Yukimi, Ela Minus ve bu hafta başka ne dinlesek?

Yazı: Elif Öz, Şevval Öztemur, Tuana Özcan, Utkan Çınar, Zeynep Naz Günsal

Little Dragon solisti  Yukimi, ilk solo albümünden iki tekli birden yayımladı. 10 parçalık yeni Ela Minus harikası, bir elektronik isyana ses veriyor. Mevzu Records ailesinin yeni üyesi nazire’nin hassas melodileri eşliğinde kendinizi sorguya çekmek mümkün.

Taze yayımlanmış albüm ve teklilerden hazırladığımız güncellenen çalma listemiz sizi bekliyor.


TEKLİ: Yukimi – Sad Makeup / Winter is Not Dead
(Ninja Tune / GRGDN Müzik)

Little Dragon solisti Yukimi ilk solo albümü için kolları sıvadı. İki parça birden paylaşanmüzisyen, ikisine de kendinden ve hayatından ayrı ayrı şeyler katmış. Üzgün olduğunda bu hissi bastırmaya çalıştıkça etrafındakilerin bunun daha çok fark ettiğini, dolayısıyla üstünü kapatmaya çalıştığı hissin gittikçe güçlendiğini fark etmiş ve tatlı bir indie  folk numarası olan “Sad Makeup”ta bundan bahsediyor. “Winter Is Not Dead” ise bizi Yukimi’nin evi olan İsveç’in uzun kışlarına, daha doğrusu kışın görmediğimiz kısmına, karın altında hâlâ büyümeye, işlemeye ve bahara hazırlanmaya devam eden yer altı hayatına götürüyor. Doğanın bu mekanizmasını akıllıca kendi için bir analojiye çeviren Yukimi, kendisinin de dışarıdan durağan gibi görünse de aslında sürekli bir dönüşüm ve gelmekte olan sezona hazırlık içinde olduğuyla ilgili. Müzisyenin vokallerinin parladığı beste biraz daha kalabalık bir orkestra ve katmanlı bir aranjmana ev sahipliği yapıyor. 

TEKLİ: Ora The Molecule – Intergalactic Dance
(Mute)

“Bu gezegendeyken özür dilemeden kendiniz olma çağrısı. Bu bir uyanış çağrısı… Öyleyse dans edin, galaksiler arası dans, sizin dansınız.” Norveçli müzisyen Nora Schjelderup, Ora The Molecule olarak diskografisinin ikinci (ona göre ilk) albümü Dance Therapy için geri sayımda. “Løveskatt”ı takip eden “Intergalactic Dance” teklisi hislerin akışkan, eklem hareketlerinin minik minik yaşam ile özgürlük arasındaki yere doğru genişlediği piste fütüristik disko seslerine karışan elektronik yapısıyla çağırıyor.  Bir de klibi var. Uzaklarda değil, hemen burada.

TEKLİ: Tim Hecker – Sunset Key Melt
(Kranky)

Derinlikli, yoğun ve zamanlar ötesi kompozisyonlarıyla tanınan Tim Hecker, geride kalan beş yılda çeşitli film ve dizi projeleri için bestelediği fakat kullanılmayan parçaları tek albümde topluyor. Shards adını verdiği koleksiyondan paylaştığı “Sunset Key Melt”, Hecker’ın soyut kurgular tasarlama konusundaki yetisini bir kez daha gözler önüne seriyor. Silik piyano yürüyüşü etrafında şekillenen parça ilerledikçe yayıldığı alanın da genişlediğini hissediyorsunuz. Denizin ortasında halkalar çizen görsel eşlikçisi de hemen burada.

ALBÜM: Kele – The Singing Winds Pt. 3
(Kola)

Dört bölümden oluşacak “The Elements” albüm serisinin üçüncüsü The Singing Winds Pt. 3, Bloc Party grubundan tanışık olduğumuz Londralı müzisyen Kele Okereke’nin karantina zamanı mutfağında pişenlerin bir diğer durağı. Enstrümantal elektronik tınılardan Güney Afrika dans estetiğine uzanan atmosferi, Kele’nin aşklarını, geçmişini, bunalmışlıklarını ortaya döküyor. O anlattıkça genişleyen parçalar sırtında birikenleri dökmüş ve rahat nefes almış bir karakter katıyor yolculuğa.

