Yörünge mekaniği ve kurgusal niteliği: 3 Body Problem

Hazırlayan: Meltem Demiraran, Zeynep Naz Günsal

Game of Thrones ile bildiğimiz David Benioff ve D.B. Weiss’ın, True Blood ve The Terror gibi dizilerde yazarlık ve yapımcılık yapmış Alexander Woo ile el ele verip yarattığı devasa skaladaki projesi 3 Body Problem, Netflix’te.

Bilim kurgu yazarı Cixin Liu’nun bol ödüllü Remembrance of Earth’s Past / Dünyanın Hatıratı serisinin ilk kitabından uyarlanan dizi, karmaşık bir yörünge mekaniği sorununu temel alarak alternatif gerçeklikte 1966’da Çinli bir astrofizikçinin tek başına aldığı bir kararın bundan on yıllar, hatta çağlar sonrasına nasıl etki ettiğini; insanlığın kendinden yüzlerce ışık yılı uzakta bir güçle mücadelesini anlatıyor. Bir sürü bilim insanını tek tek intihar ettiren doğaüstü bir fenomenin egemenliğindeki bu dünyada türler arası, varoluşcu hayatta kalma öyküsünün etrafında şekillendiği -kimi eski- fizikçi üniversite arkadaş grubu “Oxford 5”a Jess Hong, Eiza González, Jovan Adepo, Alex Sharp ve John Bradley hayat veriyor. Dünyayı dolduran diğer kimi önemli karakterleri de Rosalind Chao, Zine Tseng, Benedict Wong, Liam Cunningham ve Jonathan Pryce canlandırıyor. Kabarık yapımcı listesinde göze çarpan isimlerden birkaçı da Rosamund Pike, Rian Johnson ve Brad Pitt.

Şimdiye kadar gerek animasyon, gerek live-action şemalinde birçok kez uyarlanmış, ancak henüz hiç tamamına erdirilememiş epey geniş kapsamlı hikâye, Benioff-Weiss ikilisinin 2019’da platformdan kaptığı 200 milyon dolarlık bir bütçe ve alabildiğine büyük hırslarla hayata getirildiğini her yönüyle fazlasıyla belli etmekte. 

20 Mart’ta Netflix’in Kanyon Paribu Cineverse’de düzenlediği prömiyerde ilk bölümü seyredip, ertesi gün doğrudan platforma sevk olarak evrenine tekrardan bodoslama daldığımız diziyi aramızda bir güzel masaya yatırdık; denk geldiğimiz kimi ıvır zıvır bilgileri de araya serpiştirerek yapımın değindiği kavram ve temaları biraz irdeleyip hem olmuş hem olmamış taraflarını tartıştık. Bahsettiklerimizin diziyi henüz izlememiş olanlar için hâliyle kimi sürprizbozanlar içerebileceğini de belirtelim tabii.


Zeynep Naz Günsal: Malum, 3 Body Problem‘ın ilk bölüm galasına gitmiştik beraber. O gün salonda az az konuşmuştuk da. Tema müziği Ramin Djawadi’nin Westworld‘e yaptığının neredeyse aynısı; sanırım ilk izlenimim buydu. Sonra jenerikte adını görünce hem rahatladım hem de azıcık sinir oldum.

Meltem Demiraran: Evet, ben de ânında katılmıştım buna. İlk bölümü izledikten sonra merak etmiştik ama ben işlerin bu noktalara varacağını da pek kestirememiştim dürüst olmak gerekirse.

ZNG: İlk bölümün niyeti zaten sonraki bölümü izletecek süspans ve gizemi verip bilgiyi az tutmak. Ama ben de ikinci bölümden sonra bir “Aha, iş uzaylı istilasına geldi.” dedim yani.

MD: Uzay istilası meselesi çok bilindik bir konu olmasına rağmen, dizide çok katmanlı. Modern bilim ve bilim kurguda olup bitenlerle çok ilintili her şey. Felsefeyle de ilintili aslında. Hem posthümanizmin hem transhümanizmin sınırlarında çok fazla soru soruluyor. “Entangled sophons,” Karen Barad’ın bahsettiği “entanglement” meselesi ile bağlanıyor kafamda. Doğa, insan, tahakküm üzerine sorulan çok fazla soru var. Kafamda tam oturmayan, “Böyle olmasaymış olur muymuş acaba?” dediğim şeyler de elbette var. Yine de Raised by Wolves’tan beri izlediğim en iyi bilim kurgu dizisi diyebilirim. Sonu benzemez umarım; malum iptal edilmişti. 

