Z Raporu: Suzan Pektaş

20 yılı aşkın süredir fotoğrafla ilgilenen İstanbullu sanatçı Suzan Pektaş, şu sıralar kişisel sergisi Karın Boşluğu / Body Cavity ile Bant Mag. Havuz / Bina’da konuğumuz. “Duyguların bedende bir yeri var mı?” sorusundan hareketle hazırlanan serginin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

Bireyin varoluş sorunsalını ve çevresiyle ilişkisini mesele eden çalışmalarına farklı formatlarda devam eden Suzan Pektaş, Z Raporu anketimizi doldurdu: Hafızasına kazınmış ilk film? Son zamanlarda izlediği çok iyi bir belgesel? Bu aralar ona iyi gelen şeyler?

Son zamanlarda en çok dinlediğin müzikler?

Hayatı ağırlıklı olarak görsel algıladığıma inanıyorum. Aktif bir müzik takipçisi olmamakla birlikte evdeki plak seçkisi her daim beni keyiflendiriyor. Danielsson – Fresu – Summerwind en son dinlediğim.

Hafızana kazınmış ilk film?

İlk filmi hatırlamamakla birlikte Tarkovsky filmleri -özellikle de Mirror (Ayna) ve The Sacrifice (Kurban) filmleri- benim için büyük bir ilham kaynağı. Bireyin varoluşuna ve bilincine odaklanan şiirsel dili, kendimi ve farklı bireyi keşfetme yolculuğumda yadsınamaz bir etkiye sahip. Onun telaşsız ve derinlikli filmlerinin genellikle günlük yaşamın samimi gelgitlerini yakaladığına inanıyorum.

Parasite

Son zamanlarda izlediğin filmlerden favorilerin?

Geçen yıl Kore sinemasına sardım. Özellikle Chang-Dong Lee’nin Burning ile Bong Joon-Ho’nun Parasite filmleri bende güçlü etkiler bıraktı. Bong Joon-ho son filmi Parasite’dan bahsederken şöyle demişti: “Hepimiz kapitalizm adı verilen tek bir ülkede yaşıyoruz.” Ne kadar doğru! Burning filmi ise Murakami’nin bir hikâyesinden uyarlama. Hâliyle kedi, kuyu, aşk üçgenleri gibi metaforlara sık rastlıyoruz. İzleyiniz, ziyadesiyle tavsiye ederim.

Finalini değiştirmek istediğin bir film? 

Finalini değiştirmek istediğim bir film olsaydı sinemacı olurdum herhalde. Şimdi nerden çıktı bu diyebilirsiniz. Aklıma Gabriel Garcia’nın yazarlığa başlama öyküsünü anlattığı bir röportajı geldi. Sonunu beğenmediği kitaplar için son yazarak başlamış yazmaya.

Can’t Get You Out Of My Head

Son zamanlarda izlediğin çok iyi bir belgesel?

Adam Curtis’ten Can’t Get You Out Of My Head. Modern dünyanın duygusal tarihine dair soyut bir anlatım dili ile ele alınmış çarpıcı bir belgesel. Belgesel kategorisinde ele alınır mı, emin değilim ama Robert Greene’den Actress de favorilerime girer kuşkusuz.

Küçükken bir idolün var mıydı?

Hiç düşünmeden büyükbabam. Dedem tiyatro oyuncusuydu. 40’lı yaşlarında bir kaza geçiriyor ve sakatlanıp genç yaşta emekli olmak zorunda kalıyor. Rüyaları ve sanrıları arasında kalan bir yapısı vardı. Dedem gün gelir dünyanın en iyi hikâye anlatıcısına, gün gelir huysuz ve mendebur birisine dönüşürdü. Onun seyircisi, torunları ve çocuklarıydı. Yazları deniz kenarında kaldığımız barakada anlattığı hikâyelerdeki karakterlerin peşinden Karadeniz kıyısı boyunca uzun yolculuklara çıktım üç yıl önce. Bu dedemle tekrar bir bağ kurma şekliydi benim için.

Son zamanlarda içinde en çok vakit geçirdiğin kitap?

Tek kitaba indirgemek zor gibi. Hadi sıralayalım bir kaçını!

Clarissa P. Estes’den Kurtlarla Koşan Kadınlar.
Elias Canetti hep büyülemiştir beni. Körleşme’den sonra İnsanın Taşrası kitabını okudum en son.
Bir de Tove Ditlevsen’den Childhood, Youth, Dependency.

Fotoğraf kitabı olarak da Bieke Deporter’in Agata’sı.

Bu aralar sana en iyi gelen şey?

Evin çevresindeki kırsal alanlarda kendimi dinlemek için yaptığım uzun yürüyüşler. Yıllardır şehir koşuşturmacasında fark edemediğim bu yerler, kameram için büyülü bir oyun alanına dönüşüveriyor.