41. İstanbul Film Festivali: Medusa üzerine
Anita Rocha da Silveira, ilk uzun metrajı Mate-me Por Favor / Kill Me Please (2015) gibi ilk gösterimini Cannes Film Festivali’nin Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde yapmış Medusa ile hiciv dozu yüksek bir gerilimi daha önümüze getiriyor. Yönetmenin pop imajlı, stilize bir distopya yaratırken kökten dincilik ve sistematik cinsiyetçilik üzerine cümleler kuran çalışması, 41. İstanbul Film Festivali’nin “Çiçek İstemez” seçkisi arasından renkleriyle ve dünyasıyla açıkça sıyrılıyor.
Zaman dilimi ve mekân
Dindar, paramiliter ve genç yetişkin bir kitlenin liderliğinde; alternatif günümüz Brezilya’sı.
Konu nedir?
21 yaşındaki Mariana’nın ve influencer arkadaşının başını çektiği “Michelle ve Tanrı’nın Hazineleri”, karanlık çöktüğünde maskelerini takıp iffetsiz ve günahkâr olduklarına inandıkları genç kadınlara “tövbe” ettirene kadar fiziksel şiddet uygulayan bir çete. “Kutsal Mesih” adlı genç üyelerden oluşan bir kilise hizibine ait olan grup, gündüzleri ise dini pop şarkılar söyleyip sosyal medyada Hristiyanlık olumlayıcı paylaşımlar yapıyor.
Hizibin ordu görevi gören erkekleriyle birlikte varlığını sürdüren çete üyeleri, “uçkuruna sahip çıkmadığı” ve bir filmde çıplak olarak oynadığı için yüzü ateşe verilen, daha sonra ortadan kaybolan Melissa Garcia’ya kafayı takmış durumda. Grubun yine ava çıktığı bir gecede, onlardan kaçmayı başaran biri tarafından yüzü yaralanan Mari, bu olaydan sonra Melissa’yı arama konusunda daha da takıntılı hâle geliyor ve onu orada bulacağını düşündüğü bir hastanede işe giriyor. Yaralanmasından sonra karşılaştığı pasif agresif tepkilerden ve erkek hemşire Lucas ile arasında gelişen yakınlıktan sonra eskisi gibi gruba ait hissedemeyen, inançlarından eskisi kadar emin olamayan Mari; Michelle ve diğer kızların gazabına uğramaktan korkuyor. Geçirdiği deneyimden sonra bir yandan Melissa’ya ilgi ve sempati duymaya başlıyor, bir yandan da diğer kadın üyelerin de kendisi gibi bastırdıkları arzuları, çözülememiş sorunları olduğunu fark etmeye başlıyor.
İzlemeden önce bilmemiz gerekenler
Medusa, İspanya ile Katalonya’daki San Sebastián ve Sitges gibi festivallerinin yanı sıra Londra’da düzenlenen Raindance, ABD’den Palm Springs ve Miami Film Festivali’nden ödülle dönmeyi başardı.
Anita Rocha da Silveira’nın senarist ve yapımcı Érica Sarmet ile birlikte kaleme aldığı senaryo; ilhamını Brezilya’daki kilise hiziplerinin sayısı beklenmedik biçimde ve ciddi oranda artmaya başlamış aktivitelerinden alıyor. Kutsal Mesih grubunun çete aktivitelerine benzer nitelikteki, Brezilya medya organlarında yer edinen olayların yanı sıra Dario Argento külliyatından da esinlenilmiş.
İlk intiba?
Kadın bir akrobatın karanlık ve kırmızı bir sahnede, vücudunu tersine bükerek dans etmesiyle açılan Medusa, devamında benzer şekilde tekinsizlik hissi yaratan imajlarla ilerliyor. Neon pembeler ve pastel maviler arasında gidip gelen, yeşilin de fazlaca ön planda olduğu bir görselliğe sahip. Işıklandırma ve dekorunda renge ciddi ağırlık veren film, her aşamasında -gerek müzikleri gerek renk şemasıyla- bir Suspiria (1977) övgüsü aslında. Bernardo Uzeda bestesi müzikler bile İtalyan progresif rock grubu Goblin’i çağrıştırma niyetinde özellikle.
Gerilimi, mizahı ve sürreel elementleri tek pakette sunan Medusa’nın kimi zaman beklenmedik ölçüde duygusal etkisi de oluyor. Korku janrına ait film yerinden zıplatan bir korku anlayışından uzak, rahatsız etse de merak uyandıran bir içeriğe sahip. Odağındaki cinsel özgürlük, şiddet ve dini takıntıları işlerken bir distopya inşa ediyor ama bu distopya kapsamını genişletmekten ziyade duygu durumları ile ilgileniyor ve ekonomik diyaloglarla ilerliyor. Korku, öz şüphe, panik ve utanç sıkça gündeminde.
Hikâyesi çözüm kısmına orantılı bir şekilde ulaşamasa, bazen fazla stilize hissettirse ve iki saati doldurmaya yeterli ölçüde yoğunluğa sahip olduğu tartışmaya açık olsa da etkileyici bir yapım Medusa. Tamamen kadınların merkezde olduğu bir gerilim filmi olması, güçlü görüntüler ve yaratıcı sanat yönetimi, başarılı oyunculuk performansları, doğru soundtrack seçimleri yanınıza kâr kalıyor.
En çok neyi sevdin?
Michelle karakteri. Hem saçma hem komik hem sinir bozucu hem korkutucu hem de sonradan ortaya çıkan sempatik taraflarıyla bayağı hoşuma gitti. “Tanrıyı onurlandıran biçimde nasıl makyaj yapılır?” tutorial’ı ve Mari’ye kazara yaptığı “whiteface” de dâhil.
En çok hangi sahneye yükseldin?
Michelle ve Mari’nin fitilini ateşlediği kadın isyanı ve erkeklerle yavaş çekimde kavga ettikleri sahneyi takip eden sokak sekansı: Avazı çıktığı kadar ve susmadan, ara vermeden çığlık atarak var gücüyle koşan onlarca kadının tüyleri diken diken sahneleri, hâlâ beynimde yankılanıyor.
Modunu nasıl etkiledi?
Hem buruk, hem sinirli, hem de mutlu çıktım salondan. İzlemeye çok fevri biçimde ve pek bir şey bilmeden karar verip, sonrasında sinema tanrılarına minnet sunduğum bir deneyim oldu.
Formu dolduran: Zeynep Naz Günsal