ZNG: Hem kavramsal hem entelektüel olarak çok yoğun bir dizi gerçekten. Nitekim dizinin uyarlandığı kitap serisinin yazarı Cixin Liu da aynı zamanda bir bilgisayar mühendisi. Devamını merak ettirdi kesinlikle. Fakat tüm bu içeriğe rağmen kimi yerleriyle epey sığ kalabiliyor bence. Öykünün akışında ve karakterler arası ilişkilerde yakalanabilecek birçok mantık boşluğu var. Bir şeyler olsun diye karakterlere akıl ettirilmeyen şeyler, herhâlde dizi formatına uydurabilmek için dışarıda bırakılan şeyler de var. Bazı karakterlerin ilişkilenme biçimi fazla tipik geldi yer yer ama belirli kalıplar üzerinden giderek anlatılan, bundan daha büyük çerçevede bir bilim kurgu öyküsü sonuçta.

MD: Aynen öyle. Kitabın 2014’te çevrilip basılan bir Amerikan edisyonu var elimde. Önsözlerini okudum, biraz da ilk bölüme başladım. Hem Nebula, hem de Galaxy ödüllü bir yazar Liu. Galaxy, Çin’in Hugo ödülü gibi bir şey. Çinceden İngilizceye çevrilmiş bir versiyonunu okumaya başladım yani. Dizinin aksine karakterlerin tümü Çinli ve 5 kişi değil, bir kişi var bilim insanı olarak. Dediğin gibi dizideki karakterlerin akıl edemediği durumları veya anlam veremediğimiz sığ kalan pek çok tavrı ve diyaloğu buradan ileri geliyor galiba.

ZNG:  Liu bu seriyle Hugo ödülü de kazanmış 2015’te, 2017’de de Locus. Ben Çin’deki televizyon uyarlamalarını biraz araştırdım sadece. Mesela onlar 30 bölümde ilk kitabı ancak tamamen aktarabilmişler. Birçok farklı adaptasyonu var ve uzun süre Dune için dendiğine benzer şekilde “uyarlaması imkânsız” olduğu söylenmiş.

MD: Takibi kolay bir anlatı değil, pek çok detay da iyi aslında. Birazdan onları da bir konuşuruz fakat izlemesi kolay bir dizi değil; bunu söylemek istiyorum. Biraz dikkat istiyor. Ha, Cloud Atlas’tan, Primer’dan falan sonra hiç de anlaşılmayacak bir durum yok ama öyle çerez de diyemem.

ZNG: Özellikle “sophon” konsepti devreye girdiğinde izlerken baya zorlandığımı hatırlıyorum, hâlâ tam olarak kavramış olduğumdan da emin değilim. Bahsi geçen birçok bilim insanı da oldu kaçınılmaz biçimde. Newton ve Alan Turing’i ikili hâlde Jin ve Jack’e sataşırken izlemekten çok zevk aldım. Einstein, Thomas More, hatta Oppenheimer ve “metresi” Jean Tatlock’a bile değinildi, herhâlde gündem de gereği.

MD: Dizideki bu tarz detaylar çok keyifliydi. Öncül başka bilim kurgularla yakınlaşan durumlar var gibi burada. Malum Contact ve Pullman’ın His Dark Materials’ı geliyor aklıma. His Dark Materials’ta da bir fizikçi ile teknolojik araçlar ve I Ching üzerinden iletişiyordu hikâyenin “melekleri.” Burada da yine hem çok ileri bir teknolojinin bizim için “büyü” ile eşdeğer olabileceği hem de biraz içinde bulunduğumuz sistemin nasıl işlediği ve gerçekliğine dair ne kadar az şey bildiğimiz meselesi var. Doğanın işleyişine göre hareket etmek zorunda olduğumuz ve çok büyük ölçekli bir şeyin çok küçük parçaları olduğumuzun hatırlatmasını görüyoruz. VR’daki Kubilay Han bölümünü hatırlıyor musun? 

ZNG: Evet, dizinin türü eğip büken tarafının hepten altının çizildiği bir bölümdü. Fantastik ve bilim kurgu arasındaki çizginin tümüyle bulandığı…

MD: Samuel Taylor Coleridge’in bir şiiri var. Tümüyle doğa, kültür, güç meseleleri üzerine kurulu gibi. Direkt o geldi aklıma. O da Kubla Khan’ı anlatıyor. Kullandıkları insan bilgisayar da enteresan bir şeydi.

