Z Raporu: Şirin Sultan Saldamlı
Başta oyunculuk olmak üzere tiyatronun farklı alanlarında kariyer geçmişi bulunan Şirin Sultan Saldamlı, son yıllarda yer aldığı yapımlarla sinema ve televizyonda yükselen bir ivmeye sahip. Nadim Güç’ün bol ödüllü filmi Mukadderat, Aile dizisi ve Ferzan Özpetek’in yönettiği İstanbul Üçlemesi’nde karşımıza çıkan oyuncu, ekran yolculuğuna geçtiğimiz günlerde başlayan Başka Bir Gün’ün de kadrosunda yer ediniyor.
Şirin Sultan Saldamlı yanıtlıyor: Son dönemde sıkı takibe aldığın hesaplar? En son yaptığın yolculuk? Küçükken bir idolün var mıydı? Buyrunuz Şirin Sultan Saldamlı Z Raporu’na.
Gündemi en çok nerelerden takip etmeyi tercih ediyorsun?
Tabii ki sosyal medya artık hepimiz için vazgeçilmez hâle geldi bu konuda maalesef. Haber sayfalarını takip ediyorum, link varsa gazetenin kendi sayfasına geçiyorum. Bir de yazılı basının devam etmesini desteklemek gerektiğini düşündüğümden haftada bir mutlaka Oksijen alıyorum. O gazete kokusunu unutmamak gerekiyor bence; kokusunu almak, dokunmak, bunlar duyusal olarak haberlerle bağ kurmamı daha çok sağlıyor. Bir de ne olursa olsun bir gazeteyi baştan sona bitirmek, gündelik hayatta daha umutlu bırakıyor insanı. İlk sayfa başlıklar, sonra siyaset, sonra cinayetler derken sayfalar ilerledikçe konu kültür sanata, edebiyata, tarihe hatta burçlara geliyor ve bittiğinde seni umutla bırakıyor.
Televizyonda neler izliyorsun?
Yok ki! Filmler için bir projeksiyonum var.
Son üç yıldır yeni yıla girerken geri sayımı doğru yapalım diye “biri televizyonu açsın” demek dışında da kullandığım söylenemez. Sektörü takip etmem gerekiyor ama artık dizileri de reklamsız bir şekilde görmek için ertesi günü, bilgisayarımdan izlemeyi bekliyorum.
Son dönemde haberdar olduğun ve sıkı takibe aldığın hesaplar var mı?
Gezginleri, tur rehberlerini -ki özellikle Kerimcan Akduman’ı- çok beğenerek takip ediyorum. Maceracı bir ruhum var ama çılgın değil. Bu sebeple çılgın maceracı ruhlara karşı bir sempatim var diyebiliriz. Ayrıca giyimimden çok anlaşılmasa da modaya hep bir ilgim var. Sevdiğim markaları takip ederken, bir yandan da mesela Vogue moda editörü Ceylan Atınç’ı son dönemde takibe aldım. Zevklerini çok beğeniyorum – ki kendisini üç ay önce falan takibe almışımdır, yakın zamanda yani. Milli yüzücümüz Aysu (Türkoğlu) hep yakın takipte olduğum bir gurur kaynağımız. Yaşı, duruşu, giyinişiyle bu kadar disiplinli, düzenli, cesaretli biriyken bu işleri o yaşta yapmasıyla da gerçekten ilham verici bence. İki hafta kadar önce de mesela Yönetmen Yardımcıları Derneği’ni desteklemek ve haberdar olmak için takibe aldım, sektörün çalışma alanlarındaki herkese karşı böyle bir sorumluluk hissediyorum açıkçası. Bir avuç insan, bir avuç sudayız o yüzden diyorum ki: Hep, hep beraber.
Günde kaç saat, en çok hangi platformlarda vakit geçiriyorsun?
Instagram’a saat başı baksam da çok vaktimi almıyor açıkçası. Maksimum beşer dakika bakıyorum, hâliyle günde bir saatimi anca alıyor. Asıl cevap dijital film ve dizi platformları ama bir süre veremem. Bazen önceden izlediğim şeylere bakıyorum günlerce, bazen de yeni gelen ne varsa birikmiş hepsine göz gezdiriyorum. İş ilgimi çektiyse uyumadan sezon bitiriyorum ki bu da günde 14 saat olabiliyor. Ortalamasını alamayacağım bir sistem yani.
İki ay önce X hesabımı kapattım, artık oradan haber takip etmek içimden gelmiyor. Her tweet bir umutsuzluktu, hele o videoların sen istemeden direkt oynuyor olması rezalet bir özellik. Cinsiyet ayrımı yapılacaksa “kadın tedirginliği” konusu dışında bir ayrım yapılamaz bence ve izlediğim şeyler bu tedirginliği artırmak dışında bir işe yaramadı açıkçası.

