Zamanın görsel hafızasına dair: Ebru Yıldız

Yalnızca mesleğinin değil, yaşamının esas yakıtı olarak canlı performans enerjisini, kalabalıkları, iletişim ve teması belirlemiş müzik fotoğrafçıları için salgın süreci; birçok farklı müzik işçisi gibi yeni alışkanlıklar geliştirmek, çareler aramak ve devam etme motivasyonunu korumakla geçiyor. Çevrimiçi ortamda kurulan stüdyolarda gerçekleşen fotoğraf çekimlerine uyum sağlamak ya da hayatını sürdürebilmek için farklı fotoğraf işlerine odaklanmak durumunda kalan sanatçıların, bu dönemde çıkardıkları işlerin dönemin kolektif hafızasına işlendiği ve yıllar sonra birtakım ortak hisleri canlandıracağına şüphe yok.

Bant Mag. No:74’te Ebru Yıldız, Jenn Five ve Pooneh Ghana’ya sorduk: Canlı müzik ve yakın temastan uzak bu dünya onları ne şekillerde etkiliyor; neler yaşıyor, neler hissediyorlar? 

Son dönemde For The Record projesi kapsamında müzik dünyasının perde arkasındaki kadınları fotoğraflayan New York’ta yerleşik dostumuz Ebru Yıldız yanıtlıyor

“Hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğüm bir grup insana kendi yolumla ışık tutmaya çalışıyorum.”

“Müzisyenler ve plak şirketlerinin albüm kampanyaları için kapak tasarımları ve tanıtım fotoğrafları hazırlıyorum. Pandemiden en çok etkilenen sektörlerden biri müzik endüstrisi oldu. Bir yılın pandemiyle geçmiş olmasına rağmen canlı müziğin ne zaman geri geleceği konusunda hâlâ bir fikir yok gibi görünüyor. Çoğu müzisyenin birincil geliri konserler ve turnelerden olduğundan, işim dâhil her şey durma noktasına geldi. Anlaşılır şekilde çoğu sanatçı, albümlerini turneye çıkabileceklerini umdukları bir zamana ertelemeyi tercih ediyor.”

“New York’a taşındığımdan beri ya aynı anda birden fazla işte çalışıp, okula ve işe gittim ya da günlerimi, gecelerimi kişisel ve kişisel olmayan işlerimle harcadım. Kelimenin tam anlamıyla hiç durmadım. Salgının başlangıcında tamamen durmak zorunda kalmak, yaşamınızdan endişelenmeden apartmandan çıkamamak beni derin bir depresyona sürükledi. Ancak George Floyd cinayetiyle Black Lives Matter hareketi yeniden başladığında depresyonumu öfkeye ve ardından eyleme dönüştürmeyi başardım. Elinizde zamandan başka bir şey olmadığında içinize dönüp motivasyonlarınızı, ihtiyaçlarınızı, isteklerinizi ve neyin önemli olduğunu sorgulamak dışında neredeyse hiçbir seçeneğiniz yok. Ben de aynen öyle yaptım. Üzerinde çalıştığım tüm projeleri, hangilerinin en tatmin edici olduğunu düşündüm ve kişisel çalışmalarımı birbirine bağlayan ortak bağı bulduğumda mutlu oldum.” 

“Hak ettiği ilgiyi görmediğini düşündüğüm bir grup insana kendi yolumla ışık tutmaya çalışıyorum. Bu, Türkçe müzik projelerinde de aynı, Death by Audio kitabında da, müziğin perde arkasında çalışan kadınlara odaklanan For The Record projesinde de. Böylece lafı bırakıp icraata geçmek ve anlamlı bir şey üzerinde çalışmak istedim. Temmuz ayında NYC Nightlife United ile bir yardım projesi üzerinde çalışmaya başladım; bir fanzin için New York gece hayatından beyaz olmayanların, LGBTİ+ toplulukların portrelerini çektim ve bunlar aynı topluluğa bağış olarak dönmek üzere satıldı. Bu proje New York gece hayatının en renkli üyelerinden bazılarına giyinip kuşanmak ve güzel hissetmek için bir sebep verdi ve beni de hayata döndürdü.” 

“Dürüst olmak gerekirse; ter içindeki yabancılarla omuz omuza olduğun, müziğin kulak zarını parçaladığı ve ciğerlerin fırlayana kadar çığlık attığın kalabalık bir odada tekrar ne zaman rahat hissedeceğimiz konusunda hiçbir fikrim yok fakat şüphesiz bunu çok özlüyorum.”

“Zamanın görsel hafızasına dair: 3 müzik fotoğrafçısını dinliyoruz” dosyasının tamamını okumak için buradan Bant Mag. No: 74’e ulaşabilirsiniz.