ZNG: Değil mi ya? 1’ler ve 0’lar…

MD: Biz belki de bazı insan özelliklerini yapay zekâya, makinelere öğretmeye çalışırken insanlardan oluşan bir orduya bir makinenin yapabileceklerini yaptırma fikrini görmek iyiydi. VR’ın tasarımı da benim hoşuma gitti bu arada. Altın görünümlü bir tane alıp ben de katılmak isterim oyuna. İnanılmaz görünüyor.

ZNG: Hahaha, ben gümüşten devam ederdim muhtemelen. Bu arada şöyle önemli bir detay yakaladım Cixin Liu hakkında: Wenjie Ye’nin akıbetine benzer şekilde onun da ailesi Shaanxi’de madenlere gönderilmiş Çin’deki Kültürel Devrim sırasında. Dönemin buradaki zorbalığı yüzünden Cixin, Henan vilayetine gönderilmiş sonra. 

MD: Bilim kurgu çoğunluk tarafından dayanaksız spekülasyonlardan ibaretmiş gibi algılansa da, aslında tarihte olup biten şeylerden sıklıkla etkilenip yeni spekülasyonlar yaparak insanlığın kendi geçmişine dair net eleştiriler sunabilen bir tür. Burada da yine onun iyi bir örneğini görüyoruz anlaşılan.

ZNG: Kitapta Kültürel Devrim’in bahsinin nasıl geçtiği Amerika ve Çin basımlarında dev farklılıklar gösteriyor ayrıca. Serinin ilk kitabı basıma gitmeden evvel editörlerle Wenjie’nin babasının darp edildiği “mücadele oturumu”, devlet sansürüne yakalanmasın diye kitabın başından ortalarına alınmış.

MD: Evet bu enteresan, bizde direkt Çinceden Türkçeye yapılan bir çevirisi olsa keşke. Belki bu farkları da daha net algılayabilirdik. Orijinal metni okumadıkça hep bir soru işareti olarak kalacak bu. 

ZNG: Kesinlikle. Kitap serisinin adının Remembrance of Earth’s Past olmasını da o bakımdan çok dokunaklı ve oturaklı buldum.

MD: San-Ti’ye dair çok az şey biliyoruz şimdilik. Kitapta kendileri ile ilgili daha çok ipucu var mı, onu da merak ediyorum aslında. Tatiana’nın üzerinden bir iletişim devam ettireceğiz herhâlde yeni sezonda San-Ti ile. Epey merak ediyorum nereye varacağını.

ZNG: Evet ya, neye benzedikleri çok büyük bir soru işareti. Dizi boyunca bunu çok gıdıklıyorlar. Müritlerinden Tatiana’nın şimdi tam aktaramadığım, hafiften terör uyandıran bir repliği var. “Sizin iyiliğiniz için alışık olmadığınız için bazı değişiklikler yaptık.” gibisinden. Bir de “You are bugs.” / ”Siz birer böceksiniz.” lafı da karşı tarafın nasıl bir boyutta olduğunu düşündürmüyor değil. 

MD: Bu da sık sık kullanılan bir argüman, farklı farklı bilim kurgularda gördük bunu. Bazen “Şimdi kim oturup uzaylı tasarlayacak, buna bütçe ayıracak?” falan deyip de bu yola mı başvuruluyor diye bir korkup üzülüyorum ama. Ne diyeyim, bilemedim. Bir de bu dediğin mürit meselesi de ilginç. Aslında ne kadar materyal / reel bir şeyken garip bir kült hâlini alıveriyor. Gerçekten müritleri var, sürekli “Our Lord”, “My Lord” gibi hitaplar duyuyoruz.

ZNG: Bu “din – bilim”, “tanrı – evren” ikiliklerine ve aslında ikisinde de inancın ne kadar körü körüne olabildiği meselesine süper dokunuyor bence. Biraz bayat bir tat verdiğini düşündüğüm “Biz inançlı bir aile değiliz, bilimciyiz” lafları… Bu retorik biraz eskimiş olsa da Wenjie’nin San-Ti’ye olan sonradan öğrendiğimiz sorgusuz sadakati düşünüldüğünde çok ironik.

MD: Wenjie’nin durumunda ben ince bir intikam seziyorum. Kendi türüne ihanet ediyor ve bu konuda kendini haklı görüyor. Çünkü “Şu yaptıklarımıza bir bak!” diyor. “Madem insan kendini her şeyin sahibi olarak gördü, kendi çıkarları için her şeyi göz ardı etti. Madem bu gezegeni türlerin en gelişmişi, en zekisi, en güçlüsü olan insan yönetiyor ve aslında o kadar da iyi bir iş çıkaramıyor. Onlardan daha gelişmişi varsa, bu gezegeni onlar yönetsin o hâlde!” diyor gibi.

