74. Cannes Film Festivali Ana Yarışma’dan görmek için can attığımız 10 film

Bir senelik zorunlu aranın ardından sinema dünyası gözlerini yeniden Croisette’e çevirmiş durumda: 74. Cannes Film Festivali’nin eli -nihayet!- kulağında. Bütün sene konuşacağımız filmler peş peşe prömiyerlerini yapacak, gündemimizi Fransız Rivierası’ndan gelen çeşitli gelişmeler kaplayacak.

Geçtiğimiz haftalarda tüm programın duyurulmasıyla birlikte François Ozon, Bruno Dumont, Catherine Corsini, Jacques Audiard, Nanni Moretti, Joachim Trier, Sean Baker gibilerinin dâhil olduğu Ana Yarışma seçkisindeki her filmi gözümüz yollarda bekliyoruz elbette. Yine de merak hissimizi en fazla kabartan, künyeleriyle beklentileri katmerleyen yapımları sıralamak; nihayetinde subjektif sayılabilecek, 10 filmlik bir liste hazırlamak istedik. Spike Lee’nin başkanlığındaki jüri aralarından birini Altın Palmiye’ye layık görecek mi, önümüzdeki günlerde öğreneceğiz.

6-17 Temmuz’da düzenlenecek 74. Cannes Film Festivali’nin resmî seçkisini incelemek isteyenler buraya ve buraya tıklayabilir.

Annette

Yönetmen: Leos Carax

Son filmi Holy Motors (2012) modern klasikler arasında anıladursun, Leos Carax 9 yıllık bir aranın ardından sahalara geri dönüyor. Festivalin açılış filmi olarak duyurulan Annette, efsanevi grup Sparks’ın da yaratıcı ekipte yer aldığı, bildiğimiz anlamda diyalog içermeyen bir “rock müzikali” olarak tarif ediliyor. Uluslararası çapta ünlü bir opera şarkıcısı olan Ann (Marion Cotillard) ile provokatif bir mizah anlayışına sahip stand-up komedyeni Henry’nin (Adam Driver) tanışmasıyla başlayan anlatı, kızları Annette’in oldukça özel bir çocuk olduğunu fark etmeleriyle şekillenecek. Sabırsızlananları, Bant Mag. No:75’de yer alan A’dan Z’ye: Leos Carax dosyasına alabiliriz.

Benedetta

Yönetmen: Paul Verhoeven

Hollywood’un unutulmaz bilim kurgularında parmağı bulunan, 90’ların erotik gerilim furyasını başlatan isimlerden olan Paul Verhoeven, Elle (2016) ile birlikte uzun soluklu kariyerinde yeni bir dönemece girmişti. 17. yüzyılda, vebanın kasıp kavurduğu İtalya topraklarında geçen son işi; lezbiyen bir rahibeyi odağına alan bir dönem projesi. Küçük yaşlardan beri mucizeler yarattığına inanılan Benedetta, zamanla hem erotik hem de dini sanrılarla boğuşmaya başlıyor. Nihayetinde, ona yardımcı olması için görevlendirilen başka bir rahibe ile arasında tutku dolu bir aşk filizleniyor. Benedetta ile Verhoeven’ın yarıştaki iddiası büyük.

Bergman Island

Yönetmen: Mia Hansen-Løve

Henüz ilk uzun metrajı Tout est pardonné (2007) ile festivalin seçkisine kabul edilen, o günden bu yana da heyecan verici bir filmografi inşa eden Mia Hansen-Løve, ilk defa Altın Palmiye için yarışıyor. Ingmar Bergman’a adadığı yeni filminde, Tim Roth ile Vicky Krieps’in canlandırdığı, yönetmenin aurasından etkilenme umuduyla -onunla özdeşleşen- Fårö Adası’nda inzivaya çekilmiş bir sinemacı çift yakın planda. İkili yeni çevrelerini keşfeder, mevsim ve yazım süreci ilerlerken; gerçekle kurgu arasındaki çizgiler silikleşecek, ilişkileri yeni testlere tâbi tutulacak. L’avenir‘e (2016) yakın bir seyir deneyimi ortaya çıktıysa, yeter de artar bile.

Doraibu mai kā (Drive My Car)

Yönetmen: Ryusuke Hamaguchi

Japonya sinemasının önde gelen yönetmenlerinden Ryūsuke Hamaguchi, Haruki Murakami’nin bir kısa öyküsünü uyarlayacağını duyurmasıyla kalp atışlarını hızlandırmıştı. Filmin çıkış noktası, Kafuku isimli baş karakter ile aniden ortadan kaybolup 2 yıl haber alınamayan partnerinin evliliği. Karakterimiz görme bozukluğu yaşadığı, alkol ve madde etkisi altında araç kullandığı için ehliyeti alıkonulunca, kendisine şoförlük yapması için Misaki Watari isimli genç bir kadını işe alacak. Kafuku’nun sandığından çok daha önemli bir karşılaşmaymış bu. Bakalım Murakami uyarlamalarında Burning‘in (2018) tahtını yerinden edebilecek mi?

