Hikâye muğlak bir kavram: Yalan Dolan

Yazı: Korcan Derinsu

İtalyan edebiyatının genç seslerinden Veronica Raimo’nun, “kurmaca ile otobiyografinin sınırlarının birbirine karıştığı bir anlatı, kalabalık ortasında atılan müstehzi bir kahkaha” sözleriyle tarif edilen Yalan Dolan adlı romanı, tazecik yayınevi Medusa etiketiyle Türkçede.

Ne hakkında? Hikâye ne? 

Tüm metin, 40’lı yaşların başında yazarlık yapan bir kadın olan Verika’nın (annesi yazarı böyle çağırıyormuş) kendi ağzından anlattığı anekdotlardan oluşuyor. Kontrol hastası babasından ve kaygı yumağı annesinden söze başlayan Verika, genelde çocukluk, ergenlik, ilk gençlik yıllarını anlatıyor. Bunu yaparken, hayatın içinde olan her şeye (aşklar, arkadaşlar, hayaller, hayal kırıkları vs.) güzelce değiniyor.

Zaman dilimi ve mekân 

Günümüze pas atsa da ağırlıklı olarak 80’ler, 90’lar ve 2000’ler başındayız. Mekânımız da kısa Berlin molalarını saymazsak, Roma.

Okumadan önce bilmemiz gerekenler 

Yalan Dolan, 2024 Uluslarası Booker Ödülü Uzun Listesi’ne seçilen 11 kitaptan biri ve aynı zamanda toplamda 100 bin satmış bir “çok satan”.

Veronica Raimo, yazarlık dışında aynı zamanda çevirmenlik de yapıyor. F. Scott Fitzgerald, Octavia E. Butler, Ray Bradbury ve Ursula K. Le Guin, eserlerini İtalyancaya çevirdiği yazarlardan bazıları.

Kitapta adı geçen abisi Christian Raimo da yazarlık yapıyor. Yalan Dolan, sadece kadın yazarların eserlerini yayımlayacak olan Medusa Yayınları’nın ilk kitabı. Kitabın çevirmeni ise Italo Calvino, Cesare Pavese, Dino Buzzatti gibi İtalyan yazarları dilimize kazandıran Eren Cendey.

Kitaba dair en çok neyi sevdin?

Yazarın kendine has muzip bir tonu var. En çok buna bayıldım. Şöyle ki yazarın içinde büyüdüğü aile oldukça sorunlu aslında. Roma’da yaşamalarına rağmen Çernobil faciasından sonra üç yıl çocuklarının sokakta oynamasına izin vermeyen bir anne ve baba var diyeyim, gerisini siz düşünün. Buradan çıkacak hikâye, başka bir kalem tarafından anlatılsa hayli depresif olabilecek potansiyelde. Ancak burada asla öyle değil. Yazarın öyle güzel, alaycı bir üslubu var ki en hüzne boğulacak anda bile hızlıca duyguyu değiştirebiliyor. Ne okursak okuyalım, her şeyin altında tatlı bir tebessüm var sanki. Bu da kitabı biricik kılıyor bence.

En az neyi sevdin?

Yazarın gerçekle kurgu arasında gidip gelen bir metin yaratma çabası var. Ara ara bundan bahsediyor da zaten. Mesela abisinin gerçekliği dışında aile fertlerine dair bir bilgimiz yok. Yani bir otobiyografi okuduğumuzu düşünüyoruz ama öyle olmayabilir de. Tüm anlatılanlar yazarın -tıpkı çocukken can sıkıntısını geçirmek için yaptığı gibi- uydurduğu hikâyelerden biri de olabilir. Bu belirsizliğin altının biraz daha çizilmesi iyi olabilirmiş sanki.

Yazıma dair neler söyleyebilirsin? 

Yalın bir dille yazılmış, son derece akıcı anlatımı var kitabın. Başı sonu olan bir hikâye anlatmaktansa, ufak hikâyecikler anlattığı için bu tercih çok önemli. Özellikle kısa cümlelerin kullanılmış olması, bölümlerin de kısa tutulması metinden kopmamayı sağlıyor. Aynı şekilde en ciddi şeylerden bahsederken bile dibe gömülmüş bir mizah seziyoruz. Bu mizahın hissedilmesi için de belli bir ritme ve sadeliğe ihtiyaç duyulduğunu düşünüyorum. Yazar bunun dengesini çok iyi kurmuş.

Kısa sürede sürüklenerek mi okudun? Yoksa biraz sürünerek mi? 

Bazı kitaplar okuyucunun elinden tutup “Hadi gel koşalım.” derler ya, Yalan Dolan da bu türden bir kitap. Bu yüzden bitirmem iki üç saati bile bulmadı. Tadı damağımda kaldığı için “Keşke biraz daha yavaş okusaymışım.” dedim sonrasında.

Çok etkilendiğin / dönüp tekrar okuduğun bölüm(ler) oldu mu? 

Kitapta öyle ansızın, öyle çaktırmadan tebessüm ettiren bazı cümleler ve paragraflar var ki özellikle bunları iki üç kez okuduğum oldu. Tekrar okumada yeniden tebessüm edince, metne daha da çok bağlandım. Kitabı beğenmemin altında yatan sebeplerden biri de bu belki.

Kitap, modunu nasıl etkiledi? 

Uzun zamandır bu kadar “hafif” ama iyi hissettiren bir şey okumamıştım. Bunun bir sebebi yazarın muzipliğiyse bir diğer sebebi de merkezde Akdenizli bir ailenin olması kuşkusuz. Aile dinamikleri, karakterler, yaşananlar (bazıları ne kadar arızalı olursa olsun) fazlasıyla tanıdık ve samimi. Bu da ister istemez pozitif bir etki yaratıyor.

Okurken hiç Google’ladığın şeyler oldu mu? 

Her zaman olduğu gibi yine adı geçen yerlere ve yazarın fotoğraflarına baktım. Kitabı bitirdikten sonra ise “Anlatılanların ne kadarı gerçek acaba?” diyerek, yazarın ailesine ulaşmaya çalıştım ama abisinin gerçekliği dışında bir şey öğrenemedim. Belki de böylesi daha iyidir, kim bilir.

Kitabın ismi hakkında ne düşünüyorsun?

Kitabın orijinal ismi Niente Di Vero, Türkçe’deki ismi Yalan Dolan’la çeviri olarak hemen hemen birebir örtüşüyor. Tam da yazarın gerçekle kurgu arasında yaratmak istediği belirsizliğe uygun, oyunbaz bir isim bence. Yani anlatılan bir otobiyografi ama daha en başından, ismi her şeyin “yalan dolan” olduğunu iddia ediyor.

Bu kitabı seven şunları da sever  

Kitabı okurken en çok Natalia Ginzburg’un Aile Sözlüğü romanını düşündüm. Aile Sözlüğü kuşkusuz daha politik bir metin ama farklı zaman dilimlerinde geçmesine rağmen özellikle anne ve baba karakterleri iki romanda da fazlasıyla benziyor. Bir de belki görece alakasız bir benzetme olacak ama aklıma bol bol Fleabag geldi okurken. Phoebe Waller-Bridge bu romanı okusa kesin beğenirdi diye düşündüm.

Yazara bir soru soracak olsan ne olurdu?

Pizza, yazarın “Neden bilmem, hayatımın en dramatik anlarında kendimi hep pizza yerken buluyorum.” cümlesinde ifade ettiği gibi her dramatik dönüm noktasında benim de başvurduğum bir yiyecektir. Bu yüzden favori pizzacısını sormak isterdim sanırım.