ZNG: Bu onu sıkı bir anti-kahraman yapıyor bence. Babasını linç sırasında öldüren genç Hongjing Tang ile arasında geçen konuşmadan sonra insanlığa inancını hepten kaybedişi hem ilginç hem de bir yandan çok oldu-da-bitti gelmişti bana. Hongjing’in hikâyesini ve onun bakış açısını da çok ilgi çekici bulmuştum çünkü. Bariz sınıfsal farkların yanında eğitim ve zekânın ayrıcalığı; biri belli bilgisel / bilinçsel imkânlara sahip olmayan, diğeri akademisyen kızı ve düpedüz dahi iki insanın arasındaki fark düşündürücüydü.

MD: “Tek bir karar veriliyor ve uygulanıyor”dan ziyade, durumla karakterlerin başka başka biçimlerde başa çıkma girişimi de hoşuma gitti. Auggie’nin yaşadıkları yordu biraz beni sezon boyu ama sonunda “Bugün için bir şey yapmalıyım!” noktasına varıp kendini bataktan bir şekilde çıkarması da iyi oldu gibi. Bir geri dönüş yaşayacak mı yoksa onun yolu da artık bu mu, tam bilmiyorum.

ZNG:  Auggie dizi boyunca bağ kurmakta zorlandığım bir karakter oldu, yaşadığı tüm buhrana rağmen. Sanırım etik doğruculuğu çok basmakalıp geliyordu. Belki de Eiza Gonzales’in oyunculuğuna çok ikna olamamamdan kaynaklı bu. “Judgement Day” gemisine icadı olan nanoliflerle düzenlenen saldırıdan sonra yaşadığı vicdan azabı biraz daha kendisine yakınlaştırdı. Mutlaka bir geri dönüş yaşayacak bence bu arada.

MD: Jack ve Will için her şey bitti gibi maalesef. Saul ve Jin ise her şeyin çok içinde kaldı. 

ZNG: Jack ve Will’in dostluğunu sevmiştim epey, sanırım ilkinin ölümüne asıl bundan üzüldüm ama Will akıbetiyle hakikaten yürek dağlayan bir karakter. San-Ti’lerle karşılaşır belki bir şekilde ve kendini feda edişi bir işe yarar diye ummadan edemiyorum. Öykünün kalbi gibi bir karakter resmen. Kitapların 13 milyon yıl gibi bir süreyi ele aldığını bilirken belki anlatının ilerisinde çok daha önemli bir rolü olur tüm dünya ve insanlık adına diye heyecanlanmıştım biraz. Bakalım neler olacak o tarafta…

MD: Netflix’in bir süredir gemilerle bir alıp veremediği var galiba. Yine de plaja çakılanındansa nanoliflerle lime lime edilenini tercih ederim gibi. Will ile ilgili ben de aynı ümitleri taşıyorum. Hadi bakalım.

ZNG:  Hahaha, plaja çakılan gemi hangi dizideydi ya? Hatırlayamadım.

MD: Dizi değil de Leave the World Behind’da plaja çakılan bir gemi vardı. Enteresan bir tesadüf. Obama çifti filmin yapımcı kadrosundaydı. Liu’nın kitabının Amerikan edisyonunda da Barack Obama’nın kitap için “Muazzam” dediğini görüyoruz.

ZNG:  İzlemedim onu ama biliyor musun, Benioff ve Weiss, Obama’ya kitabı sevdiğini bildiklerinden dizide minik bir rol teklif etmişler. “Gerçek bir uzaylı istilası olması durumunda, sanırım kendimi o kriz için saklamalıyım” gibisinden bir notla onları geri çevirmiş.

MD: Kimler kimlerle görüyor musun? Jack’in öldürüldüğü esnada, Shi’nin arabada “Karma Police” dinlemesine ne diyorsun? 

ZNG: Göz devirtti.

MD: : Başıma bir şey gelmeyecekse, ben en çok Lana Del Rey çalmasından rahatsız oldum. 

ZNG: Ben de ya. O sahne en az beş dakika süren bir göz devirmeydi benim için. Zaten dizinin genelindeki soundtrack seçimi de kabak tadı veriyor. Karaoke sahneleri, arka plandaki bar müzikleri hadi neyse ama onca telifi böyle kullanmak için mi ödemişler yani? Diejetik olmayan bir biçimde duydukların ise hepten aşırı jenerik.

MD: Bu konuda benim nezdimde de net sınıfta kaldı dizi.