A feleségem története (The Story of My Wife)

Yönetmen: Ildikó Enyedi

Macaristan asıllı sinemacı ldikó Enyedi, Berlin’de Altın Ayı’ya uzanan, üzerine bir de Oscar adaylığı kapan Teströl és lélekröl (2017) ile beklentileri yükseltmişti. Yeni filmi The Story of My Wife‘ın uyarlandığı aynı isimli Milán Füst’ün romanı, Uçan Hollandalı efsanesinin bir varyasyonu olan, 1920’leri mesken tutan bir anlatıya sahipmiş. Kişisel tarihinde önemli bir noktada konumlandığını söylüyor Enyedi. Bir arkadaşıyla kapıdan içeri giren ilk kadınla evleneceğine dair bahse girdiği sırada Lizzy (Léa Seydoux) ile karşılaşan, deniz kaptanı Jakob Storr (Gijs Naber) odakta.

The French Dispatch

Yönetmen: Wes Anderson

Wes Anderson’ın uzun zamandır beklenen filmi, geçtiğimiz sene seçkide yer alması planlanıp bu seneye ertelenenlerden. “Gazeteciliğe yazılmış bir aşk mektubu” olarak tanımlanan The French Dispatch, Fransa’da kendi dergisini kuran Amerikalı bir gazeteciyi ve The New Yorker’dan etkilenerek yaratılmış kurgusal dergisini odak noktası belliyor. Siyah beyaz ve animasyon sekanslara yer verildiğini, Fransız Yeni Dalgası klasiklerinden izler taşıdığını bilmekteyiz. Kadroda ise yine yok yok: Bill Murray, Benicio Del Toro, Adrien Brody, Tilda Swinton, Léa Seydoux, Frances McDormand, Timothée Chalamet, Lyna Khoudri, Jeffrey Wright, Mathieu Amalric, Stephen Park ve Elisabeth Moss.

Ghahreman (A Hero)

Yönetmen: Asghar Farhadi

İnsani ve ahlaki çıkmazları didiklerken güçlü karakter çatışmaları sunan filmleriyle maharetlerine tanık olduğumuz Asghar Farhadi için bir Altın Palmiye’nin zamanı geldi de geçiyor bile. Yeni incisinin baş karakteri Rahim, ödeyemediği bir borç yüzünden hapiste. 2 günlük izni sırasında, alacaklısına, borcun bir kısmını ödemeye karşılık şikayeti geri çekmesini teklif ediyor fakat işler planlandığı gibi gitmiyor. Karışık eleştirilerle karşılanan Everybody Knows’dan (2018) sonra eski formuna dönmüş bir Farhadi izleyebilecek miyiz, merakla bekliyoruz.

Memoria

Yönetmen: Apichatpong Weerasethakul

Loong Boonmee raleuk chat (2010) ile hâlihazırda bir Altın Palmiyesi bulunan Tayland asıllı sinemacı Apichatpong Weerasethakul, yanına Tilda Swinton’ı alarak yarışa iddialı bir dönüş yapıyor. İngilizce çektiği ilk yapımda Kolombiya’ya ziyaret eden İskoçya kökenli Jessica’yı (Swinton) takip ediyoruz. Arkeolojik kazılar esnasında gaipten sesler duyması ve zamanla bu varlıkların görünüşlerini hayal etmeye başlamasıyla, kendini sırların açığa çıktığı bir deneyimin ortasında buluyor. Bir kez daha hem sürrealizme hem de yönetmenin kendine has görsel estetiğine doyacağımızdan şüphe yok.

Petrоvy v grippe (Petrov’s Flu)

Yönetmen: Kirill Serebrennikov

Kirill Serebrennikov’u, 80’ler SSCB’sinde rock’n’roll’un çehresini değiştiren kahramanları mercek altına alan şahane punk müzikali Leto’dan (2018) veya (M)uchenik gibi daha eski işlerinden hatırlarsınız. Yaşattığı seyir zevkinin tadı damağımızda kalan yönetmen, yeni filminde, Rusya’dan bir çizgi roman sanatçısı ile ailesinin hayatından bir günü işliyor. Gripten muzdarip olan Petrov, arkadaşı Igor tarafından uzun bir yürüyüşe çıkarılacak; bu yürüyüşte fantezi ve gerçeklik arasındaki sınırlar git gide belirsizleşmeye başlayacak.

Titane 

Yönetmen: Julia Ducournau

“Genç feministlerin David Cronenberg’i” yakıştırmaları ile övgülere boğulan Julia Ducournau, 69. Cannes Film Festivali’nden FIPRESCI ödülü ile dönen ilk filmi Raw’un (2016) ardından yeniden korku ve gerilim sularında yüzüyor. Henüz 2. filmiyle Ana Yarışma bölümüne geçiş yapması hafife alınacak bir başarı değil tabii. Hakkında oldukça kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz Titane, bir dizi aydınlanamayan suçtan sonra, 10 yıldır kayıp olan oğlunu bulan bir baba üzerine. Ducournau bu yıl Ildikó Enyedi, Mia Hansen ve Catherine Corsini ile Altın Palmiye için yarışacak 4 kadın yönetmenden biri.