Animasyon sanatçılarına sorduk: Zihin açan izlenceler

Fransız fen öğretmeni ve mucit Charles-Émile Reynaud, buluşlarından biri olan sinemada canlı resim tekniğini tam 130 sene önce bugün paylaşmıştı. Geçen zaman içinde, birbirinden oldukça farklı metotlarla üretilmiş türlü animasyon film ile görsel belleklerimiz zenginleşmeye, hayal gücümüz genişlemeye devam etti. Bu kurgu evrenlerin dibine doğru merakla dalmak birçoğumuz için büyük zevk, biliyoruz.

Reynaud’nun öyküsünden ilhamla 2002’den bu yana her yıl 28 Ekim’de kutlanan Uluslararası Animasyon Günü’nde, konunun profesyonellerinden birtakım öneriler toplayalım istedik. İllüstrasyonlarına Bant sayfalarından âşina olduğunuz, en son kendi grubu Hav Hav!’ın “Havlıyor Köpekler” parçası için bir animasyon klip hazırlayan Mert Tugen, Can Güngör’ün “Sesini Ver” videosundan anımsayabileceğiniz Zeynep Aslanoba, kısa filmi Kuru Kabus ile Canlandıranlar Uluslararası Film Festivali’nde ödüle uzanan Lordlar Sofrası ve yakın zamanda Who Am I? adlı animasyon kısasını yayımlayan Nur Özkaya’ya; “İzleyince aklım çıkmıştı, bayılmıştım” dedikleri animasyon yapımlarını sorduk. 

Mert Tugen yazdı: Les triplettes de Belleville

Ben ortaokuldayken, yıl 2005 ya da 2006 olabilir, babam mahalledeki bakkaldan,  gazetelerin zaman zaman verdiği CD’lerden alıp getiriyordu. Les Triplettes de Belleville Gaziantep’teki o bakkala nasıl ulaştı bilmiyorum ama o gün açıp izlediğimizi hatırlıyorum. Normalde televizyonda hep, o dönemin bütün çocuklarının izlediği çizgi diziler ve Disney animasyonları gördüğüm için bu film, açar açmaz küçük bir şok yaşatmıştı. O kadar şaşırmıştım ki hatta bazı karakterler ve görüntüler hâlâ çok net bir şekilde aklımda. 

Daha önce izlediğim hiçbir animasyona benzemiyordu öncelikle. Disney karakterlerine çok alıştığımı düşünürsek; karakterlerin çizimleri, yüz hatları, dişleri ve sesleri hem çok rahatsız edici hem de çok güzel gelmişti. Karakterlerin tek bir kelime etmemesi, renklerin, mekânların karanlığı, bir sürü detay ve garip de bir hüzün vardı filmde. 

Ne kadar etkilendiğimi şöyle tarif edebilirim: Çizim yapmaya başlamama sebep olmadı belki ama animasyon bölümününü seçmemdeki sebeplerden birisiydi. Zaten amatörlükten sıyrılıp çizdiğim ilk seriye şimdi dönüp bakınca detaylardan, renklerden ve çizgilerden ne kadar etkilendiğim açıkça görülüyor. (Burada bahsettiğim işler Behance hesabımda duruyor.) Büyüdükçe de uzun bir süre Fransız animasyonlarının ve Sylvain Chomet filmlerinin büyük savunucusu olmaya devam ettim.

Zeynep Aslanoba: The Bigger Picture

Daisy Jacobs’un The Bigger Picture adlı kısa filmi. Stop motion tekniğiyle çekilen animasyondaki bütün karakterler, objeler, mekânlar alışılanın aksine minyatür değil, gerçek boyutlardalar (life-size). Daisy Jacobs bütün karakterleri, mekânın duvarlarına resim yaparak hayata geçiriyor ve canlandırıyor. Mekânı doldurmak için kimi zaman gerçek hayattan üç boyutlu objeler kullanılırken kimi zaman Chris Wilder tarafından, papier-mache’den yapılmış replika objeler/ uzuvlar kullanılıyor. Bu animasyonla nerede karşılaştığımı hatırlamıyorum ama baş altı sene önce gördüğümden beri arada açıp hem filmi hem de making of’unu izlerim. Aklımda bu kadar yer etmesinin sebebi 2D ve 3D’yi gerçek bir mekânda, hiç görmediğim gerçek boyutlarda birbiriyle etkileşime geçirdiğini görmekti. Bu filmden kaptığım birçok tekniği ileride kendi işlerimde de kesinlikle denemek istiyorum. Mizahı sadece senaryoda veya görsellikte değil, teknik detaylarda ve prodüksyonda da kullanmak istiyorum.

Lordlar Sofrası: Nickelodeon kuşağı

Tek bir animasyon değil de 90lar ve 2000’lerin başlarındaki Nickelodeon çizgi filmleri sanırız bizi en çok etkileyen işler oldu. Örneğin; Rugrats, Aaahh!!! Real Monsters, Hey Arnold!, Life With Loopy, CatDog gibi çizgi diziler. Hepimiz 90’larda doğduk ve herhâlde kablolu TV’de Nickelodeon kanalını keşfettiğimiz ilk an, hepsiyle ilk karşılaştığımız zamandı. Bazen kendi aramızda hepimizin ortak olarak hayattan en çok zevk aldığı dönemin, bu çizgi filmleri keşfedip izlediğimiz dönemler olduğunu konuşuyoruz.

Bizce bu çizgi filmlerin hepsinin garip bir şekilde creepy denebilecek bir tarafı vardı. Karakterler, absürt stilde çizimler ve hikâyeler… Şu an çocuk çizgi filmleri bu şekilde üretilmiyor gibi gözlemliyoruz ama belki de büyüdük ve onlara creepy gelen şeylerin ne olduğunu anlamıyoruzdur.

Bu çizgi filmler bizi fikir ve stil açısından bayağı etkiledi sanırız. Mesela Prometheus and Bob diye kısa bir seri vardı, aşırı absürt bir fikirdi. CatDog da öyle. Bunlar bizim de yarattığımız fikirlere temel oldu. Mesela şu an 3D veya rig kullanarak animasyon yapmak daha hızlı olsa bile, bu animasyonların fikir estetiğinden çok etkilendiğimiz için geleneksel frame by frame 2D animasyonlar yapıyoruz.

Nur Özkaya: La Casa Lobo

La Casa Lobo (The Wolf House) adlı grotesk ögeler barındıran animasyon film beni can evimden vurdu açıkçası. Şu ana kadar izlediğim en karanlık ve güçlü animasyonlardan diyebilirim. Stop motion tekniği ile yapılmış olan bu animasyon birebir gerçek ölçüler kullanarak üretilmiş. Açıkçası çok büyük bir emek olduğunu düşünüyorum. Bir peri masalından yola çıkarak üretilen bu animasyon, travmatize olmuş küçük bir kız çocuğunun yaşadığı olayları çarpık bir şekilde anlatıyor. Peri masalı kalıbını yıkıp, bu masalı görseller ile kâbusa çeviren harika bir film. 

Bu filmin hafızamda çok büyük yer edinmesinin nedeni, görsel anlatımdaki güçlü imgeler ve sürrealist görseller. Magritte ve Dali gibi birden fazla referansı içinde barındırırken, görsel takibi de zorlaştıran teknik beni içine çekti. Bu film, temel film oluşturma ve animasyon kurallarının her zaman geçerli olmadığını, üretim sürecimde ve yaklaşımımda daha da özgür olabileceğimi gösterdi bana.