ZNG:  Bu arada final bölümünde Saul’un da ilan edildiği “wallfacer”lardan birinin Leyla Ariç adında IŞİD’le savaşan bir komutan olması, Türkiye’den kimi haber sitelerinde çok büyük tepki görmüş. Dizide “Kurdish war hero” (Kürt savaş kahramanı) diye tanımlanıyor karakter. “Brad Pitt’in de yapımcı olduğu dizide” filan diyerek yapımı PKK propagandası yapmakla itham etmişler. Baya öfkeli manşetler gördüm.

MD: Bunun olacağını öngördüm duyduğum anda. Ama aşırı anladığım bir konu değil. Bu insan Kürt ve IŞİD’e karşı savaşmış mı? Böyle biri var mı? Bu ne niyetle buraya entegre edilmiş? Hiçbir fikrim yok. Aynı bölümde Saul’un, “wallfacer”ların kim olduğunu açıklayan karakterle konuştuğu sırada tam yanı başında kocaman AFGANİSTAN yazıyordu bu arada. ABD, İngiltere, Rusya gibi devlerin Ortadoğu ajandaları biraz acayip, altından ne çıkacağı hiç belli olmaz. Bir bunu bilirim.

ZNG:  Ben de öyle. Biraz baktım, tümüyle kurgusal biri gibi gözüküyor. Bölüme gelmeden önce IMDb sayfasında görmüştüm karakteri, merak ettirmişti. “Aaa Türk karakter mi var dizide?” dediğimi de utanarak söyleyeyim.

MD: Ben de aynı utanç hissini yaşadım. Ancak Türkçe karakterler, Leyla ülkede yaygın bir isim. O kadar da kötü niyetli bir tahmin değil gibi yine de.

ZNG: Evet ya. Bu arada diziye olan devasa GoT kadro transferi hakkında ne düşünüyorsun?

MD: Ben hepsini izlemekten ayrı ayrı keyif aldım. Özellikle de John Bradley ve Liam Cunningham’ı.

ZNG: Ayrıca Lord Varys’imiz Conleth Hill de “Destroyer of Worlds” bölümünde Papa Hazretleri rolünde. Baya sevindim onu da görünce. Bir GoT bölümünde Demir Banka müdürü olmuş Mark Gatiss, Isaac Newton’ı canlandırıyor bir de.

MD:  Ben anlamamıştım bile o olduğunu, sonradan öğrendim. Jonathan Pryce da iyiydi. Herkes iyiydi ya.

ZNG: Aaaa o da var tabii ki! Minik serçe.

MD: Serçe lime lime oldu ama, elinde pembiş sabit diskiyle. Tam kült lideri olacak beyaz adam ya.

ZNG: Ahahahahah. Sırf Benioff ve Weiss yüzünden böyle typecast edilir olmaz umarım ilerde.

MD: CERN’ün önündeki Shiva heykelinin dizinin bir bölümünde baya baya gözlere sokulmuş olması detayı var bir de. Onu söyleyecektim, şimdi aklıma geldi.

ZNG: Hiç fark etmemişim bak. Son bölümde mi?

MD: Hangi bölümde olduğunu tam hatırlayamıyorum ama daha ortalarda bir bölümdü sanki. Gerçekten var bu heykel bu arada. Hindistan hediye ediyor CERN’e. Shiva da kâinatın düzeninden sorumlu. Öyle şeyler.

ZNG:  Hmm…  Auggie kitapta erkekmiş bir de, Çin’de baya bozulmuşlar ama ekibe bu değişikliği Liu önermiş aslında.

MD: Neil Gaiman’ın işleriyle ilgili de bu gibi yorumlar çokça yapılıyor mesela. “Bu kitapta böyle değildi”li ama Gaiman çoğunlukla danışmanlık veriyor yapımlara. Böyle olunca da bize aşırı bir şey demek düşüyor mu? Bilmiyorum. Bence tat da katabiliyor böyle değişiklikler zaman zaman.

ZNG: Evet, bence de. Sandman‘de çok işin içinde bir tek, orada yapılan değişiklikler de çizgi romanın çok yoğun içerikte olmasından. Gerçi romanların sıkı hayranı olarak benim de burun kıvırdığım yerler olmuştu ama öylesine alındığım, “Nasıl yaparlar?” gibisinden tepkiler verdiğimi hatırlamıyorum yani.

MD: Kitap ve filmin veya kitap ve dizinin çok farklı iki şey olduğunu unutmamak lazım ya. Bir şeyin değişmesi illa kötü olacağı anlamına gelmiyor ama işte o sığlığı, yeterince derinleşmemişliği iyi kotarmak lazım.