TEKLİ: Jason Isbell – Bury Me
(Southeastern Records)

Bu aralar her yerden bir country albümü çıkacak gibi duruyor. En son Ringo Starr bile bir tane yaptı. Yıllardır Americana ve Roots Rock çevrelerinde üreten Isbell ise bu furyaya katılmayı gerçekten hak eden bir isim. 7 Mart’a tarihlenen Foxes in the Snow’dan gelen ilk tekli tam bir klasik country numarası. Isbell’in biraz aksan da konuşturduğu şarkı türün 100 yılı aşan geçmişinin ögelerini de kullanıyor. Uzun süredir beraber çalıştığı grubu the 400 unit’i bu albüm için bir kenara bırakmış ve solo takılıyor. Dediğimiz gibi country’nin yapanı çoktur ama hakkını vermesi zordur. Isbell bunlardan biri. Kendisinin Martin Scorsese’nin son filmi Killers of the Flower Moon ile oyunculuğa da başarıyla adım attığını hatırlatmalı. 

TEKLİ: Babe Rainbow – Like cleopatra
(p(doom) records)

Avustralyalı psikedelik pop grubu Babe Rainbow’un yeni uzunçaları Slipper imp and shakaerator’dan ilk tadımlık. Grup, rahat hissettikleri alanlarından çıkmıyor fakat 80’lerin funk’ı ile groovy ritimlerin birleşimi ile iyi bir zaman vadediyor. Nostaljik bir dans pisti havası sunan parçanın teması hakkında Babe Rainbow üyeleri de şöyle demiş:  ”Komşumuzun inekleri süt vermeyi bırakınca ‘Cleopatra’nın Banyo Sütü’ isimli sütten içmek zorunda kaldık. Şarkının temasını açıklıyor gibi geldi bize, ‘Ya kocaman bir yudum alın ya da asla tadına bakmayın.’”

TEKLİ: nazire – some thoughts
(Mevzu Records)

Aynaya bakakalıp geçmişinizi, bazı kararlarınızı, dönüşümlerinizi düşünmeye daldığınız anlar yaşıyorsunuzdur. Artık bu tanıdık hâlin bir şarkısı var. İstanbullu bedroom pop müzisyeni nazire, “some thoughts” adını verdiği ilk İngilizce sözlü şarkısında başka bir ilke daha imza atarak stüdoyda başka müzisyenlerle yapılmış kayıtları da denkleme katıyor. Mehmet Korkmaz, Barış Yalaz ve Zeynep Oktar’ın katkılarıyla hayat bulan parça, şu sıralar hazırlıkları süren bir EP’nin de habercisi.

TEKLİ: Marie Davidson – Demolition
(DEEWEE & Because Music)

Gözlemsel ve içe bakan hikâyeciliğin koyu bir mecrada, cüretkâr bir outsider kişilikle bileşimine süper bir örnek olan Fransız-Kanadalı prodüktörün 28 Şubat’ta çıkacak sıradaki uzunçaları City of Clowns’dan dördüncü, bu yılın da ilk single’ı. Davul makinesi vuruşlarıyla pek retro bir mecrada, minimal ama vurgulu düzenlemede bir parça. Sürüşü gerçekten zevkli. Endüstriyel bir enerjisi yok değil fakat daha çok gotik tarafa da kayar gibi. Daima kendi karanlık prizmasından geçirerek değişik tonlarda dans müziği yapmaya devam eden Davidson’ın bundan evvelki işi Renegade Breakdown (2020) olmuş, yakın zamanda Curses, Moderat gibi isimlerle minik takılınmalarda bulunmuştu. Altıncı solo albümünd Soulwax’in (albüm de kendisinin etiketinden) ve ikili Essaie pas’dan ortağı, aynı zamanda hayat arkadaşı Pierre Guerineau’nun da desteği mevcut.

