandırmalara sığmayan, pembe uzun burunlu bir yaratık bazen bir “ev hanımı”nın, bazen bir çocuğun, bazen de ince sesli bir yaratığın taklidini, sıradan hareketlerimizin bir karikatürü edasıyla sunuyor. Kusurları, değişimleri, hayal kırıklıkları, umutları olan bir Titan, özgürleştirici kahkahasıyla karşımıza çıkıyor. Yer yer cinselliğe dair çağrışımlar yapan pozlar vererek ve çevresindeki düşmanca dünyaya itaatkâr bir şekilde gülümseyerek, kendini erotik bir arzu nesnesi olarak sunuşunu izliyoruz. Bazen peruğunu ütüleyen, bazen skyladika (Popüler Yunan Müziği) dinleyen, strafor köpüklerden yapılmış günah çıkarma kabinleri önünde günahlarını itiraf eden ve sonunda âşıklarının kapı zillerini çalan sıradan bir kadın o aslında. Hem içimizden biri hem de bunların hepsinin ötesinde… 

En çok neyi sevdin?

En çok oyunun yarattığı atmosferi, ses ve ışık kurgusunu sevdim. İnanılmaz incelikli işlenmişti bence. Onun dışında oyunda komikliğin ve ciddiyetin sürekli yer değiştiriyor oluşunu sevdim. Güldüğümüz kısa bir ânın hemen ardından öyle ciddi bir havaya giriyor ki hem şaşırıyor hem de hayranlıkla bakmaya başlıyorsunuz. Normali ve işlerin normalde nasıl olması gerektiğini biliyorsunuz ve Laskaridis bunların hepsini altüst ediyor. Tüm zaman ve tüm mekânlar sahneye sığabiliyor, en küçük şeyler devasa bir hâle gelebiliyor. Sahnenin ortasında, görünürde amaçsız bir şekilde sonsuz bir oyun oynayan iki yalnız varlık izliyorsunuz. Kahkahaları endişe verici, endişeleri ise gülünç görünüyor. Onların dünyası bizimkiyle aynı malzemelerden, aynı duygu ve düşüncelerden yapılmış. Başarısızlıkları bizim savunmamız hâline geliyor. Kimilerine saçma gelebilecek bu sanatsal dil nereye giderse gitsin izleyicileri bir şekilde kazanıyor. Bence bunu yapabilmesinin nedeni tüm saçmalıkların ve ironinin arkasında kocaman bir şefkat yatıyor oluşu. 

Fotoğraf: Julian Mommert

Oyunculuk için neler söyleyebilirsin?

Euripides Laskaridis, karakterine öyle hâkimdi ki onun bir insan tarafından canlandırıldığını hatta bir oyun olduğunu anlamak bile benim için çok zordu. Bu hamile, pembe, uzun burunlu varlık tutarlı tek bir kelime söylemeden, duyduğumuz bütün dillerin ötesinde konuştu. Bilinmeyen bir dilde vırakladı, tısladı, kekeledi ve çığlıklar attı. Ve biz bütün bu “anlaşılmazlık”lara rağmen ne demek istediğini anladık. 

Oyun, modunu nasıl etkiledi?

Oyundan çıktığımdan beri düşüncelerimi durduramıyorum. İzlerken ne tuhaf dediğim şeyler, üzerine düşündükçe anlam kazanıyor.

Bunu seven şunları da sever 

Bu oyunu sevenlerin yine Euripides Laskaridis’in Elenit isimli oyununu, Anthony Drewe tarafından yazılan Soho Cinders müzikalini ve çağdaş tiyatro ve performans topluluğu Nova Melancholia tarafından Hypnos Projesi kapsamında sahnelenen Geoger Bataille’in The Dead Man isimli oyununun aynı adlı özgün yorumunu da seveceğini düşünüyorum. 

Formu dolduran: İklim Özergün
Giriş görseli: Elina Giounanli