Toplumun eşiğinden: Masaru Tatsuki

Japon fotoğrafçı Masaru Tatsuki insanları, gelenekleri ve hızlı gelen değişimlerin ardında bıraktıklarımızı anlamak adına çalışıyor. Çektiği fotoğraflar, toplumun uç noktalarında yaşayanların hayatlarına odaklanıyor ve sade kompozisyonları onların yaşantılarını bize gösterişsizce tanıtıyor. Fotoğrafçının 2007 yılında tamamladığı Decotora serisi, Japonya’da gecenin karanlığında bayram ışıkları gibi parıldayan süslenmiş kamyon geleneğine odaklanırken, onu takip eden Tohoku serisinin merkezinde, ülkenin kırsal kesimindekilerin ırak yaşantıları var. Masaru Tatsuki’den hikâyesini dinledik.

Röp: Leyla Aksu

Seni fotoğrafçılığa ilk iten neydi? Fotoğraf çekmeye ne zaman ve ne şekilde başladın? Bir süre filmle ilgili bir işe girmek istiyordum çünkü küçüklüğümden beri filmleri sevmişimdir; her ne kadar çoğu çocukların hasret kaldığı, anlaşılması kolay, basit Hollywood filmleri olsa bile. Liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gitmek yerine Tokyo’da ufak bir film yapım şirketinde çalıştım. Orada çalışmak eğlenceliydi, ama buna rağmen öğlen molasında bir kitapçıya uğradım ve başka bir olasılığın beni çekmeye başladığını fark ettim. Bu Diane Arbus’un kendi adını taşıyan fotoğraf kitabıydı. Fotoğrafları tavrını yansıtıyordu. Fotoğraf makinesiyle toplumun ve halkın derinliklerine inmenin yolunu bulmuştu ve beni fotoğrafçı olmak için aydınlatıyor ve teşvik ediyor gibiydi. Asıl beklediğim filmle ilgili bir işti, fakat yalnızca bir yılın ardından o işi bıraktım ve içgüdüsel şekilde fotoğrafçı olmaya karar verdim. Ben sanırım hep ”toplum” ile ilgili şüpheleri olan bir çocuk oldum. Mesela, Japonya’da çoğu insan toplumda başarının sıralaması yüksek bir lise veya üniversiteye girip sonra büyük bir şirket için çalışmak, evlenmek, büyük bir ev ve şık bir araba satın almak olduğunu düşünüyor. İnsanların kendi kararları yerine toplum içerisinde onlara dayatılan bir şeyin hayatlarına yön verdiği bu durumla ilgili şüphelerim vardı.

Bize çalışma sürecini biraz anlatabilir misin? Herhangi bir projenin konusuna veya zaman çerçevesini nasıl belirliyorsun?
Ben öncelikle Japon’um. Bu değişmez bir gerçek, fakat bu uyruk tarafından bağlanmış olduğum anlamına gelmiyor. Sadece doğduğum ve hâlâ yakın bağlarımın bulunduğu yere odaklanıyorum. Projem için bir konu bulduğumda en önemli şey kontrollü ve katı ülkeme toplumun eşiğinden bakıp onu hissetmem. Örneğin, bu şekilde insanların antik çağlardan beri sürdürdüğü yönlerini görüp hissedebiliyorum.

Projelerimin üzerinde harcadığım zamanın süresinin benim kararım olmaması gerektiğine ve fotoğrafa konu olanın bu konuda yetkili olması gerektiğine inanıyorum. Ben her zaman fotoğraf çekme fırsatı verilmiş konumundayım. Kesinlikle sürekli olarak benimle konumun arasındaki sınırın bilincinde olmam lâzım. Aynı zamanda sabırlı olup fotoğraf çekme şansını beklemem lâzım.

bant-41-decotora018

Geceyarısı Hükümdarı, 2002, Shiga

bant-41-decotora041

Kamyon şoförü ve oğlu, 2004, Chiba

Decotora serisi için ilham ilk nereden geldi?
Süslenmiş kamyonların konusu açılmışken, 1970’lerde Japonya’da Torakku Yaro (Kamyon İşçileri) adında başarı yakalayan 10 filmlik popüler bir seri vardı. Ama 1974’te doğduğum için onları zamanında görememiştim.

Hâlâ sıklıkla bir sürü kamyonun ulusal otobandan gürleyerek geçişini hatırlayabiliyorum. İlk süslenmiş kamyon gördüğümde gerçekten hayrete düşmüştüm. Bir süre sonra da sürücülerin kamyonlarının içerisinde hayat bulan gururlarını ve duyarlılıklarını anladım ve fotoğraflarını çekmeye başladım.

Süslenmiş kamyonlar yalnızca gecenin karanlığıyla değil, aynı zamanda şoförleriyle de yüksek bir kontrast yakalıyorlar ve sen bu karşıtlığı sürücülerin gururunun bir ifadesi olarak betimleyerek barıştırıyorsun. Bu görüşü fotoğrafların kendisine nasıl aktardın?
Ben bu kamyonlarla tanıştığım sürücülerinin ortak bir yönleri olduğuna inanıyorum. Süslenmiş bir kamyonun gecenin köründe göz kamaştıran parlayışının oluşturduğu yüksek kontrastlı görsel, son derece acımasız koşullarda hayatta kalan kamyon şoförünün suratında güneşi yansıtan terinin bir aynası. Bunların ikisi de yakalamaya çalıştığım estetik fenomenler.

Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayarak Bant Mag. No:41’e ulaşabilirsiniz.