TEKLİ: Porridge Radio – Don’t Want To Dance
(Secretly Canadian)

2020 Mercury Prize adaylığıyla indie rock sahnesinin göz bebeği hâline gelen Brighton çıkışlı Porridge Radio, bu ani tanınmışlıkla gelen yükün onları yıprattığını sıkça dile getirmişti. Geçtiğimiz sonbaharda yayımlanan dördüncü albüm Clouds In The Sky They Will Always Be There For Me ile bu duygusal yük ve benzerlerini şarkılaştıran grup, şimdi veda EP’si The Machine Starts to Sing ile kapanışa hazırlanıyor. Koleksiyonun ilk teklisi “Don’t Want To Dance”, solist Dana Margolin’in kendisini tüketen döngüyü sorguladığı, içe dönük bir yüzleşme. Akustik minimalizmin sakinliğinde yükselen parça, öfkesini yer yer belli ediyor. Margolin’in “Denemek için artık çok geç, ama denemeyi bırakmadım… Ve dans etmek istemiyorum ama yine de dans etmeye devam ediyorum.” sözleri, grubun vedasına bir anlam katıyor. The Machine Starts to Sing, dört yeni şarkısıyla 21 Şubat’ta yayımlanacak. Porridge Radio’nun son turnesi kapsamında mayıs ayında İstanbul’da sahne alacağını da hatırlatalım, kaçırılmamalı.

ALBÜM: Ela Minus – DÍA
(Domino Recording / GRGDN Müzik)

Kolombiyalı müzisyen Ela Minus; soğuk, kararlı, mücadeleci hâlde hayatı anlamlandırmak için ne yapacağını çok iyi biliyor: Onu yıkmak. Her şeyi parça parça etmenin özgürleştirici ve ait hissettiren yanını anlatan DÍA ile yalnızlık, acı, inanç, aşk gibi tüm yaşam deneyimlerini uğultulu synthlerin, cızırdayan robotik estetiğinin içine atıyor, yakıyor ve alevleriyle dans ediyor, ettiriyor. 10 parçalık bir elektronik isyana ses veren koleksiyon gecenin, cesaretin ve sahiden bir şeyler hissetmenin gücünü yaşatıyor. “Dizlerimin üstündeyim. Bir inanç bulamadım. Yine buradayım. Her şeyi kırılıncaya kadar büküyorum.”  

TEKLİ: Monde Ufo – 119
(Fire Records)

Los Angeles’tan bizlere müziklerini gönderen Ray Monde ve Kris Chau ikilisi 7 Mart’ta çıkacak yeni albüm Flamingo Tower’ın müjdesini vereli oluyor. İkinci tekli ilkine göre daha deneysel, daha krautrock veya psikedelik tatlarda diyebiliriz. Tiz davullar şarkının lokomotifliğin üstlenirken arada sizi okşayan gizemli saksafon melodilerinin sakin vokallerle oluşturduğu birliktelik ilgi çekici. Eklektik bir albüm gelecek gibi. Monde Ufo ile tanışmanın zamanıdır.

TEKLİ: DJ Koze – Unbelievable (feat. Ada)
(Pampa Records)

Stefan Kozalla’nın farklı dokular arasında dolaşan, duyusal ve uzamsal aşk parçası, “Piyasadaki en güçlü yasal uyuşturucu, varlığından bile haberdar olmadığınız kozmik bir sinaps rodeosu” şeklinde bir iddiayla tanıttığı sıradaki albümü Music Can Hear Us’tan geliyor. Klasik sözler ve grenli bir kayıt üstüne minimal beatlerle dokunarak nostaljik tarafına baya eğilinmiş ama psikedeli ve technodan fazlasıyla nemalanan bir tekli. Efsane denebilecek Alman elektronikçi Ada’nın rahat olduğu kadar niyetli ve alımlı vokali yarı sample yarı akış edasında. Alacalı tribal maskelerle urban ortamın buluştuğu mistik ve alacalı klibi ise tam şurada.