En son izlediğin belgesel?
David Attenborough kalp ben. Bunu belirtip onu söylemeyeceğim, konu belgesel olunca adını anmasam olmazdı.
That Sugar Film diye bir belgesel izledim ki adını hafızaya kazımakta hiç zorlanmıyorsunuz. Şekerin en büyük uyuşturucu olduğunu, tıpkı Amerika davasında jüriye kanıtlamaya çalışan birileri gibi çekmişler ama ne diyeceğim; şekeri ayda bire indirdim. Bence herkes bir şans vermeli ki bırakmaya çalışırken nasıl bir bağımlı olduğunu anlasın. Bu şarkım şekere gidiyor: “Ne böyle senle, ne de sensiz.”
Belgesel çekecek olsan neyle ilgili olurdu?
Offf kesinlikle İstanbul’un denizi! Nasıl oldu da bu müsilaj sorunu başladı? Nasıl bu kadar pis hâle gelebildi? Nasıl bir bilinçlenmeyle geri döndürebiliriz? Nasıl tekrar bütün kıyımızı sahil yapıp, işten çıkıp bir denize girip evimize dönebiliriz? Gözümüzün önünde günden güne çöplerle suyun ölüşünü izlemek o kadar acı veriyor ki. Hele ki yaz aylarında deniz kokusunu bastıran bir çöp kokusu oluşu. İnanılmaz üzgünüm ve eminim ki geri döndürülebilir, kurtarılabilir; hatta büyük taştan duvarlar yerine kıyımız sahil olsa, hepimizin birbirine günaydın dediği günler de gelebilir.
Yeniden yaşamak isteyeceğin bir gün/an ?
2024 çok güzeldi, o yüzden çok da geriye gitmeye gerek yok: Mukadderat. İyi ki içindeyim, iyi ki böyle bir ekip, ilk yerli uzun metrajım, ilk Altın Portakal törenim ve En İyi Film ödülü. Tabii bir de kendisiyle çalışmaktan da çok keyif aldığım yönetmen Ferzan Özpetek, jüri başkanı olarak ödülü veriyor. Bu sırada ben sahnede bir yanımda Nur Sürer, bir yanımda Osman Sonant, karşıda binlerce insan ve sahnenin önünde 14 yıllık yakın arkadaşım fotoğrafımızı çekiyor. Bir an kadrajdan kafasını kaldırdı ve bakıştık. Herkesin yok olduğu bir an, binlerce insanı yok sayabildiğin biriyle. Sadece o ve ben, gülümsedik her bir hücremizle. İşte o an. (İnsanlığı iyi gün dostları kurtaracak.)

En son okuduğun kitap?
Büyük bir yılgınlıkla ve dört yıl sonra ikinci kez Volvo Kamyonlar’ı aldım elime bu hafta. Haddim değil ama hakkım, o yüzden söyleyeceğim ki Erlend Loe’ye çok kızgınım. Doppler şaheserini yarat, hakkın yenilsin ve bence sırf Doppler’e vermeyi es geçtikleri için Bildiğimiz Dünyanın Sonu ödül kazansın. Fena değildi ama neden yahu neden?! Devam etmek zorunda değildin, bak Aşk-ı Memnu’ya. Sence 3. sezonu çekilse bu kadar kült olacak mıydı? Ormana put dikmekten ne farkı kalıyor edebiyatın o zaman, neyse sakinim.
Bu aralar sana en iyi gelen şey?
Taze sıktığım buzlu portakal suyu. İçimi ferahlatabilen başka bir şey olmadı bu hafta.
En son yaptığın yolculuk nereyeydi?
Yılbaşı için ailemin yanına Ankara’ya gittim. Büyüdüğüm, ömrümün 28 senesini geçirdiğim yer ve ben; turistmişçesine gezdim meşhur yerleri. Ata’yı ziyaret olmazsa olmaz. Turist olunca anladım sadece İstanbul’a dönüşünün güzel atfedilmesini. Ankara’da doğmayanın Ankara’yı anlamasını beklemiyorum artık.
Bugüne kadar hakkında yazılmış en yanlış şey?
Hakkında yazı yazılacaklar listesinde henüz yeni olduğum için her yerde doğum tarihim 1991 yazıyor, oysa 1992. Bir de tabii ki birini yeni yeni tanıdığınızda olan isim yanlışı durumu, bende de soyadımla barışmamı sağladı diyebilirim.
Hayatta yaptığın ilk iş neydi?
Çocukken yapılan limonatalar, takılar ya da şiir okuma yarışmaları -ki cumhuriyet altını ödüller getirdi- sayılmıyor diye düşünüyorum. Düğün organizasyon firmasında çalışmıştım. Sabah 9’da salonu hazırlamak, o bitmek bilmez kristalleri dökülmüş tellerine takmak, sandalye giydirmek falan diye başlarken akşam da masa gösterici olarak mini eteğin, beyaz gömleğinle boy göstermen gerekiyordu. Aldığım para sabahki ter kokusunu dağıtmak için parfüme gidiyordu da denebilir. Düğün deyince iki metre tavanlı düğün salonu değil de dünyanın her yerinde şubesi bulunan büyük otellerdeki düğünlerden bahsediyorum, parfüm parası şaka değil yani.

Küçükken bir idolün var mıydı?
Whitney Houston sesine sahip olup, Nil Karaibrahimgil sözlerini o sesle söylerken Orhan Gencebay’la düet yapmak yedi yaş hayalimdi. Neden bu isimlerin bir arada olduğu bambaşka bir röportaj konusu ama anlaşılabilir ki hepimiz ailemiz sayesinde veya ailemize rağmen büyüyoruz, hâliyle babam baya uzun bir süre idolüm olmuştu.
Son zamanlarda en çok dinlediğin müzikler?
Fırtınayt’tan sonra ne yapacaklar ya diye ağız yararken gelen Defansif Dizayn!
Camel diye diye nicesine ağladım, sizin nazlı yâriniz Radiohead’dir benim Camel.
Yemek yaparken inception olarak, yemek yaparken set çalan chill tech house DJ’leri.
Değinmeden edemem, 30’larda Sezen Aksu dinlemek gerekiyor; 20’lerde dinleyip anladığını zannediyorsun ya, yanılıyorsun dostum. Eminim 40’larda da bambaşkadır.
Sanırım Sezen Aksu matruşka.