Williams kardeşlerin babasına odaklanan “King Richard”, gözünü ödül sezonununa dikti

Rick Macci: Elinde bir sonraki Michael Jordan olabilir.
Richard Williams: Hayır, elimde ondan 2 tane var.

Will Smith’in iddialı bir prodüksiyonda, tenis dünyasının yıldızları Serena ve Venus Williams’ın babasına hayat verdiği King Richard’ın fragmanında bu sözleri söylüyor Richard Williams. Kızlarına, dünyanın kendi ismine hiçbir zaman saygı duymadığını fakat onlara duyacağının sözünü veriyor. Korta her çıktıklarında, aslında gezegendeki tüm Siyah kızları temsil ettiklerini hatırlatıyor bir yandan.

Ödül sezonunda sıklıkla karşımıza çıkması beklenen King Richard, Williams kardeşlerin çocukluk yıllarından başlayacak ve baba Richard’ın sıkıntılı geçmişini geride bırakıp kızlarına bu spora adanmış bir hayat inşa etme çabasını gözler önüne serecek. Kızları henüz 4 yaşındayken, profesyonel tenisçi olabilmeleri adına Richard Williams’ın yaklaşık 80 sayfalık bir plan çıkardığı efsanesi, spor dünyasında çokça anlatılır. Kesin bir vizyon ve alışılagelmemiş yöntemlerle ilerleyen Williams, onları Compton sokaklarından küresel spor sahnesine çıkarmış ve 2 efsanenin eğitmeni olarak tenisi sonsuza dek değiştirmişti.

Will Smith bu kez şeytanın bacağını kırabilecek mi?

Oscar’dan yana yüzü gülmeyen oyunculardan Will Smith, ödül sezonlarında sıkça kampanya yapmasına rağmen Ali (2001) ve The Pursuit of Happyness’teki (2006) performansları haricinde Akademi’nin radarına girememişti. Öyle ki bir başka biyografi olan (bu kez tıp alanında çığır açan çalışmaları bulunan Doktor Bennet Omalu suretindeydi) Concussion’daki oyunu, “Oscar fazla beyaz” tartışmalarının fitilinin ateşlendiği 2015 senesinde adaylığı kaçırmış; nihayetinde partneri Jada Pinkett Smith başta birçok isim Akademi’yi boykot ettiğini duyurmuştu. King Richard ile şeytanın bacağını kırılabilecek mi, hep birlikte göreceğiz.

Filmin rejisi, bağımsız sinemanın umut verici isimlerinden birine emanet: Stone Cars (2014) isimli kısasıyla Cannes, Stop (2015) ile de Tribeca seçkisine sızan; polis şiddetini işlediği ilk uzun metrajı Monsters and Men (2018) ile Sundance Film Festivali’nden Jüri Özel Ödülü ile dönen Reinaldo Marcus Green. Eşcinsel olan çocuğunun okuldaki zorbalar nedeniyle intihar etmesinin ardından protesto yürüyüşü yapan bir ebeveyni takip eden Good Joe Bell’in ardından, bir kez daha kamerasını bir babaya çeviriyor Green. Senaryo ise şu aralar Creed III’yi de yazmakta olan Zach Baylin’in kaleminden.

Serena’ya Demi Singleton, Venus’e Saniyya Sidney hayat verirken kadroda ayrıca Aunjanue Ellis (Lovecraft Country), Jon Bernthal (The Punisher), Tony Goldwyn (Scandal) ve Dylan McDermott (American Horror Story) gibi isimler dikkat çekmekte. King Richard’ın Türkiye’de 19 Kasım 2021’de vizyona girmesi bekleniyor.

Yakın tarihten, tenis dünyasını odağına almış 3 kurmaca film

Wimbledon (2004) veya çok daha geride gidersek Hard, Fast and Beautiful’u (1951) dâhil edebileceğimiz bu konsept için son yılların hatırda kalan 3 tenis filmini seçtik.

Borg McEnroe (2017)

Yönetmen: Janus Metz

Björn Borg ve John McEnroe’nun özellikle 1980’deki Wimbledon turnuvası çevresinde gelişen, spor dünyasının gelmiş geçmiş en şiddetli rekabetlerinden birinin perde arkası. Borg, 5. Wimbledon galibiyeti için savaşıyor; John McEnroe ise henüz 20 yaşında. Shia LaBeouf ile İsveçli oyuncu Sverrir Gudnason’un suretinde hayat buluyorlar.

Battle of the Sexes (2017)

Yönetmenler: Jonathan Dayton, Valerie Faris

Eski şampiyon Bobby Riggs, tüm kibri ve cinsiyetçiliğiyle dünya kadınlar seribaşı Billie Jean King’e meydan okuyor ve 1973’te televizyonun en çok seyredilen spor olayı, hafızalara (ve kayıtlara) “cinsiyetler savaşı” olarak geçiyor. Little Miss Sunshine’ın yönetmenleri dümende, Emma Stone ile Steve Carell başrolde.

7 Days in Hell (2015)

Yönetmen: Jake Szymanski

John Isner ve Nicolas Mahut arasındaki, 3 gün süren Wimbledon maçını hatırladınız mı? Andy Samberg ile Kit Harington’ın hayat verdiği kurgusal tenisçilerin maçı ise 7 günü buluyor. Üstelik bir Serena Williams cameosu dahi var. Her ne kadar bir TV filmi olsa da -HBO etiketi taşıyan- bu spor komedisi de es geçilmemesi gerekenlerden.