ALBÜM: Mac Miller – Balloonerism
(Warner Records Inc.)

Yedi yıl önce aramızdan ayrılan Mac Miller’ın Circles (2020) ardından arşivlerden çıkarılan ikinci albümü. Hayatının en karanlık dönemlerinde bile bu denli ayrı ve özel bir iş çıkartmış hâliyle öteki taraftan tekrar buruk ama emin bir selam çakan Malcolm James McCormick, Baloonerism üstünde GO:OD AM (2013) zamanları ve çoğunlukla 2014’te uğraşmış. Gişe gelirleri Pittsburgh’lü rapçinin adına şehrin genç müzisyenleri destek amaçlı kurulmuş fona gidecek aynı isimli bir kısa film eşliğinde, ölüm yıl dönümüden iki gün önce çıkan albüm, içeriği Mac’in ölümünden soyutlandığında da üzücü ve düşündürücü bir dinleti. Müzikal anlamda belki de en ruhani, “memento mori” işi. Bizi SZA, Thundercat gibilerinin on yıl öncesine götürmek işlevi de çok acayip. Buğulu ve bet yerleri olduğu kadar rahat ve havadar bir uzunçalar.

TEKLİ: Moreish Idols – Dream Pixel
(Speedy Wunderground / PIAS / GRGDN Müzik) 

İngiliz grubun yoldaki ilk albümünden paylaştığı yeni tekli, adının da işaret ettiği üzere bir rüyanın anlaşılmazlığına ve bilinçaltımızın zenginliğine yaraşır bir numara. İki sene önce Cornwall’da ışıldayan bir alg türü sayesinde fosforlu görünen denizde yüzen grup, parçanın hayattaki buna benzer, sanki bir rüya veya sistemde bir hata gibi hissettiren anları kutladığını söylüyor. Akustik gitarın ön planda olduğu bir kurguyla başlayan şarkı son düzlüğünde tam bir psikedelik manzara tasarlıyor; distortion artarken, sesler kesikleşiyor ve saksafon deliriyor. Yaşasın rüyaların saçmalığı!

TEKLİ: My Morning Jacket – Time Waited
(Ato Records)

My Morning Jacket’ın külliyatı mı yoksa grubun vokalisti ve bestecisi Jim James’in solo kariyeri mi diye sorsanız, hemen cevap vermek kolay olmaz. 90’ların sonundan beri müzik yapan grup 2010’ların başlarında James’in solo kariyerine odaklanmasıyla hızını düşürmüştü. 2020’lerde ise daha yoğun bir geri dönüş yaptılar. Son beş senedeki üçüncü albümleri olacak ve 21 Mart’ta yayımlanacak Is’den ilk tekli, klasik jam band-vari MMJ sounduna kıyasla daha çok James’in solo işlerinin tadında sanki. Bu da aslında güzel bir haber. Kuşağının en güzel seslerinden biri olan James’in vokali de her zamanki gibi şarkının yıldızı.


BONUS:
ALBÜM: ML Buch – Suntub Extras
(Bağımsız)

Danimarkalı müzisyen ML Buch 2023’teki harika albümü Suntub ile ortalığı güzel sallamıştı. Gitar kullanımına yeni bir soluk getiren, herhangi bir türe sığdırmanın abesle iştigal olduğu ses tasarımlarıyla hem eskiyi hem de günümüzü hem de geleceği aynı bir arada yaşatabilen Buch, o albümün kayıt sürecinde ortaya çıkmış skeçleri de aralık ayının son günlerinde sessiz sedasız paylaşmış. Vokal yok, hatta gitardan başka enstrüman bile çok az duyuyoruz. Gelgelelim bu haliyle bile gayet doyurucu ve etkileyici. An itibarıyla yalnızca YouTube’da.